ANALİZ
Türkiye-Afrika İlişkilerinin Yeni Boyutu: Güvenlik İşbirliği
2000’lerin başında sivil toplum çalışmaları üzerinden canlanmaya başlayan Türkiye Afrika ilişkileri, 2010’lu yıllarda siyasi ve ekonomik düzeyde önemli bir aşamaya ulaşmasının ardından bugün güvenlik bağlamında yeni bir boyut kazanmış durumda.
TÜRKİYE'NİN SON YİRMİ yıl içinde Afrika’ya yönelik gerçekleşen açılımlarının sürükleyici gücü, bizatihi Türk toplumu olageldi. Henüz diplomatik kurumların mevcut olmadığı dönemlerde Türk milletinin hayırseverliği, Türk bayrağını kıtada dalgalandırıyordu. Uluslararası ilişkiler literatüründe realistler ve liberaller arasında devlet dışı aktörlerin dış politika davranışlarına etkisine dair tartışmada sivil toplumun rolüne dair kıymetli bir örnektir bu. Türkiye Cumhuriyeti devletini kıtaya sürükleyen bu hayırseverlik, kamu kurumlarının uzun vadeli politikaları için bir zemin teşkil etmiştir. Bugün diplomatik misyonların icrası, dış yardımlar, siyasi ve askeri destekler, ticari faaliyetlerle tekâmül yolundaki bir Afrika politikasından söz edebilir noktaya ulaşmış bulunuyoruz.
Afrika ülkeleriyle ortaklık geliştirmek eski-yeni sömürgeci geleneksel iktidarların dışındaki ülkeler için büyük zorluklar içermekteydi. Dekolonizasyon sonrası kurulan yeni sömürgeci bağımlılık düzenleri, yeni bir ortaklığın kurulmasına izin vermiyor, sahada beliren yeni aktörün oyun dışı kalması için mevcut Afrikalı hükümetler bile feda ediliyordu. Afrika kıtasında 1950’lerden bu yana gerçekleşen 215 askeri darbenin pek çoğunun arkasında Sovyetler Birliği ve Çin gibi aktörlerin nüfuz alanını genişletme ihtimali yatıyordu. Buna mukabil Sovyetler Birliği (ve bugünkü Rusya) de kendi lehine olan askeri darbeleri desteklemekten imtina etmemiştir. Afrikalı siyasal sistemlerin zayıflığı, pretoryan mücadele ve etnik rekabetin pençesindeki bu ülkeler büsbütün dış nüfuza açık kalmışlar, nihayetinde uluslararası rekabetin gölgesi altında ezilmişlerdir.
Çin Halk Cumhuriyeti, yoğun Soğuk Savaş rekabeti nedeniyle Afrika ile siyasi münasebetler geliştirmek için 1990’ları beklemek zorunda kaldı. Bu düzeyde bir bağımlılıklar ortamında diplomatik-ticari-askeri bağlar kurma hedefi adına güçlü yatırımlar yeterli değil; güçlü siyasi irade, saha gerçekliğine uygun ilişki biçimi ve elbette uygun küresel koşulara ihtiyaç duyulmakta. Çin, günümüzde Afrika’da kaydettiği olağanüstü ilerlemeyi bu bileşenlere borçlu.
Peki küresel düzeyde ne değişti? Soğuk Savaş döneminde dünyanın büyük bir kısmı korunmacı bir pozisyonda kalarak muhtemel tehditleri bertaraf etme yolunu seçti. İki kutuplu rekabetin mağduru olmamak için yayılmacı tutumlardan uzak duran bu devletler için “hegemonik istikrar” yaklaşımı ehven kabul edildi. Fakat hem Soğuk Savaş’ın bitişi hem de uluslararası ekonomik düzendeki neoliberal değişimler dünyayı bir küreselleşme dalgasına maruz bıraktı. Devletler için etki alanını, ticaret ağını ve güvenlik komplekslerini büyütmek bir zorunluluk halini aldı. Hiçbir ülke oluşan yeni duruma kayıtsız kalamazdı. Bununla birlikte çok taraflılığın revaçta olduğu bu yeni dönemde geleneksel iktidarların hegemonyaları zayıflamaya başladı.
