ANALİZ
Starmer Britanya’yı Kurtarabilir mi? –II
İngiltere’nin ekonomik olarak canlanmaya, bunun içinse siyasi reformlara ihtiyacı var. Tüm kamu hizmetleri zor durumda. Bölgeler arası eşitsizlik hat safhada. Bütün bu sorunlar ülkedeki memnuniyetsizliği canlandırıyor. Refah ve güç arasındaki denge yeniden kurulmak zorunda.
2016 Brexit referandumunda Johnson ve diğer savunucuları, seçmenlerin küçük bir çoğunluğunu Brüksel ile bağları koparmanın "Küresel Britanya"yı refah ve başarı zirvesindeki doğal yerine geri getireceğine ikna etmişti. Aslında bu vizyon, Britanyalılığın ufuklarının genişlemesinden çok daralmasıydı. Yeni canlanan ve başlangıç aşamasındaki bir İngiliz milliyetçiliği tarafından yönlendiriliyordu. Çok kültürlü Londra, İskoçya ve Kuzey İrlanda topraklarına pek cazip gelmiyordu; hepsi de AB'de kalmak için oy kullandı, tıpkı Galce konuşan Galler gibi. Ancak Johnson'ın İngiliz vatandaşlarının çoğu bu İngiliz milliyetçiliği ve Küresel Britanya önerisine ikna oldu. Aralık 2019 seçimlerinde Brexit anlaşmasının tamamlanmasından sadece yedi hafta önce Johnson’a büyük bir parlamento çoğunluğu kazandırdı.
Brexit kadar hızlı parlayan başka bir siyasi proje düşünmek zordur. Haziran ayında, tarafsız Resolution Foundation, “Yavaş Şeritte Yaşam” başlıklı bir raporda, “2019'dan bu yana, İngiltere'nin emtia ihracatındaki göreceli performansının düştüğünü” ortaya koydu. İhracatın yıllık sadece %1,1 oranında büyüdüğünü, bu oranın Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü üyelerinin ortalamasının sadece beşte biri olduğunu gösterdi. Bu tür bir çöküşün nedenleri sır değil: Dünyanın en büyük tek pazarını terk etmeyi seçmenin bir bedeli var. Raporda özetlendiği gibi, Birleşik Krallık Brexit öncesi pazar payını korumuş olsaydı, ihracatı 2019 ile 2022 arasında 4 milyar dolar azalmak yerine 64 milyar dolar artacaktı.
İngiliz ekonomisi giderek artan bir şekilde finans, hukuk, teknik ve reklam hizmetleri ihracatıyla ayakta duruyor. Bu ihracatın büyük bir kısmı ABD'li şirketlere yapılıyor. ABD’li şirketler, bu tür işleri İngiliz firmalarına ve özellikle de özel sermaye şirketlerine yaptırıyor. Bu durum İngiltere’deki bankacılar, avukatlar, reklam yöneticileri ve yönetim danışmanları için çok iyi, ama çiftçiler, imalat işçileri ve sıradan tüketiciler için hiç de öyle değil. Kaybedenler kazananlardan çok daha fazla: Mart ayında Bütçe Sorumluluk Ofisi, Brexit'in üretkenlikte uzun vadede yüzde dörtlük bir düşüşe yol açacağı yönündeki tahmininin gerçekleştiğini belirtti. Bu, 1950'lerden bu yana yaşam standartlarındaki en kötü düşüşe katkıda bulunan birçok faktörden biri.
Bu yıkıcı etkilerin ortasında, İngiliz siyaset sınıfında çok az kişi bugün “ Brexit’in B’sini” söylemeye istekli görünüyor. 2016'daki oylamada Ayrılma yönünde oy kullananların sadece yüzde 18'i bugün Brexit'in iyi gittiğini düşünüyor.
