×
KÜRESEL

ANALİZ

Sivil Toplum Çağının Sonu: STK’lar Soğuk Savaş Sonrasındaki Gücünü Nasıl Kaybetti?

1990'lar, sivil toplum kuruluşlarının altın çağıydı. Son on yıldır sivil toplum alanında ve uluslararası STK sektöründe, çarpıcı bir dönüşüm, bir gerileme ve güç kaybı yaşanıyor. STK’lar Soğuk Savaş sonrasındaki gücünü neden kaybediyor?
1990'LAR, sivil toplum kuruluşlarının altın çağıydı. Uluslararası Af Örgütü, Greenpeace ve Oxfam gibi tanınmış grupların bütçelerini büyüttüğü ve küresel erişimlerini genişlettiği bir dönemdi. 1990 ile 2000 yılları arasında, hükümetten büyük ölçüde bağımsız olan ve kamu yararı amacıyla birden fazla ülkede faaliyet gösteren kâr amacı gütmeyen uluslararası STK'ların sayısı %42 arttı. Binlerce kuruluş kuruldu. Bu kuruluşların çoğu, liberal görüşleri savundu. STK’lar, sayıları arttıkça, önemli birer siyasi aktöre dönüştü. Yeni kurulan kuruluşlar, devlet politikalarını değiştirdi. 1992'de kurulan bir STK koalisyonu olan Uluslararası Kara Mayınlarını Yasaklama Kampanyası, 1997'de Mayın Yasağı Sözleşmesi'nin kabul edilmesi için büyük bir çaba gösterdi. Bu çabaları ona Nobel Barış Ödülü kazandırdı. 1993 yılında Berlin'de kurulan bir STK olan Uluslararası Şeffaflık Örgütü, yolsuzluk sorunlarının önemini gündeme getirerek, 2003 yılında BM Yolsuzlukla Mücadele Sözleşmesi'nin kabul edilmesine ivme kazandırdı. Sonraki yılların BM Genel Sekreteri Kofi Annan, 1993 Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda "21. yüzyıl STK'ların çağı olacak" dedi. Jessica Mathews, 1997 tarihli Foreign Affairs dergisinde yayımlanan etkili bir makalesinde, Soğuk Savaş'ın sona ermesinin beraberinde bir "güç kayması" getirdiğini savundu: Genellikle STK olarak resmileştirilen küresel sivil toplum, devletlerden yetki ve nüfuz elde ediyordu. Mathews, STK'ların giderek daha sıkı bir şekilde, kalkınma ve insani yardım sorumluluklarını üstlendiğini, uluslararası müzakerelerde hükümetleri zorladığını, çevre ve insan hakları gibi konularda politika gündemini belirlediğini öne sürdü.

Ancak bugün tablo oldukça farklı görünüyor. Uluslararası STK'ların sayısı durgunlaştı: 2010 ile 2020 yılları arasında sayıları yüzde beşten daha az arttı. Son yirmi yılda, kamuoyunun STK'ların erdemleri ve avantajları konusundaki şüpheleri derinleşti. Hükümetler, STK faaliyetlerini baltalamak ve zayıflatmak için stratejiler geliştirdi. STK'ları ayakta tutan birçok gelir akışı (Temmuz ayında resmen kapanan ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı -USAID) gibi) kurumaya başladı. STK sektörünün bir zamanlar sahip olduğu siyasi fırsat ve kapasite bugün daha azalmış durumda. STK'lar yalnızca önceki on yıllara göre güç kaybetmekle kalmadı. Devletler bu gücü geri aldı. Sonuç, STK'lar döneminin sonu oldu. Bu durum, STK’ların hizmetlerine güvenen insanlar için büyük bir kayıp; sivil toplumu, tehdit olarak gören otokratik hükümetler içinse bir nimet.

