ANALİZ
Muhafazakar Siyasetin Birikimi: Sistemin Dönüşümü ve Meydan Okumalar
Muhafazakar siyaset, Türkiye siyasetinde sağladığı yapısal dönüşümün ardından yapısal meydan okumalarla karşı karşıya.
MUHAFAZAKAR SİYASET, Türkiye siyaset tarihinin kabaca son yirmi yılına damgasını vuran ana aktörlerden biri hatta birincisi oldu. Yazının hemen başında, muhafazakar siyasetle kastedilen şeyin, kendisini İslami - muhafazakar değerlerle tanımlayan sosyal grupların siyasal davranış, temsil, etkileşim ve iktidar ilişkileri olduğunu belirtelim. Türkiye siyasetinde 2000’li yıllardan başlayıp 2010’ların sonuna uzanan yapısal dönüşüm süreci içerisinde muhafazakar siyaset, dönüşümün taşıyıcı öznelerinden birini oluşturdu. Söz konusu dönüşüm süreci kapsamında muhafazakar siyaset, Türkiye’de siyasal rejimin sivilleşmesi, toplumsallaşması, asker-yargı temelli bürokratik ağırlıklardan kurtulması, toplumsal grupların rekabetine açılması, toplumsal eşitlenme, bu yönüyle çoğul / çoklu bir nitelik edinmesi konusunda öncü ve toparlayıcı bir rol üstlendi. O süreçte 15 Temmuz 2016 darbe girişimi gibi büyük bir meydan okumayla karşılaştı. O meydan okumaya toplumsal ve siyasal olarak güçlü bir karşılık verdi. Türkiye siyaset tarihinde ilk kez, siyaset kurumuna karşı yapılan bir darbe girişimi, toplumsal bir dirençle saf dışı edildi.
Bütün bunların arasında geçen kabaca 20 yıl sonra bugün muhafazakar siyaset, “siyaset-toplum, siyaset-hukuk, siyaset-ekonomi ilişkisi, güç yoğunlaşması ve iç bölünme” bağlamında büyük meydan okumalarla karşı karşıya. Peki muhafazakar siyaset bu noktaya neden geldi? Cumhuriyet Türkiye’sine hakim olan siyaset yapısının dönüşümüne öncülük eden bir siyasi hareket, yapısal meydan okumalarla karşılaştığı bir noktaya nasıl vardı?
Sistemin yapısal dönüşümü
Muhafazakar siyaset, siyaset alanında kendisini temsil eden AK Parti öncülüğünde, 2000 sonrası süreçte öncelikle temel özgürlükler, eşit vatandaşlık, demokrasi bağlamında ortak bir siyasi vizyon geliştirerek yerleşik devlet tanımlamasının dışında alternatif kamusallıklar oluşturdu. Bu siyasi vizyon ve politikalar etrafında farklı kesimlerle siyasi etkileşimler geliştirmek suretiyle iktidara ortak oldu ve siyasetin sivilleştirilmesi çerçevesinde “askeri - bürokratik merkeze” karşı yoğun bir iktidar mücadelesi verdi. Bu mücadele sürecinde zamanla siyasal sistem içerisinde bir ağırlık merkezi geliştirdi, bu ölçüde yapısal sorunların çözümüne yönelerek “merkez siyaset” geleneğine dayanan sistemi, toplumsal nitelikli bir dönüşüm kulvarına yönlendirdi.
2010’ların sonuna gelindiğinde Muhafazakar siyaset, Türkiye siyaset yapısında tarihsel bir dönüşümü finale taşıdı. Cumhuriyet tarihine damgasını vuran askeri-sivil bürokrasi merkezli siyaset sistemine yeni bir form kazandırdı. Bu değişim doğrultusunda asker – yargı bürokrasisi, sistemin kenarına alınırken sivil siyaset kurumları ise sistemin merkezine yerleştirildi.
