ANALİZ
Muhafazakarlığın Geleceği
Kendilerini dünyanın en eski ve en başarılı siyasi partisi olarak gören Muhafazakarlar, Boris Johnson yıllarının getirdiği kaosun ardından, siyasi kimliklerini tanımlayan ve başarılı kılan normları yeniden keşfetmeye uğraşıyor.
MUHAFAZAKAR PARTİ, tarihsel olarak 1783'te başbakanlık koltuğuna oturan Pitt the Younger'a uzanarak, dünyanın en uzun süre hizmet veren hükümet partisi olduğunu iddia ediyor. O yüz yıllar boyunca Britanya Adaları ve daha geniş dünya, tanınmaz bir şekilde değişirken Muhafazakarlar kendi hakimiyetlerini korudular. Ve son 50 yılın 32'sinde iktidardalar.
Bu uzun ömürlülüğün en önemli nedeni Muhafazakar Parti'nin hiçbir zaman bir ideoloji bagajı altında kalmamış olması. İdeolojiler, katı fikir ve inanç sistemleridir. Bir devletin yönetimiyle ilgili ekonomik veya politik teorinin temelini oluştururlar. Sosyalizm, faşizm ve komünizm, toplumu belirli bir kalıpla şekillendirme girişimleriydi. İdeolojiler, belirli bir tarihin veya endüstriyel ve teknolojik gelişmenin ürünü olma eğilimindedir: Komünizm ve Marksizm-Leninizm, Sanayi Devrimi ve kitlesel bir kentli işçi sınıfının yaratılmasıyla gelişti. Dünya değiştikçe, çoğu zaman ideolojiler gereksiz hale gelir. Kendileriyle ilişkili siyasi partiler de.
İngiliz Muhafazakarlığı: Değerler ve ilkeler
Buna karşılık Muhafazakarlar, devletin ve toplumun nasıl yönetilmesi gerektiği konusunda hiçbir zaman katı inançlara ve kurallara sahip olmadılar. Bunun yerine, yıllar boyunca değişmeyen değerleri ve ilkeleri sahiplendiler. Bu değerler arasında vatanseverlik, kişisel özgürlük, hukukun üstünlüğü, özgür bir parlamento, bu parlamentoya bağlı bir hükümet, ayrıca bir bütün olarak halkın ekonomik ve sosyal refahını iyileştirme sorumluluğunun kabulü yer aldı. Bu son hedef genellikle Tek Ulus özlemi olarak tanımlanır.
Muhafazakar siyasetin başarısının tek ve en önemli nedeni, partinin tarihi boyunca söz konusu ilke ve değerlere sadık kalmaya çalışmasıydı. En önemlisi, Muhafazakarlar gerici değil muhafazakar bir partiydi. Lampedusa'nın The Leopard romanındaki kahramanının sözlerini kabul ettiler: “Eğer bir şeylerin aynı kalmasını istiyorsanız, her şeyin değişmesi gerekir.” Muhafazakarların ikna edilmesi gerekir. Toplumun bir bütün olarak sağlıklı ve başarılı kalabilmesi için reforma ihtiyacı olduğuna ikna olmadıkça (ve bunu yapmadıkça) kurumları veya sosyal normları değiştirme konusunda isteksizdirler. İkna edildiğinde Muhafazakar Parti, diğer herhangi bir parti kadar ve bazen daha da fazla radikal olabilir. Margaret Thatcher böyle bir liderdi.
İngiliz Muhafazakarlığı: Reelpolitik ve değişim
Son 200 yılda Muhafazakarlar, pek çok temel değişimi kabullendi: İlk başta karşı çıktıkları bir Ulusal Sağlık Sistemini (NHS) benimsemek; Britanya İmparatorluğu'nun dağılmasını ve İngiliz Milletler Topluluğu'na dönüşmesini büyük ölçüde kabul etmek ve uygulamak; 1979'da bir kadının başbakan olarak seçilmesiyle dünyanın büyük bir kısmına liderlik etmek, bu değişimler arasındaydı. Ayrıca yetki devrinin ve İskoç - Galler parlamentolarının kalıcılığını kabul ettiler. Asya ve Afrika kökenli bir maliye bakanı, bir içişleri bakanı ve başka birkaç Kabine bakanı olan Johnson hükümetini de benimsediler. Dahası önümüzdeki süreçte bu isimlerden birinin İngiltere'nin bir sonraki başbakanı olması da muhtemel.
Peki önümüzdeki yıllarda Muhafazakarlığın geleceği ne olacak?
Muhafazakar Parti ve ülkenin çoğu, tek pazar ve gümrük birliği de dahil olmak üzere Avrupa Birliği'nden ayrılmanın geri dönüşü olmadığı inancında birleşiyor. Brexit’in akıllıca mı yoksa aptalca mı bir adım olduğu, gelecek yıllarda da tartışılmaya ve fikir ayrılığı üretmeye devam edecek. Ancak bunun artık İngiliz siyasi hayatında baskın mesele olmadığı konusunda neredeyse somut bir mutabakat var.