Sivil topluma yönelik eleştiri dalgası

Son on yıldır sivil toplum alanında,  uluslararası STK sektöründe, çarpıcı bir dönüşüm, bir gerileme ve güç kaybı yaşanıyor. STK'lar uluslararası aktörler olarak ilk kez öne çıktıklarında, ilkeli faaliyetlere olan bağlılıkları ve kâr amacı gütmeyen yapıları, onları hükümetlerden ve özel şirketlerden ayırıyor ve özerk kılıyordu. Örneğin, Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü, savunmasız bireyleri koruyarak ve insan hakları için daha katı uluslararası standartlar teşvik ederek küresel toplumda etkili bir varlık sergilediler. STK'lar ayrıca, uluslararası kurumlarda yeterince temsil edilmeyen vatandaşların ve çıkar gruplarının seslerini duyurarak küresel yönetişime önemli katkılar sağladılar. Bu tür katkı ve faaliyetlerin değerini fark eden uluslararası kuruluşlar, STK'ların erişimini önemli ölçüde genişletti. Ayrıca, STK'ların toplumsal alanda üstlendikleri işlev ve hizmetler, onları ulusal hükümetlerle iş birliğine götürdü. 1990'lardan hükümetler, dış yardım sağlamak için CARE International ve Mercy Corps gibi STK'lara giderek daha fazla güvenmeye başladı. Bütün bunlar, SKT’lara toplumsal ve küresel bir meşruiyet kazandırdı. Bu iyimser dönemde, STK'ların yükselişi, örgütlü sivil toplumun dünyayı daha iyi bir yer haline getirmesi, daha iyi hizmet sunumu sağlaması ve çevre, insan hakları, demokratikleşme, silah kontrolü konularında ilerici politika değişikliklerini etkilemek üzere bir fırsat olarak görüldü.

Ancak, yirmi birinci yüzyılın ilk yıllarına gelindiğinde, STK'lara yönelik eleştiriler artmaya başladı. Hem sağ hem de sol kanatta, STK'ların etkinliği, hesap verebilirliği, tarafsızlığı ve kapsamlı siyasi nüfuzu hakkında soru işaretleri belirmeye başladı. Bazı STK'lar reform girişimlerinde bulundu. Finansmanları ve karar alma süreçleri hakkında daha fazla bilgi paylaşmak için şeffaflık girişimleri oluşturdular. 2010'larda birçok grup, karar alma ve harcama yetkisini yerelleştirme politikasına dönerek kurumsal organizasyonlarını yeniden düzenleme yolun gitti. Ancak bu, STK'ların büyümesinde kilit rol oynayan Batılı ülkeler de dahil olmak üzere dünya liderlerinin STK faaliyetlerine şiddetle karşı çıkmasına engel olamadı. Avrupa Parlamentosu üyeleri, çevreci STK'ları yolsuzluk, şeffaf olmamak ve AB hedeflerine, değerlerine ve çıkarlarına aykırı çalışmakla suçladı. Almanya Başbakanı Friedrich Merz, hükümet fonu alan sivil toplum gruplarının "siyasi tarafsızlığını" sorgulayarak, bazılarını partizan faaliyette bulunmakla suçladı.

Eleştirilerin bir kısmı STK sektöründeki gerçek gelişmelere dayanıyor. Öncelikle, STK sayısı arttıkça, gruplar kaynaklar için rekabet etmek zorunda kaldı. STK’ların bağışçılardan fon sağlama, hükümetlere erişim ve medya üzerinden kamuoyunun dikkatini çekme rekabeti, onların hizmet sunumlarını ve savunuculuklarını aksatmaya, sivil misyonlarını zayıflatmaya başladı. STK'ların öncelikli olarak bağışçıları, medyayı ve siyasileri etkilemeye odaklandıkları algısı, böyle bir davranışın gerçekleşip gerçekleşmediğine bakılmaksızın, kâr amacı güden şirketlerden farklı oldukları fikrini, gönüllü kuruluş imajlarını zayıflattı. STK dünyası ayrıca önemli suistimal vakalarıyla sarsıldı. Örneğin, yoksulluğu azaltmayı amaçlayan uluslararası bir kuruluşun ulusal iştiraki olan Oxfam Great Britain, 2018'de Haiti'de bir cinsel istismar skandalına karıştı. Benzer skandallar, Plan International ve Kızılhaç tarafından yürütülen insani yardım ve kalkınma operasyonlarını da etkiledi. Savunmasız yardım alıcılarına yönelik bu etik dışı davranışlar, yalnızca bireysel STK'ların değil, tüm sektörün itibarı üzerinde kalıcı ve zararlı etkilere yol açtı. [Ayrıca STK’lar, ulusal hükümetlere yönelik siyasi operasyonlara ve müdahalelere karışmakla da suçlanmaya başladı.]