2010’ların sonu itibariyle muhafazakar siyaset öncülüğünde Türkiye siyaset yapısı, sivil siyaset merkezli olarak yeniden tanımlandı. Sistem, yetkileri itibariyle güçlü bir yürütme (Cumhurbaşkanı) ve yetki alanı görece sınırlı yasamadan (TBMM) oluşan iki siyasi kurum etrafında biçimlendirildi. Doğrudan toplum tarafından seçilen, topluma hesap verecek olan ve toplumsal gruplar arası ittifak/ güç dengelerini yansıtan güçlü Cumhurbaşkanı ve Meclis, yeni siyaset sisteminin merkezine yerleştirildi. Yeni siyasi sistem içerisinde bürokrasi kurumu bu iki siyasi kurumun etrafında konumlandırıldı.
İktidar alanı ve güç yoğunlaşması
Bu yeni yapı içerisinde iktidar alanı, başkanlık sistemi temelinde “yürütmenin üstünlüğü” etrafında tanımlandı. Bu yeni iktidar kurgusuyla devlet teşkilatı, kamu yönetimi ve yürütme süreçlerinde, toplumun çoğunluğunu temsil eden yürütme otoritesi (Cumhurbaşkanlığı), kapsamlı bir yetki ve inisiyatif alanıyla belirleyici / güçlü bir konum üstlendi. Dolayısıyla siyasi otorite ve iktidar gücü, merkezde yoğunlaştı. Ne var ki merkezde yoğunlaşan bu otoriteyi ve iktidar gücünü sınırlandıracak, dengeleyecek kurumsal mekanizmalar zayıf düzlemde kaldı. Siyaset sistemi, siyasi kurumlar arası sağlıklı bir güç dengesi üzerinde kurulamadı. Sivil, geniş yetkili ve güçlü bir yürütme otoritesi, siyasal sistemin egemen aktörü haline gelmiş oldu.
Siyaset anlayışında dönüşüm
Gücün merkezileşmesine dayalı bu yeni siyaset yapısı, muhafazakar siyaset özelinde Türkiye siyaset kültüründe, iktidar pratiği açısından belli yapısal nitelikler ortaya çıkardı. Tabi bu niteliklerin şekillenmesinde 7 Haziran 2015 sonrasında patlak veren “devrimci şehir savaşları” girişiminin ve 15 Temmuz 2016’da yaşanan darbe girişiminin tetikleyici özelliğini not etmek gerekiyor. Sonuçta ortaya çıkan bu nitelikler, lider karizması, toplumsal delegasyon, kurumsal hegemonya, normatif esneklik başlıklarıyla özetlenebilir.
Lider karizması, muhafazakar iktidar pratiği içerisinde gücün liderlik makamı etrafında yoğunlaşmasına, siyasetin, yönetimin, toplumla ilişkilerin lider dolayımlı / eksenli olarak tanımlanmasına yönelik bir anlayışı güçlendirdi. Siyasi güç, inisiyatif ve sorumluluk lider çevresinde, lidere referansla tanımlanırken; iktidar ve siyaset süreçleri, gücünü, meşruiyetini, varlık sebebini lidere bağlayan siyasi kadrolarla biçimlenmeye başladı.
Toplumsal delegasyon, muhafazakar iktidar/siyaset hareketinin toplumsal alanla arasındaki dinamik ve karşılıklı ilişkiyi, iktidar merkezli ve toplumsal ikna temelli bir forma dönüştürdü. Siyasal talep, öncelik, vizyon ve politika tayin süreçlerinde muhafazakar toplumsal alanın siyaset ve iktidar kurumu üzerindeki etkisi zayıfladı. Bu noktada siyaset/iktidar kurumu hem siyasal öncelik, vizyon ve politika tayininde daha rahat ve güçlü bir inisiyatif üstlenirken hem de bu vizyon ve politikalara toplumu ikna etmeye yöneldi. Belli noktalarda, kendi tabanı içerisindeki farklı eğilimleri kendi vizyonuyla uyumlulaştırmaya dönük uygulamalara öncelik verdi. Bu durum muhafazakar siyaset içerisindeki dinamik ve karşılıklı etkileşimi zayıflatmış oldu.
