×
İNGİLTERE

ANALİZ

Starmer Britanya’yı Kurtarabilir mi? –I

Starmer iktidarın dizginlerini sıkı bir şekilde kavramış olsa da önündeki yol oldukça engebeli. İngiltere’nin sosyal ve siyasi temellerini yavaş ama amansız bir şekilde aşındıran derin sarsıntılar, yüzeyin altında gürlemeye devam edecek.
ANKETLER AYLARDIR bu sonucu öngörse de Birleşik Krallık'ta 4 Temmuz'da yapılan genel seçimlerin sonucu şaşırtıcı oldu. Bu tablo Muhafazakâr Parti'nin 190 yıllık tarihindeki en kötü seçim performansıydı. Oy oranının neredeyse yarısını ve parlamentodaki 250 sandalyesini kaybetti. Bir eski başbakan (Liz Truss), dokuz kabine bakanı (savunma, eğitim ve adalet bakanları dahil) ve diğer önde gelen Muhafazakâr figürler, beklenmedik bir şekilde, Avam Kamarasındaki koltuklarını kaybetti. Bu sadece görevden ayrılan Başbakan Rishi Sunak'ı değil, Muhafazakâr Parti'nin son 14 yıllık iktidarını da sarsan bir öfke dalgasıydı ve kulakları sağır eden bir kükreme ile etkisini gösterdi.

Hiçbir demokraside bir iktidar partisinin bu kadar çabuk zaferden (Boris Johnson 2019'da büyük bir çoğunluk kazanmıştı) felakete savrulduğu görülmedi. Bunun nedenleri çok açık: Avrupa Birliği'nden başarısız bir çıkış, sosyal ve ekonomik gerileme, kurumsal çürüme, etkisiz ve kimi zaman felakete yol açan liderler, Johnson'ın anarşik maskaralıkları ve Truss'un aşırı neoliberal ekonomi ile yaptığı talihsiz ve kısa ömürlü deney... Son on buçuk yılda, Birleşik Krallık'ın son demlerini yaşadığına dair yaygın his, yükselen İngiliz ulusçuluğu ve farklı şekillerde birliği parçalamakla tehdit eden İskoç, Galli ve İrlandalı ayrılıkçılığına yansıdı. Seçmenler bu kötü gidişattan kimi sorumlu tuttukları konusunda dünyayı hiç şüpheye düşürmediler.

Madalyonun diğer yüzünde ise Keir Starmer liderliğindeki İşçi Partisi, 413 sandalyeye sahip oldu ve Tony Blair'in 1997'deki tarihi zaferini tekrarlamaya çok yaklaştı. İşçi Partisi, daha beş yıl öncesinde  içinde bulunduğu düşük durumdan, sadece yeniden dirilmekle kalmadı; aynı zamanda bir coşkunluk cennetine yükseldi. Starmer liderliğindeki parti, 2019'da Johnson'ın tuhaf cazibesi ve Brexit'i gerçekleştirme vaadi karşısında kaybettiği işçi sınıfı seçim bölgelerinden oluşan "kırmızı duvar"ın çoğunu yeniden ele geçirdi. Ayrıca yüzyıl boyunca bağımsızlık yanlısı İskoç Ulusal Partisi'nin tımarhanesi haline gelmiş görünen İskoçya'da hakimiyetini yeniden kazandı. Galler'de de 32 sandalyenin 27'sini elde etti.

Dolayısıyla yeni İşçi Partisi hükümeti, Blair'den bu yana hiçbir selefinin yapamadığı şekilde, gerçek anlamda "Britanyalı" bir hükümet olduğunu ileri sürebilir. Kısa vadede, ülkenin parçalanması tehdidi şüphesiz azaldı. Özellikle kaotik Muhafazakâr hükümetler serisini başlatan Johnson yönetimindeki Birleşik Krallık, eski Başkan Donald Trump yönetimindeki ABD ile aynı performatif, kişilik odaklı gerici siyasetin büyüsü altında gibiydi. Şimdi ise pragmatik ve karizmatik Starmer'ın göreve gelmesi, İtalya ve Fransa'dan Hollanda ve İsveç'e kadar pek çok Avrupa demokrasisinde aşırı sağa doğru olan eğilimi tersine çeviriyor. Bu da merkezin her şeye rağmen ayakta kalabileceği umudunu veriyor. Bu rahatlama Birleşik Krallık kıyılarının çok ötesinde de duyulacaktır.