Bu durum, halkın ve kamuoyunun STK'lara olan güvenini zedeledi. Edelman Güven Barometresi'nin 28 ülkede 25 yıldır sürdürdüğü anketlerde, 2021 yılı, katılımcıların şirketlere, STK'lardan daha fazla güvendiklerini bildirdikleri ilk yıl oldu. 2025 yılında, şirketler STK'lar kadar etik ve çok daha yetkin olarak görüldü.

Hükümetlerin sivil toplumu zayıflatma stratejileri 

STK'lara yönelik bu eleştiriler, sektör için kötü bir siyasi döneme denk geldi. Soğuk Savaş sonrası dönemde egemen olan liberal düzende, bağışçı devletlerin ve uluslararası kuruluşların STK'lara desteği dünya genelindeki ülkelere yayıldı. Ülkeler (özellikle Afrika ve Doğu Avrupa'da) demokratikleştikçe, sivil topluma daha hoşgörülü yaklaştılar. STK'ların faaliyet göstermesine izin veren demokratik olmayan ülkelerin sayısı da 1990'larda arttı. Çin ve Zimbabve gibi ülkeler, STK'ların temel kamu hizmetlerini sunmasına izin vererek devlet kapasitelerini artırmaya çalıştı. Ancak demokrasiye yönelik tehditler arttıkça bu hoşgörü azaldı. Özellikle 2010'ların sonlarından bu yana, Hindistan, Endonezya ve Meksika gibi büyük ülkeler de dahil olmak üzere, demokratik haklar küresel olarak geriledi. Bu değişim, STK'ların daha sıkı denetlenmesi ve daha katı kısıtlanmasını beraberinde getirdi. Uluslararası STK'ların faaliyet gösterme kabiliyetleri demokratik olmayan ülkelerde daraldı veya tamamen ortadan kalktı. Ayrıca yerel sivil toplum grupları, uluslararası STK'larla işbirliği yapmaları nedeniyle yoğun baskılarla karşılaşmaya başladı.

Birçok otoriter hükümet artık STK'ların serbestçe faaliyet göstermesine izin vermenin demokratikleşmeye hatta rejim değişikliğine yol açacak baskılar yaratacağından korkuyor. Dahası, iktidarlarını korumak için sivil toplumu zayıflatmanın yollarını arıyor. STK faaliyetlerini baltalamak için stratejiler geliştiriyor. Rusya'da, Devlet Başkanı Vladimir Putin, 2006 yılında STK faaliyetlerine geniş kısıtlamalar getiren bir yasayı geçirdi. Bu kısıtlamalar arasında, hükümetin "Rusya Federasyonu için tehdit" olarak gördüğü herhangi bir STK'nın kaydını iptal etmesi ve faaliyetlerini yasaklaması da yer alıyor. Bu baskı, Moskova ile Batı arasındaki ilişkilerin kötüleşmesiyle birlikte geldi. Yine bu baskı, Putin'in, Batı yanlısı STK'ların 21. yüzyılın başlarında eski Sovyet devletleri ve Sırbistan'daki otokratik yönetime karşı bir dizi protesto hareketi olan Renkli Devrimler'i düzenlediğine ve Rusya'da da benzer protesto eylemlerini tetikleyebileceğine olan inancından kaynaklanıyordu. 2012 yılında Putin hükümeti daha da ileri giderek, siyasi faaliyette bulunan ve yabancı fon alan tüm STK'ların yabancı ajan olarak tanımlanmasını/konumlandırılmasını sağlayan bir yasa çıkardı. Bu yasa, STK'ları ağır mali raporlama yükümlülüklerine tabi tutuyor ve faaliyetlerinin hükümet tarafından izlenmesini sağlıyor. Yasaya göre ayrıca, STK’ların kendilerini kamuoyuna yabancı ajan olarak tanıtmaları gerekiyor ve bu da yerel kitleler nezdindeki güvenilirliklerini ve meşruiyetlerini zedeliyor. Rusya'nın söz konusu yabancı ajanlar yasası, Gürcistan, Macaristan ve Kırgızistan da dahil olmak üzere birçok ülkede benzer mevzuat için bir prototip haline geldi.