Kurumsal hegemonya, iktidar/siyaset kurumunun sivil toplum, medya, ekonomi, yargı, bürokrasi aygıtı üzerinde etki ve belirleyiciliğinin görece artmasına; bu alanların iktidar/siyaset karşısında kurumsal özerkliklerinin aşınmasına ve bu alanlar üzerinde iktidar/siyaset lehine kurumsal bir etkinliğin oluşmasına imkan verdi. Böylece söz konusu kurumsal alanların, iktidarla/siyasetle (onun söylem, öncelik, hassasiyet ve yaklaşımlarıyla) uyumlu, duyarlı hale getirilmesine yönelik bir seyir gelişti.
Normatif esneklik, yönetim süreçlerinde genel itibariyle iktidar erkini kuşatan normatif düzenin ve hukuki çerçevenin, siyasi gerekçeler etrafında iktidar lehine esnekleşmesine; güç siyasetine dayalı tasarruf ve yetki kullanımlarının belirginleşmesine olanak verdi. İktidar kurumuna siyasi gerekçelerle, hukuki çerçeveyi ve süreçleri daha esnek izleme, zaman zaman göz ardı etme, güç merkezli yorumlama, iktidara göre değiştirme, “kurala uydurma” ortamı sundu. Dolayısıyla yönetim süreçleri içerisindeki ilişki ve işleyişin esas olarak norm ve hukuk ilkelerinin ötesinde “siyaset ve güç” merkezli biçimlenmesi yönünde bir eğilim oluştu.
Siyasetin hukuk sınırlarını zorlayıcı niteliği: “İktidar bozar…”
Muhafazakar siyaset (ve muhafazakar iktidar) etraflı şekillenen bu dört temel nitelik, genel olarak “siyasetin hukuk sınırlarını zorlayıcı” ve “iktidarın normatif sınırları bozucu” karakterine alan açan bir siyasal zemin oluşturmuş oldu.
Söz konusu temel nitelikler bir yandan ilkesel/normatif yaklaşımların çözülmesine ve toplumdaki tüm kurumların, kurumlar arası ilişkilerin iktidar/güç etraflı biçimlenmesine ortam hazırladı. Diğer yandan o ortamda siyasi aktörlerin piyasa, medya ve sivil toplum alanlarıyla siyasi güç temelinde daha özensiz, daha rahat, daha serbest ilişkiler/pratikler geliştirmelerine imkan verdi. Öte yandan siyaset ve iktidar alanının kişisel çıkar arayışları için araçsallaşmasına; informel, kişisel ve gayrı resmi ilişkilerin iktidar süreçlerine yoğun bir şekilde eklemlenmesine fırsat verdi.
Tam da bu ortamda özellikle “büyük, bağımsız, güçlü Türkiye” söylemi ve “devlet, güvenlik, lider, beka” vurgusu, siyaset süreçleri başta olmak üzere ekonomi, hukuk, yargı ve sivil toplumu kuşatan temel öncelikler olarak öne çıktı. Bu söylem ve öncelikler siyaset alanında hesap verebilirlik, demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi temel ilkeleri ikincilleştirirken; merkezi ve yerel yönetimlerde siyasetin çıkar amaçlı araçsallaşmasına, toplumsal etkileşimin zayıflamasına bir meşruiyet zemini sağladı.
Sonuçta siyaset alanında zamanla iktidar kurumu ve kullanımıyla ilgili olarak hukukun üstünlüğü, şeffaflık, hesap verebilirlik, sınırlı iktidar temelinde yapısal boşluklar, bulanıklık ve büyük açıklar oluştu. İşte bu boşluk ve bulanık siyasi zemin içerisinde, siyasi iktidar ve onun nezdinde muhafazakar siyaset, son dönemde birbirini izleyen ağır, yapısal meydan okumalarla sarsılıyor.