Starmer yeni başbakan olarak, sadece Brexit'in kendisini değil, Brexit'in içinde yer alan çözülmemiş tüm İngiliz kimliği sorularını da görmezden gelme eğiliminde olacak. Sağlık ve sosyal bakımdan polis ve hapishanelere, su ve kanalizasyondan okul ve kütüphanelere ve hatta nüfusun büyük bir kısmı için temel beslenmeye kadar ülkenin neredeyse tüm kamu hizmetleri zor durumda. Ülkenin acilen büyük miktarlarda kamu yatırımına ihtiyacı var. Ancak İşçi Partisi, Muhafazakarlardan devraldığı mali kısıtlamaları kabul etti. Buna göre hükümet borçlanması GSYİH'nin yüzde üçü ile sınırlandırılacak ve toplam hükümet borcunun düşmesi hedeflenecek. Ayrıca Starmer hükümeti, “çalışan insanlar” için vergileri artırmayacağını açıkladı. Bu çemberin içini doldurmak son derece zor. Bu nedenle, Starmer büyük ölçekli siyasi reformların karşılanamayacak bir lüks olduğunu düşünebilir.
İçi boşalmış İmparatorluk
Ancak Starmer yakında kaçınılmaz gerçekle yüz yüze gelecek ve Birleşik Krallık’ın yapısal sorunlarıyla yüzleşmeden ülkenin ekonomik sorunlarını çözemeyeceğini bir kez daha görecek. Öncelikle, İşçi Partisi'nin yeni genişleyen seçmen kitlesine sunması gereken kamu hizmetlerindeki acil iyileştirmeleri finanse edebilmek için büyümeye ihtiyacı olacak. İronik bir şekilde, dünyanın geri kalanıyla ticareti daraldığı için Birleşik Krallık 2019'dan bu yana Avrupa pazarlarına daha bağımlı hale geldi. Çözüm çok açık: Hükümet, AB ile ticaretine verdiği zararın en azından bir kısmını geri almak zorunda.
Bir şeylerin değişmesi gerekiyor ve değiştiğinde, Brexit'in gündeme getirdiği tüm büyük sorular (egemenlik, Birleşik Krallık'ın post-emperyal dünyadaki yeri, ülke demokrasisinin eskimiş doğası, Krallık içerisindeki üye uluslar arasında var olan gerilimler) yeniden masaya yatırılacak.
Starmer'ın birliğin içler acısı durumunu görmezden gelmesine engel olan ikinci neden, güç ve refah arasındaki sıkı bağlantı. Ülkenin siyasi gücü zayıf bölgeleri -kabaca İngiltere'nin kuzey bölgesi, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda- aynı zamanda en yoksul bölgeleri. Ulusal ve bölgesel kızgınlık duyguları, farklı ayrılıkçılık biçimlerine kanalize edilmiş vaziyette (Kelt kenarlarındaki bağımsızlık hareketleri veya İngiltere'nin AB'den "bağımsızlığı" gibi). Ancak bunlar, ülkenin uçurumlarla dolu coğrafi eşitsizliklerinden gelen ortak köklere sahip.
Ekonomist Philip McCann'a göre Birleşik Krallık, dünyadaki “bölgeler arası eşitsizliğin en yükse olduğu, yüksek gelirli bir ülke”. Ve bu uçurumlar son yıllarda giderek genişliyor. 2019'da Londra'da kişi başına düşen GSYİH 73.000 dolardı; bu, İskoçya ve doğu İngiltere'de sadece 38.000 dolardı. Londra’daki rakamlar, İskoçya ve doğu İngiltere'den neredeyse % 90 daha yüksek. Üretim ihracatını düşürürken hizmet ekonomisinin gelişmeye devam etmesine izin veren Brexit, bu bölgesel eşitsizlikleri daha da derinleştirdi. Sadece İngiltere'nin kendi içinde, güneydoğu ile zayıf kuzey arasındaki servet farkının 2030 yılına kadar kişi başına 290.000 dolara ulaşması bekleniyor.