Siyaset bilimci Suparna Chaudhry'nin araştırmasına göre, son otuz yılda 130'dan fazla ülke uluslararası veya yabancı fonlu STK'lara kısıtlamalar getirdi. Bu kısıtlamalar, Rus yasalarındaki gibi külfetli, zorlayıcı idari kurallar getirmenin yanı sıra, yasal yaptırım, hapis cezası veya aktivistlerin şiddetli bir şekilde bastırılması için koşullar sunuyor. Bu tür baskılar altında, STK'lar insan hakları, yolsuzlukla mücadele, demokrasi, hukuk, çevre gibi siyasi açıdan hassas konularda çalışmakta zorluk yaşıyor. Örneğin Hindistan'da, Başbakan Narendra Modi hükümeti, 2014'ten bu yana binlerce yabancı fonlu STK'nın kayıtlarını iptal etti. Bu baskı, 2015 yılında yabancı bağış alması yasaklanan ve bunun sonucunda personel çıkarmak ve iki ofisini kapatmak zorunda kalan çevre grubu Greenpeace Hindistan gibi tanınmış kuruluşları hedef aldı. Hükümet, Hindistan'ın 2010 tarihli Yabancı Katkı Düzenleme Yasası'na atıfta bulunarak, Greenpeace'in yabancı fon aldığını, bunu gizlediğini (yanlış bildirdiğini) ve ayrıca örgütün "devletin ekonomik çıkarlarını olumsuz etkilediğini" öne sürdü. Grup, çevre kirliliği ve kömür madenciliğini protesto etmek için toplulukları örgütleme çabaları nedeniyle hedef alındığını iddia ediyor. Hindistan mahkemeleri bugüne kadar, Greenpeace'in ofislerini açık tutmasına izin verdi, ancak kuruluş birçok kampanyasını küçültmek zorunda kaldı. Bu arada Etiyopya'da araştırmacılar Kendra Dupuy, James Ron ve Aseem Prakash, 2009 yılında çıkarılan bir STK yasasının ülkedeki neredeyse tüm insan hakları örgütlerini kapanmaya zorladığını; kalanların da hak temelli savunuculuk çalışmalarını durdurarak onun yerine yalnızca eğitim ve yoksullukla mücadele programları gibi kalkınma hizmetleri sunmaya yöneldiğini ortaya koydu.

Bu dönemde, hükümetler, STK'ları zayıflatmak için daha dolaylı stratejiler de izliyor. Bu kapsamda, hükümetler, (kurucuları sivil vatandaş olarak görünseler de) kendi gündemlerini takip eden STK benzeri örgütler kuruyorlar. Örneğin, düşük kaliteli veya "zombi" uluslararası seçim gözlemcileri artık Azerbaycan, Güney Afrika ve Zimbabve gibi ülkelerde seçimleri gözlemliyor. Bu gruplar, serbest ve adil olmayan seçim yarışlarını gözlemlemekte, desteklemekte ve söz konusu ülke liderlerine, Carter Merkezi gibi daha güvenilir seçim gözlemcilerinin değerlendirmelerine itiraz etme olanağı sağlamakta. Hükümet tarafından organize edilen STK'lar ayrıca, baskıcı ülkeleri övmek üzere, BM Evrensel Periyodik İncelemesi kapsamında (üye devletlerin insan hakları siciliyle ilgili, dört yılda bir) yazılı raporlar sunuyor ve sözlü açıklamalarda bulunuyor. Bu hükümet-bağımlı STK’lar, sivil toplumun gerçek işlevinin suyunu bulandırıyor ve STK'ların kamuoyu nezdindeki meşruiyetini daha da aşındırıyor. 

Diğer taraftan, Küresel siyasette demokrasi dışı devletlerin (özellikle Çin ve Rusya) artan etkisi, hükümetlerin STK'ların gücünü kontrol altına almaya yönelik stratejilerinin yaygınlaşmasının önünü açtı. Siyaset bilimciler Christopher Adolph ve Aseem Prakash, gelişmekte olan ülkelerin ihracatlarını Batı'dan uzaklaştırıp Çin'e yöneltmelerinin, STK'ları baskı altına alma olasılıklarını artırdığını ortaya koydu. Pekin, Batı hükümetlerinin aksine, diğer ülkelere insan haklarını korumaları için baskı yapmak amacıyla ticari yaptırımlar kullanmıyor. Sarah Bush, siyaset bilimciler Christina Cottiero ve Lauren Prather, Rusya'nın 2000'lerin başından beri, seçimleri izleyen Batılı gözlemcilerinin meşruiyetine sürekli olarak nasıl şüphe düşürdüğünü ve ayrıca demokrasiyi teşvik çabalarını nasıl devlet egemenliğinin ihlali olarak nasıl kınadığını belgeledi. Moskova'nın çabaları sonucunda, Rusya ile daha yakın siyasi ve ekonomik bağları olan ülkelerin düşük kaliteli seçim gözlemcilerine ev sahipliği yapma olasılıkları daha da yüksek. 