Çatırdayan nüfuz alanlarının yeni aktörlere alan açacağı beklenen bir durumdu. Afrika kıtasındaki rekabette değişen mevziler, kıtanın ihtiyaçlarına cevap verenlerle belirleniyor. Çin Halk Cumhuriyeti’nin 2000’lerde Afrika’da gösterdiği gelişimin arkasında, Avrupa ve ABD’nin artık vermediği kredi ve borçları sağlaması vardı. Ayrıca dış yardımlarıyla pek çok ülkenin çehresini değiştirecek adımlar atmıştı. Rusya ise 2010’lardan itibaren başta terör olmak üzere büyük tehditlere maruz kalan Afrika ülkelerinin güvenlik partneri olarak ortaya çıkmıştı. Afrika kıtasının en önemli silah tedarikçisi (%49) olan Rusya, paralı asker grubu Wagner’i de sahaya sürerek güvenlik işbirliğine yeni bir boyut kazandırdı. Özel güvenlik şirketleri ya da paralı askerler, devletler için büyük etkinlik alanı ve düşük sorumluluk anlamına geliyor. Rusya bu aracı en etkin kullanan devletlerden biri.
Türkiye’nin kıtaya dahil oluşu ise 2000’li yıllarda yoğunlaşan insani yardımlarla mümkün oldu. Pek çok Türk sivil toplum kuruluşu Afrika kıtasına Türkiye’nin diplomatik misyonlarından, resmî kurumlarından önce gelmişti ve faaliyetlerini yürütüyordu. Dolayısıyla dış politikaya bir anlamda istikamet veren, Afrika’ya çeken Türkiye’nin hayırseverleri ve sivil toplum olmuştur. Elbette Afrika politikasının şekillenmesini sağlayan ikinci faktör ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ikili ve çoklu ilişkileri güçlendirmek amacıyla yürüttüğü sıcak ve doğrudan diplomasi ile kıtaya gerçekleştirdiği onlarca resmi ziyaret. Erdoğan’ın Afrika konusunda ortaya koyduğu irade bu kıtaya yönelik çok boyutlu çalışmaların lokomotifi oldu. Erdoğan’ın girişimleriyle gerçekleştirilen Türkiye-Afrika zirveleri, karşılıklı ilişkileri değişen temalarla aşama aşama bugüne getirdi.
2008 yılında gerçekleştirilen 1. Türkiye-Afrika Zirvesi ile siyasi ilişkilere ilk defa somut bir rota çizildi. Bu yıla kadar Afrika açılımı adına pek çok yeni adım atılsa da siyasi ilişkilere dair en çok ses getiren girişim bu zirvedir. Bu dönemde Türkiye’nin kıtada “stratejik ortak” olarak algılanması sağlandı. Karşılıklı ziyaretler ve siyasi iradeyi belgeleyen anlaşmaların imzalanması bu dönemde hız kazandı. Daha sonraki atılımların diplomatik temsil ve ticari girişimlerle şekilleneceği öngörülmekteydi. 18-21 Ağustos 2014 tarihlerinde Ekvator Ginesi’nin başkenti Malabo’da düzenlenen ikinci zirve, Türkiye-Afrika ortaklığının kurumsallaştığını ilan ederken özellikle ticari alandaki gelişimin ipuçlarını vurguluyordu. Böylece gelişmekte olan siyasi ilişkilere paralel olarak ticari faaliyetlerde de gözle görülür bir artış yaşandı. Kıta ile toplam ticaret hacminin 21 milyar doları aştığı söz konusu aşamada TİKA, AFAD, Yunus Emre Enstitüsü, Türkiye Diyanet Vakfı, Anadolu Ajansı, Türk Hava Yolları gibi kurum, kuruluş ve şirketlerin özellikle Sahraaltı Afrika’da etkinlik kazandığı bilinmektedir. 2022 yılında iki taraf arasında toplam ticaret hacminin 35 milyar doları geçtiği dikkate alınırsa verimli bir politika izlendiği görülür. Dolayısıyla ilk iki zirvede önce ikili ve çoklu siyasi ilişkilerin, sonra da ekonomik ilişkilerin ön plana çıktığı anlaşılıyor. 3. Türkiye-Afrika Ortaklık Zirvesi’nde ise politik ve ekonomik ilişkilere, “güvenlik işbirliği” ile üçüncü bir boyut daha eklenmiştir. Aralık 2021’de gerçekleşen zirvede "Birlikte Kalkınma ve Refah için Güçlendirilmiş Ortaklık" teması belirlendi, birlikte işbirliği projelerinin hayata geçirilmesi konusunda mutabakat sağlanan beş temel alanın ilki güvenlik oldu. Genel oturumlar ve yüksek düzeyli ikili görüşmelerde sık sık gündeme getirilen güvenlik konusu, müzakereler sonucunda antlaşmalar ve mutabakat metinlerinde yer aldı. Askeri eğitim ve danışmanlık, terörle mücadele kapsamında polis gücünün eğitilmesi, Afrika Birliği ile güçlü bir güvenlik ortaklığı, güvenlik sorunlarının çözümünde güçlü siyasi, ekonomik ve bilimsel destek verilmesi gibi hususlar zirvenin sonuç bildirgesinde yer aldı.