Boris Johnson bile bunun farkına varmıştı. Johnson'ın en önemli iç politikası, tüm bölgeleri zengin güney bölgelerinin standartlarına getirmek olan “eşitleme” idi. Ancak ne o ne de halefleri bu hedefe ulaşmak için pek bir şey yapamadı. Mart ayında, tüm partilerden oluşan parlamento Kamu Hesapları Komitesi'nin hazırladığı bir raporda, "eşitleme gündemi" için ayrılan fonun sadece yüzde onunun harcandığı ve Muhafazakar bakanların fonlamanın neleri başardığına dair "ikna edici kanıtlar" sunamadığı tespit edildi. Bu başarısızlıklar yalnızca yetersizliğin ürünü değil; aynı zamanda tepeden inme bir post-emperyalist devletin, üye uluslarına ve ihmal edilmiş bölgelere gerçek iktidarı devredemediğini de gösteriyor.
İşçi Partisi'nin bu konulara kör olduğu söylenemez. Parti, 2022 yılında, Birleşik Krallık'ın ekonomik durgunluğu ile yönetim biçimleri arasında tam da bu bağlantıyı kuran Birleşik Krallık'ın Geleceği Üzerine Brown Komisyonu'nun bulgularını yayınladı: “Bu başarısızlığın temelinde”, ‘milyonlarca insanın (komisyonun ifadesiyle, “kendilerini giderek ‘kendi ülkelerinde ikinci sınıf vatandaş olarak gören’ insanların”), ihmal edildiklerinden, görmezden gelindiklerinden ve görünmez olduklarından şikayet etmelerine yol açan, reformdan geçmemiş, aşırı merkeziyetçi bir yönetim şekli’ yatmaktadır.” denildi.
İmparatorluğu kurtarmak
Starmer hükümetinin kabul etmesi gereken şey, Birleşik Krallık'ın geri döndürülemez bir şekilde değişmiş olduğu. Büyük tarihi güçler tarafından kurulmuş ve bir arada tutulmuştur: Britanya İmparatorluğu'nun gelişimi, Protestan (ve açıkça Katolik karşıtı) bir kimliğin oluşturulması, Sanayi Devrimi, on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda İngiliz ordularının görünürdeki yenilmezliği, "ilişkilendirilebilir" bir monarşinin başarılı bir şekilde icat edilmesi ve savaş sonrası bir sosyal demokrasinin inşa edilmesi. Tüm bu istikrar sağlayıcı dinamikler zaman içinde ortadan kaldırıldı. İmparatorluk artık yok; Birleşik Krallık artık Protestan veya çoğunluğu Hristiyan bir ülke bile değil; sanayi üssü Thatcher döneminde terk edildi; askeri güç günleri çoktan geride kaldı; Kraliçe Elizabeth'in ölümüyle monarşi tarihteki yerini kaybetti ve İngiliz sosyal demokrasisinin birçok başarısı Muhafazakarlar tarafından yok edildi.
Hala, pek çok farklı ulusal, bölgesel ve etnik kimliğe sahip bir yerin çeşitliliğinden zevk alan ve Avrupa'dan ve daha uzaklardan gelen ticarete ve insan sermayesine yeniden açılarak potansiyel ekonomik güçlerini kullanan yepyeni bir birlik türü hayal etmek mümkün. Ancak Starmer ve hükümeti, ülkeyi geriye götüren şeyin, Brüksel'deki hesap vermeyen bir Avrokrasi değil, Londra'daki aşırı merkezileşmiş bir hükümet olduğunu kabul ederek işe başlamak zorunda. Bu hükümet, vaktiyle büyük ölçüde sessiz tebaadan oluşan uzak bir imparatorluğu yönetmek için yaratılmıştı ve şimdi ise kendi hayatları üzerinde kontrol sahibi olmak isteyen vatandaşların olduğu küçük bir adayı yönetiyor.
Starmer, imparatorluğun yok olmaya yüz tuttuğu on yıllar boyunca birliği ayakta tutan ve ülkenin her köşesindeki sıradan insanlara somut bir ortak aidiyet duygusu veren sosyal demokrasiyi yeniden inşa etmeye çalışacaktır. En azından ilkesel olarak, Birleşik Krallık için tek uygulanabilir geleceğin, gücün uluslara ve bölgelere (ve buralarda yaşayan insanlara) aktığı federal bir demokrasi olduğunu anlaması önemli.