Bütçeler kısılıyor

Hükümetler, STK'ların siyasi faaliyetlerini onaylamasalar bile, bu tür gruplara ciddi kısıtlamalar getirmekten genellikle çekinmişlerdir. Çünkü STK'lar kalkınma, sağlık ve insani yardım programlarını finanse eder ve uygular. Ancak şimdilerde bu teşvik artık değişiyor. Bütçe kısıtlamaları sıkılaştıkça, öncelikler çatıştıkça ve popülist muhalefet yoğunlaştıkça, hükümetler uluslararası STK'lar için önemli bir finansman kaynağı olan dış yardım harcamalarını azaltmaya başladı. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü'ndeki en büyük bağışçı ülkelerin dış kalkınma yardımları 2024'te yüzde yediden fazla düştü. Önemli kesintilerin devam etmesi de muhtemel.

Bu değişim, en dramatik şekilde, Amerika Birleşik Devletleri'nde, Başkan Donald Trump yönetiminin Ocak ayında göreve geldiğinden beri neredeyse tüm dış yardım programlarını kesmesiyle yaşandı. Ancak bu eğilim Trump'tan önce de vardı ve Amerika Birleşik Devletleri'nin ötesine de yayıldı. Kalkınma bütçeleri Avrupa'da da tehdit altına girdi. Bazı durumlarda baskı, Norveç ve İsveç'te olduğu gibi sağ partilerden gelirken, bazılarında ise merkezden ve soldan geldi. Resmi kalkınma yardımları açısından dünyanın en büyük ikinci bağışçısı olan Almanya, 2024 yılında ilerici, yeşil ve merkez sağ partilerden oluşan koalisyon hükümetinin liderliğindeki kemer sıkma politikası kapsamında hem insani yardımlarda hem de kalkınma yardımlarında ciddi kesintiler yaptı. Savunma harcamalarını artırması talep edilen yeni muhafazakâr başbakanın bu adımlardan geri adım atması pek olası görünmüyor. Birleşik Krallık, pandemi sonrası zayıf ekonomik toparlanmanın ortasında 2020'den beri dış yardım bütçesini kısıyor ve mevcut İşçi Partisi hükümeti de savunma harcamalarını artırırken daha fazla kesinti yapmayı bekliyor. Azalan büyüme ve artan kamu açığıyla karşı karşıya kalan Fransa da 2024'te denizaşırı kalkınma yardımı bütçesini önemli ölçüde azalttı. En son ABD hükümeti USAID ( ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı)’nı resmen kapattı.

Kamu harcamalarındaki kesintilere yanıt olarak bazı sivil toplum kuruluşları harekete geçebilir. Amerika Birleşik Devletleri'nde 70'ten fazla vakıf, Trump yönetiminin kesintilerinin yarattığı boşlukları doldurmak için "zamana ayak uydur" taahhüdünde bulundu. Bir grup özel bağışçı da, Trump hükümetinin USAID'i kapatmasının bir parçası olarak fonları dondurulan programlara kısa vadeli destek sağlamak için bir "geçiş fonu" oluşturdu. Ancak mevcut küresel finansal belirsizlik göz önüne alındığında, hayırseverlerin ve diğer özel bağışçıların büyük yatırımlar yapması zor bir dönem. Nihayetinde, özel sermaye devletlerin ekonomik kaynaklarıyla boy ölçüşemez.

Dünya çapında birçok kuruluş halihazırda personel azaltmaya başladı. STK’ların fon kaybı, insani yardım çalışmalarını, göçmen programlarını, aşı uygulamalarını ve diğer sivil faaliyetleri daha da kısıtlayacak. Bu durum, STK'ları, yalnızca faydalı hizmetler sağladıkları için faaliyetlerine izin veren baskıcı hükümetlere karşı savunmasız bırakıyor. Bu tür hükümetler, Kuşak ve Yol Girişimi aracılığıyla alternatif bir kalkınma yardımı kaynağı sunan Çin'e yönelebilir. Çin modeli, STK'ları içermiyor ve alıcı ülkelerin herhangi bir insan hakları veya demokrasi standardını karşılamasını beklemiyor. Sonuç olarak, Batı kaynaklarının onlara sağladığı değerden yoksun olan dünyanın birçok yerindeki STK'lar, özerk işlevlerini “değerden” çok “sorun” olarak gören hükümetlerin hedefi haline gelebilir. 