Her ne kadar bu sonuçlar ezici olsa da çok büyük bir uyarıyı da beraberinde getiriyor. İşçi Partisi'nin yüzde 34'lük genel oy oranı aslında oldukça düşüktü. Bu oran, 2019'daki kötü sonuçlara kıyasla yüzde ikiden daha az bir artış gösterdi. Muhafazakârları iktidardan düşüren popüler öfke, Starmer'ın ülkeyi kurtarabileceğine olan inançtaki artışla eşleşmiyor. Starmer büyük çoğunluğunu, tek tek seçim bölgelerindeki nispeten küçük değişikliklerden sandalye sayılarında çarpıcı ulusal dalgalanmalar yaratabilen ilk tur seçim sisteminin kaprislerine borçlu. Aynı şekilde, sadece beş yıl içinde Muhafazakârlar ve İşçi Partisi'nin göreceli servetlerindeki muazzam değişim, Birleşik Krallık'ın ne kadar değişken olduğunu gösteriyor.

Starmer iktidarın dizginlerini sıkı bir şekilde kavramış olsa da önündeki yol halen engebeli. İngiltere’nin sosyal ve siyasi temellerini yavaş ama amansız bir şekilde aşındıran derin sarsıntılar, yüzeyin altında uğuldamaya devam edecek. Kampanyada pek dile getirilmese de Brexit fiyaskosu, Starmer'ın ekonomik büyüme için çılgınca çabalamasını ciddi şekilde kısıtlayacak ve bu olmadan yenilenme vaadinin içi hızla boşalacaktır. Yaşam standartları ciddi bir düşüş içinde, bu da sosyal bölünmeleri artırıyor ve güney İngiltere ile Birleşik Krallık'ın geri kalanı arasındaki uçurumu derinleştiriyor. Ayrıca, büyük miktarda yeni nakit girişi olmadan, kamu ve sağlık hizmetlerinin baş gösteren çöküşü, kolektif bir İngiliz kimliğinin kalan birkaç kaynağından bazılarını yok etme tehdidinde bulunuyor.

Bu zorlukların hiçbiri, temel hükümet sisteminde radikal bir reform yapılmadan aşılamaz. Londra yıllardır büyük ölçekli sorunları çözme ya da bütün vatandaşlara merkezi iktidar kurumlarının kendilerine ait olduğu inancını verme konusunda yetersiz olduğunu gösterdi. 2016'da Brexit referandumunu Ayrılma taraftarlarına ait kazanan sloganın (Kontrolü Geri Al) bu kadar etkili olmasının nedeni, demokrasi vaadine, yani gösteriyi halkın yönettiğine olan inancın gerçek anlamda yitirildiğini ortaya koymasıydı. O zamandan bu yana Britanya siyasetinin çılgınca savrulan gidişatı, bu inancı yeniden tesis etmek için hiç ama hiçbir şey yapmadı.

Starmer kendisini değişim ateşini yakan bir adam olarak da sunmuyor. Kamuoyu önündeki tavrı sert ve son derece umutsuz. "Değişim" sloganına rağmen, partisinin seçmenlere sunduğu teklif, risk almaktan kaçınan bir teklifti. İşçi Partisi, Muhafazakârlar tarafından ortaya konan mali kısıtlamaları kabul ederken, kamu hizmetlerini desteklemek ve yatırım açığını kapatmaya başlamak için ihtiyaç duyduğu geliri artırmak amacıyla vergi artışlarından büyük ölçüde kaçındı. Ülkenin karşı karşıya olduğu sosyal ve ekonomik baskılar göz önüne alındığında, yeni liderlik sadece kriz yönetimi lehine daha cesur reformlardan kaçınmak isteyecektir.

Ancak böylesi ihtiyatlı bir yaklaşım gerçekten de riskten uzak olmayacaktır. Hatta tarihi boyutlara ulaşan parlamento çoğunluğunu heba etme riskini de beraberinde getirecektir. Yeni yönetim ya sistemi sarsacak ve birliğin uzun vadede yaşayabilirliğinin bağlı olabileceği temel anayasal ve demokratik meselelerle yüzleşecek anı yakalayabilir ya da işi ağırdan alıp en iyi sonucu ummayı seçebilir. Böylesine parçalanmış bir yönetim için böyle bir seçim son şans olabilir.

"İngiltere'yi Yeniden İnşa Et!"

Seçim kampanyasının en başından itibaren Muhafazakâr Birleşik Krallık fikri üzerinde bir karamsarlık hakimdi. Sunak'ın beklenmedik bir şekilde erken seçim çağrısı yapmasının ertesi günü, Sunak 23 Mayıs'ta Belfast'taki Titanic Quarter'da bir kampanya molası verdi. Kaçınılmaz olarak bir muhabir başbakana batan bir geminin kaptanı olup olmadığını sordu. Ne de olsa 2010'da Başbakan David Cameron yönetiminde iktidara gelen ve 2016'dan bu yana baş döndürücü bir başarısız liderler geçidi sunan Muhafazakârların dramatik çöküşünü tahmin edebilmek zor değildi: Theresa May, Johnson, Truss ve son olarak Sunak. Siyasi tarihçiler Anthony Seldon ve Tom Egerton, The Conservative Effect 2010-2024 (Muhafazakâr Etki 2010-2024) adlı yakın tarihli bir kitapta şu sonuca varmışlardır: "Genel olarak, Muhafazakârların tarihinde bu kadar az şey başaran veya ülkeyi daha sıkıntılı bir durumda bırakan benzer bir dönem bulmak zordur."