Starmer daha da ileri gidip birliği yeniden icat edebilir mi? Görünürlerde, bu görevi üstlenmek istediğine ilişkin açık bir emare yok. Ülkenin farklı birçok noktasında elde ettiği seçim zaferini, krallığın gerçekten de hala birleşik ve sağlam olduğunun kanıtı olarak görmeye daha istekli. Hükümet yönetiminde nezaket, liyakat ve tutarlılığın geri getirilmesinin aynı zamanda Britanyalılığın kendisine duyulan gururun geri getirilmesine de hizmet edeceğini düşünüyor.
Kısa vadede, haklı olabilir. Genel olarak ülkede bir rahatlama ve yenilenme duygusu yaşanacak. Ancak toplumlar, kamu hizmetlerinde iyileşme, yoksullukta azalma, üretkenlik ve ücretlerde artış görmeye başlamadıkça bu rahatlama ve yenilenme duygusu uzun sürmeyecek. Bunlar ise ülkenin hem iç işleyişinde hem de Avrupa ile ilişkilerinde geniş kapsamlı değişiklik olmadan gerçekleşmeyecek. Ülkeyi böylesine derin bir çukura sokan aynı siyasi sistemler onu çıkarmak için yeterli olmayacak. Bunlar, Birleşik Krallık'ı kademeli olarak AB'de ait olduğu yere geri getirmek; Ulusal Sağlık Hizmeti gibi kurumlara duyulan gururu yeniden tesis etmek; birlik genelindeki insanları ülkenin geleceğinde eşit pay sahibi olduklarına ikna etmek gibi amaçları gerçekleştirmek için uygun değiller.
Starmer, Birleşik Krallık'ın cılız demokrasisinin radikal bir şekilde yenilenmesinin, cılız ekonomisinin enerjik bir şekilde canlanmasıyla besleneceği bir erdemli döngü yaratmak zorunda. Ancak erdemli bir döngü yoksa, kısır bir döngü oluşur. Siyasi hayal kırıklığı hızla tekrar ortaya çıkacaktır. Dört milyondan fazla kişi Farage'ın aşırı sağcı Reform Partisi'ne oy vererek parti oylarını %14'e taşıdı.
Starmer halkın öfkesini daha uzun vadeli bir iyimserliğe dönüştüremezse, Farage'ın beslendiği sert İngiliz milliyetçiliği bu umutsuzluktan beslenecektir. Geleneksel muhafazakârlık böylesine derin bir kargaşa içindeyken, İngiliz siyasetinin sağ kanadının MAGA tarzı bir ele geçirmeyle sonuçlanma potansiyeli var. Bunun sonuçlarından en önemlisi, ülkeyi Avrupa'ya geri götürmeye yönelik her türlü hamlenin engellenmesi olacaktır. Bu da İskoçya, Kuzey İrlanda ve Galler'deki ayrılıkçı hareketleri yeniden canlandıracaktır.
İşçi Partisi iktidarı, Birleşik Krallık'a kendini yeniden inşa ederek kurtulma şansı verdi. Bu şans, ülkede işlerin yürüyüşüne ilişkin çok derin bir hayal kırıklığı havuzundan doğdu. Starmer, zaferinin Birleşik Krallık'ın kırgınlıklarının bir sonucu olduğu gerçeğini kavrarsa, bunu düzeltme cesaretine sahip olacak. Aksi takdirde ülke düzeltilemez bir hale gelebilir. 200 yıldır ülkeyi domine eden parti çöktü. Aynı şeyin ülkenin başına gelmeyeceğini hayal etmek saflık olur.
Bu yazı, Foreign Affairs’te“Can Starmer Save Britain?” başlığıyla yayımlanmıştır. Kısaltılarak hazırlanan yazının çevirisinde editoryal düzenleme yapılmıştır.