Gücün Geri dönüşü: Sivil toplum zayıflıyor

STK'lara yönelik artan halk şüpheciliği, hükümetlerin bu kuruluşları zayıflatmaya yönelik aktif çabaları ve azalan kaynaklar, STK'ların dünya siyasetindeki gücünü azaltıyor. Birçok durumda, devletler bu gücü kendi lehlerine geri aldılar. İnsan hakları gözlemcilerini sınır dışı eden bir hükümet, bilgiyi kontrol etme ve muhalefeti bastırma kabiliyetini artırır. Çevreci STK'ları kısıtlayan bir hükümetin, çevreyi kirletmesi ve yıkıcı ekonomik faaliyetlerde bulunması daha kolaylaşır. Ülke içinde aktif bir sivil toplum olmadan, bir hükümet, hukuki yükümlülüklerini veya toplumsal beklentileri yerine getiremediği durumlarda, toplumsal baskılardan ve uluslararası kuruluşların baskısından daha yalıtılmış hale gelir. Bu gelişmeler devletin gücünü artırıyor ve liberal normların küresel çapta gerilemesine katkıda bulunuyor.

STK'lar bu eğilimleri tersine çevirmek istiyorlarsa, artık işin çoğunu kendileri yapmak zorunda kalabilirler. Hükümetlerin dış yardım bütçelerini aniden genişletmesi veya artan hoşgörüsüzlüğün yakında daha dostane bir uluslararası ortama yol açması pek olası görünmüyor. STK'lar, geçmişteki birçok iyi işlerinden ve hatalarından ders çıkarma kapasitelerini vurgulayabilirler, ancak bu, meşruiyetlerini geri kazanmalarına ancak bir yere kadar yardımcı olacaktır. Kuruluşların ayrıca, mali raporlamalarını daha şeffaf hale getirmek ve yararlanıcılarına karşı hesap verebilirliklerini artırmak için gecikmiş reformları gerçekleştirmeleri gerekecek. Ve birlikte çalışırlarsa, STK'lar baskılara direnebilirler: 2013'te Kenya'da ve 2017'de Nijerya'da, sivil toplum grupları yabancı fonlu STK'lara yasal kısıtlamaların getirilmesini önlemek için başarılı kampanyalar düzenlediler.

Soğuk Savaş sonrasında STK'ların dramatik büyümesi, devletlerden sivil topluma bir güç transferi sağladı. Bu gelişme, çıkarları büyük ölçüde bu kuruluşların hedefleriyle uyumlu olan demokratik hükümetlere fayda sağladı. 2001'de eski ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, STK'ları demokrasiyi destekleme ve insan haklarını koruma da dahil olmak üzere ABD dış politika hedeflerine ulaşmada ünlü (ve tartışmalı) bir şekilde "güç çarpanı" olarak nitelendirdi. ABD ve Avrupa, STK faaliyetlerini destekleyen dış yardım bütçelerini azaltarak önemli bir etki kaynağından uzaklaşıyor. Zayıflamış bir STK sektöründen kazanacakları çok az şey var. Öte yandan demokratik olmayan hükümetler, liberal değerleri savunan örgütlerin bastırılmasında siyasi avantajlar görüyor.

Soğuk Savaş sonrası güç kayması, aktif ve kaynakları iyi olan küresel bir sivil toplumun dünyayı daha iyiye doğru değiştireceği konusunda iyimserlik yarattı. Ancak STK sektörü hiçbir zaman siyasi zorluklardan veya finansal kısıtlamalardan muaf olmadı. İyimserlerin öngöremediği şey, gücün sonunda geri dönebileceğiydi.


Bu yazı, Foreign Affairs’de, Temmuz 2025’te, “The End of the Age of NGOs?” başlığıyla yayınlandı. Kısaltılarak çevirilen metinde, editoryal düzenleme yapılmıştır.