Ancak Titanik metaforu beraberinde daha zayıf ama daha derin bir soruyu getirdi. Ya batan gemi Birleşik Krallık'ın kendisiyse? Ülkenin derin bir sıkıntı içinde olduğu tartışma götürmez. 2010-2020 yılları arasındaki ücret artışı, Napolyon Savaşları'ndan bu yana barış zamanındaki on yıllık dönemler içinde en düşük seviyede gerçekleşti. Ülkenin 2007'den bu yana yıllık üretkenlik artış oranı, yüzde 0,4 ile 1826'dan bu yana eşdeğer bir dönem içinde en düşük seviyesinde.

Kişi başına düşen GSYİH son 16 yılda sadece yüzde 4,3 büyürken, bu oran önceki 16 yılda yüzde 46 idi. Dahası, son birkaç yıldaki GSYİH büyümesi neredeyse sadece nüfusun toplam büyüklüğündeki artıştan, başka bir deyişle her iki ana partinin de ciddi şekilde sınırlamak istediklerini söyledikleri göçten kaynaklandı. Teorik olarak vergiden kaçınan muhafazakâr hükümetler, toplam vergileri, Birleşik Krallık'ın İkinci Dünya Savaşı'nın yaralarını sarmaya çalıştığı 1950 yılından bu yana görülmemiş bir düzeye çıkarmak zorunda kaldı. Ortalama yıllık reel ücret 2008 mali krizinden önceki seviyesinin yaklaşık 14.000 $ altına düştü. Bu ekonomik eğilimler hükümet değişikliği ile ortadan kalkmayacaktır.

Toplumsal refah ölçütleri de pek iç açıcı değil. Kurulduğu 1948 yılından bu yana Britanya'nın haklı gurur kaynağı olan Ulusal Sağlık Hizmeti (NHS) krizde: Haziran ayında, tarafsız Hükümet Enstitüsü mevcut durumu "iç karartıcı" olarak tanımladı ve "hastane performansının NHS'nin tarihindeki en kötü performans olduğunu" tespit etti. Muhafazakârların iktidara geldiği 2010 yılına kıyasla 4,3 milyon çocuk açlık çekerken, yoksulluk içinde yaşayan İngiliz çocuklarının sayısı ise 750.000’e ulaştı. Birçok yerel kurum iflas etti ve bu da atık toplama, sosyal bakım ve kütüphaneler gibi temel hizmetlerde derin kesintilere yol açtı. 2022 yılında, eski İşçi Partili Başbakan Gordon Brown'ın başkanlığını yaptığı bağımsız bir kuruluş olan Birleşik Krallık'ın Geleceği Komisyonu, kişi başına düşen GSYİH'nin en basit ölçütlere göre "Britanya nüfusunun yarısının" -yani 30 milyondan fazla insanın- "eski Doğu Almanya'nın yoksul bölgelerinden daha zengin olmayan, orta ve doğu Avrupa'nın bazı bölgelerinden daha yoksul ve hatta ABD'nin Mississippi ve Batı Virginia eyaletlerinden daha fakir bölgelerde yaşadığını" tespit etti.

Daha beş yıl önce, başbakan olarak iktidara gelmesinin ardından Avam Kamarası'nda yaptığı ilk konuşmada Johnson, "yönetilen gerileme" yıllarının sona erdiğinde hem ısrar etmiş hem de "yeni bir altın çağın başlangıcını" müjdelemişti. 

Elbette bu dönüşümün dayanak noktasının Birleşik Krallık'ın Avrupa Birliği'nden çıkması olması gerekiyordu. Johnson ve müttefiklerinin anlatısı, ülkenin doğal coşkusunun Brüksel'deki bürokratlar tarafından yarım asırdır bastırıldığı ve bu engellerden kurtulan birliğin gelişeceği yönündeydi. Acı gerçek şu ki Brexit, Birleşik Krallık'ın sorunları için kendisinden başka suçlayacak kimsesi olmadığını gösterdi. Bu sorunlar, Britanyalı ihracatçılar ile Avrupa'daki pazarlar arasına yeni engeller koyma ahmaklığıyla daha da kötüye gitti.


Bu yazı, Foreign Affairs’te“Can Starmer Save Britain?” başlığıyla yayımlanmıştır. Çeviri yapılırken yazının belirli kısımlarında editoryal düzenleme yapılmıştır.