Kritik meydan okumalar
Muhafazakar iktidar ve onun etrafında muhafazakar siyasete yönelik meydan okumalardan ilki yargı alanında hukukun üstünlüğü ve hukuk güvenliği bağlamında yaşanıyor. Özellikle kamuoyunda siyasi nitelikli görülen dava ve yargı süreçlerinin uzun tutukluluklar arasında sonuçlanmadan devam etmesi, bu noktada alt mahkemeler ve Anayasa Mahkemesi arasında “hak ihlali” bağlamında yargı hiyerarşisinin yıpranması, yargı süreçlerine hukuk dışı kişisel ve siyasi ilişkilerin eklemlenmesi ve yargı-siyaset ilişişiyle ile ilgili temel şikayetler muhafazakar siyasete karşı hukukun üstünlüğü bağlamında ağır meydan okumalar oluşturuyor.
Diğer yandan muhafazakar siyaset, ekonomi ve finans alanında piyasa temelli işleyişin yerine devlet/iktidar temelli müdahaleci politikalara öncelik verilmesiyle ülkede yoğun bir sermaye ve döviz açığının oluşması; bunun ekonomi üzerinde ağır bir döviz baskısı üretmesi bağlamında ayrı bir meydan okumayla karşı karşıya. Bu döviz baskısına karşılık vermek üzere izlenen para politikaları kapsamında döviz satış süreçlerinin yine “iktidar” merkezli işletilmesi, dolayısıyla bu süreçte yerleşik şeffaf ihale adımlarının göz ardı edilmesi, kamuoyuna “128 milyar” sorgulamasıyla yansıyan “finans politikalarında yerleşik kuralların ihlal edildiği ve hazinenin zarara uğratıldığı” yönünde farklı bir meydan okumayı gündeme getiriyor.
Muhafazakar siyasetin son dönemde kamuoyundaki en kritik meydan okumayı, organize suç örgütü soruşturması kapsamında aranan, yer altı dünyasının şöhretli ismi Sedat Peker’in “videoları”yla yaşadığı söylenebilir. Yurt dışına kaçan ve 2 Mayıs 2021’den bu yana periyodik olarak video - twitter paylaşımları yapan Peker, eski ve yeni siyasetçiler, bakanlar, gazeteciler ve iş insanları hakkında suç niteliği taşıyan ağır iddialarda bulunuyor. Peker bu paylaşımlarıyla bir yandan siyaset alanının mafyatik unsur, eylem ve ilişki ağlarına açık hale geldiğini; siyaset ve mafya arasında para - nüfuz ilişkilerinin oluştuğunu öne sürerek siyaset ve iktidar alanına yönelik “yozlaşma” iddiasına dayalı bir meydan okuma oluşturuyor. Diğer yandan yine bu paylaşımlarla, siyasi gücün ticaret alanında kişisel zenginleşme ve nüfuz aracı olarak kullanıldığı; siyaset ve ticaret arasında hukuk ve etik dışı ilişkilerin, çıkar ve nüfuz bağlantılarının geliştirildiği iddiasını gündeme getirerek siyaset ve iktidar alanı için “yolsuzluk” etraflı bir meydan okuma üretiyor. Öbür taraftan siyaset, iş dünyası ve medya arasında pahalı hediyeler-tatiller-ihale süreçleri etrafında hukuk-etik dışı ilişkilerin, aracılıkların, nüfuz ağlarının geliştirildiği, yargıyı etkileme mekanizmalarının biçimlendiği, siyaset ve medyanın kişisel çıkar için kullanıldığı iddiasını gündeme getirerek yine siyaset ve iktidara yönelik “rant ve rüşvet” temalı bir başka meydan okuma geliştiriyor. Bütün bu iddialara ilişkin Meclis araştırması veya yargı soruşturmasının başlatılmamış olması ise kamuoyunda “iktidarın siyaset ve yargıyı kontrol ettiği” yönünde başka bir meydan okumaya kapı aralıyor.
Muhafazakar siyaset için önemli meydan okumalardan bir diğeri, grup içi sınıfsal bir ayrışmaya yol açabilecek kritik uygulamalar olarak işaretlenebilir. Bu bağlamda özellikle iktidarın üst yönetim düzeylerinde çoklu maaş uygulamasının ve bürokratik kadro atamalarında sınırlı bir çevreye yoğunlaşmasının, muhafazakar siyaset içerisinde özelde bir orta sınıf ayrışmasını, daha genelde ise bir sosyal taban ayrışmasını olası bir meydan okuma olarak ortaya çıkardığı söylenebilir.