3. Türkiye-Afrika Ortaklık Zirvesi’nde ortaya çıkan tabloda da net şekilde görüldüğü gibi güvenlik işbirliği, yeni dönemde siyasi ve ekonomik işbirliği gibi iki taraf arasındaki münasebetlerin en önemli konuları arasına girmektedir. Türkiye’nin, Sahraaltı Afrika’daki güvenlik diplomasisi uzun vadeli ve kurumsal bir gelişim seyri içinde. Türkiye’nin, kıtadaki olumlu imajını koruma hedefine dayanan temkinli tavrı, yerini başta terör ve iç savaş tehdidi gibi ihtiyaçlara cevap vermeye destek kararlılığına bırakmış durumda. Terörle mücadele konusundaki tecrübesini savunma sanayiindeki gelişmeyle birleştiren Türkiye, kıtlık ve susuzluk gibi kronik problemler gibi Afrika’daki güvenlik sorunlarına da kayıtsız kalmıyor. Kıta ile ilişkilerinin insani yardımla başladığı düşünülürse, söz konusu işbirliğinin ekonomi ve güvenlik ekseninde insandan devlete doğru genişletildiği anlaşılmaktadır.
Güvenlik işbirliği konusunda Türkiye’nin en aktif tutumu Somali ve Libya’da sergiledi. Somali’de terör, Libya’da Kaddafi sonrası ayrılıkçı şiddetin yükselişi sonucu devlet otorite ve egemenliği tehlikeye düşmüştü. İki ülkede de gerçekleştirilen askeri müdahaleler, egemenlik buhranı yaşayan iki devletin otoritesini yeniden tesis etme ve çatışmayı sonlandırma amacı taşımaktaydı. Türkiye’nin güvenlik sahasında Afrika ile işbirliğini genişletmek için bugün hem elverişli araçları hem de kıtada güven veren bir imajı var. Savunma sanayii alanındaki gelişmeler ve pazar arayışı doğal olarak firmaları Afrika ülkelerine sevk ediyor. Türkiye’yi bu konuda bir cazibe merkezi haline getirecek olan faktör sadece savunma sanayiinde alınan mesafe değil, Türkiye’nin silah tedarikinde yalnızca devletleri muhatap alması ve devlet dışı aktörlere destek vermemesi. Böylelikle Afrika’da devlet otoritesini esas alan ilkeli bir aktör olarak kök salmakta. Askeri eğitim ve danışmanlık, teknoloji transferi, bakım-destek hizmeti, askeri üsleşme ve askeri yardım gibi alanlarda işbirliği faaliyetlerinin bu çerçevede artarak devam etmesi bekleniyor. Türkiye’nin Sahraaltı Afrika’daki ilişkilerine kazandırılan bu yeni boyut gelişimi, araçları, aktörleri ve gelecek eğilimleriyle hem Türk dış politikasında hem de küresel-bölgesel düzeyde değişimlere yol açacak öneme sahip. Hegemonik ilişkilerin daraldığı veya değişime uğradığı böyle bir süreçte Türkiye’nin Afrika kıtasında güvenlik aktörü rolü edinmesinin gelecek açısından belirleyici bir anlam ve nitelik kazanabileceği unutulmamalı. Türkiye’nin güvenlik işbirliği eğilimi, Afrika politikasını tamamlayacak ve kıtadaki rekabette geleneksel-yeni tüm rakiplerine karşı elini güçlendirecektir.
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler, Dr.