Bu noktada muhafazakar siyasetin daha önce geçirdiği “elit içi politik ayrışma” ve siyasal bölünmenin ilave bir meydan okuma ürettiğinden söz etmek mümkün. Siyasi parti düzeyinde gerçekleşen söz konusu bölünme bir yandan muhafazakar siyaset içerisinde toplumsal düzeyde bir ayrışmanın siyasal hatlarını biçimlendiriyor diğer yandan da muhafazakar siyaset içerisinde siyasi gücün ve enerjinin dağılmasına yol açıyor. İç gerilimler ve çekişmelere dayalı bu siyasi güç çözülmesi ise bir taraftan muhafazakar siyaseti, siyaset sahnesindeki diğer aktörlere daha fazla bağımlı hale getirirken öbür taraftan da muhafazakar siyasetin en temel tezi olan ekonomi, refah, demokrasi, hukuk, sivil toplum, özgürlükler ve dış politika düzleminde daha güçlü bir Türkiye iddiasını zayıflatıyor.
Bütün bunların ötesinde muhafazakar siyaset için belki de en büyük meydan okuma, doğrudan iktidar kurumundan geliyor. Başka bir ifadeyle muhafazakar siyasetin iktidar kavrayışından ve iktidar kurumuyla ilişki kurma biçiminden. İktidarın nasıl bir aygıt olduğu, onu nasıl kurumsallaştırmak, onunla nasıl ilişki kurmak gerektiği, iktidarın işleme biçimi, iktidar kurumunun diğer temel kurumlarla ilişkisi, iktidarın sağladığı imkan ve yol açtığı sorunlar, iktidarın kendi iç paradoksları gibi esasında iktidar nosyonuna dair kritik konularda muhafazakar siyasetin, iktidar süreçlerinden / durumlarından bağımsız, kuşatıcı ve tutarlı bir yaklaşım geliştiremediği söylenebilir. Gelinen noktada muhafazakar siyasetin, dönemsel ve konjonktürel bir iktidar fikrine yaslandığı; dolayısıyla muhalefet dönemlerinde sınırlı ve dengeli bir iktidar kavrayışı üzerinden siyaset ürettiği; iktidar dönemlerinde ise güçlü, merkezi ve yoğunlaşmış bir iktidar kavrayışına dayandığı; bu durumunsa muhafazakar siyasetin, küresel etki oluşturacak operasyonel / özgün bir iktidar ve yönetim modeli üretme iddiasını boşa çıkardığı ifade edilebilir. Bu haliyle muhafazakar siyaset için doğrudan iktidar kurumunun kendisinin tarihsel bir meydan okuma alanı oluşturduğunu ifade etmek mümkün. Bugün muhafazakar siyaset içerisinde, grup içi siyaset ilişkilerinin “Abdülhamid - İslamcılar” karşıtlığı üzerinden açıklanmasına yönelik yaygın eğilim, bu meydan okumanın en temel örneklerinden biri olarak görülebilir.
Sonuç itibariyle, bütün bu meydan okumaların, muhafazakar siyasetin toplumsal inandırıcılığını ve sahiciliğini, ilkesel ve normatif üstünlüğünü yıprattığı; dolayısıyla siyasi güç, etki ve nüfuz kapasitesini zayıflattığı söylenebilir. Bu meydan okumaların aynı zamanda, muhafazakar siyaset içerisinde ana eğilim olarak “içe kapanma, savunmada kalma, güce tutunma ve tepki” siyasetini ürettiği ifade edilebilir. Dahası muhafazakar iktidarı bir tür “Jordan Kuralları” tuzağına mahkum ettiği de aşikar.
Lisans eğitimini Marmara Üniversitesi’de, yüksek lisansını İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nde tamamladı. Doktorasını İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde yaptı. Karşılaştırmalı siyaset, siyasi sistemler, siyaset sosyolojisi, Türkiye siyaseti ve muhafazakar siyaset konularıyla ilgileniyor.