Bununla birlikte Muhafazakar Parti, dış politika ve güvenlik politikası alanında Avrupa ile özellikle de Fransa ve Almanya ile yakın işbirliğini kabul etme konusunda şimdiye kadar olduğundan daha pragmatik davranmak zorunda. Özellikle saldırgan bir Rusya ve yükselen bir Çin'den gelen ortak tehdit konusunda. Elbette NATO, İngiltere’yi askeri bir birlik içinde Avrupa ile bir araya getiriyor. Ancak dış politika ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılamak için askeri bir ittifaktan daha fazlasına ihtiyaç var.
İç siyasette Muhafazakarlar yani Muhafazakar ve Birlikçi Parti güçlü varlığını sürdürüyor. Ama aynı zamanda Ulusal Birliğe yönelik SNP’den gelen ağır tehdit de devam ediyor. Bu konuda Başbakan Johnson, Nicola Sturgeon'un yeni bir bağımsızlık referandumu talebini reddetmekte haklıydı. Ayrılıkçılık konusunda başka bir bölücü kampanya yürüten bir İskoç çoğunluk yok. Ancak, İskoçların çok büyük bir çoğunluğu, kendilerini hem İskoç hem de İngiliz olarak görmekten ve Westminster'deki parlamento ile Holyrood'daki parlamento ile olduğu kadar özdeşleşmekten memnuniyet duyana kadar, birlikçi-milliyetçi ayrımı ciddi bir meydan okuma olarak kalmaya devam edecek.
Bir anayasa reformu?
Ülkede bu amaca ulaşabilmek üzere bir anayasa reformu gerekiyor. Westminster'de ikili bir meclis yapısı var. Bugün üst kamaranın hâlâ kısmen kalıtsal ve tamamen demokratik olmayan bir yapıyla Lordlar Kamarası olarak adlandırılması anormal ve gereksiz. Üst meclisin adı Senato olarak değiştirilmeli ve seçilmiş üyeleri Birleşik Krallığı oluşturan dört ulusu yansıtmalı. Böyle bir Senato, yalnızca liyakat esasına dayanan, siyasi kayırmacılık veya bağış toplama ile lekelenmemiş, belli süreliğine atanan ek üyeler de içerebilir.
Tony Blair, İngiltere'ye ilk Yüksek Mahkemeyi getirecek kadar cesurdu. Benjamin Disraeli zamanında oy hakkını genişleten Muhafazakarlar için, parlamentonun modernleştirilmesi ve Birliğin güçlendirilmesi konusunda alınacak bir siyasi inisiyatif de aynı nitelikte bir tavır olur.
Muhafazakar Parti ve bir sonraki başbakan için başka bir anayasal öncelik daha var. Johnson, özgürlükleri koruyan ve yazılı olmayan anayasanın oluşturulmasına yardımcı olan sözleşmelerin çoğunu çöpe attı veya çöpe atmaya çalıştı. Bir sonraki başbakan ve bir bütün olarak Muhafazakar Parti, anayasal sözleşmelerin lafzına olduğu kadar ruhuna da saygı gösterme konusunda kararlılıklarını vurgulamalı.
Muhafazakar ekonomi: Piyasa ve devlet
Kamuoyu, önümüzdeki dönemde, yaşam maliyeti, vergi oranı, NHS, demiryolu grevleri, sağlık ve hayat standardını doğrudan etkileyen diğer öncelikler gibi yerel konulara daha fazla öncelik verecek.
Mümkün olan en düşük vergi seviyelerinden hoşlanmayan neredeyse hiçbir Muhafazakar yoktur ve böyle bir politika ilkesel olarak halk arasında hayli popülerdir. Ancak aynı insanlar, her zamankinden daha güçlü bir NHS, nitelikli okullar, düzgün toplu taşıma ve düşük gelirlileri koruyan bir refah sistemi istiyor.
Muhafazakarlar, oldukça yerinde ve doğru bir şekilde, düşük vergiye dayalı bir ekonomi modelini benimsemek gerektiğine inanıyorlar. Zira böyle bir model, özgür bir toplumun işaretidir; kişisel sorumluluğu teşvik eder. Hepimizin kazandığımız gelirden ve yatırdığımız tasarruflardan mümkün olduğunca fazlasını elde tutma hakkına sahip olmamızı salık verir. Ancak, gerçek dünyada vergilendirme seviyelerinin, ekonominin durumu, ülkenin savunması ve kamu hizmetlerinin kalitesi ile dengelenmesi gerekir. Evet, düşük vergi arayışı her zaman Muhafazakar bir hedef olmalıdır. Ancak bunun ideolojik bir zorunluluk haline gelmesine asla izin verilmemelidir.
Aynı durum özelleştirme için de söz konusu. Muhafazakarların çoğu daha güçlü bir özel sağlık sektörü ve özel olarak finanse edilen daha yüksek eğitim uygulamalarının olabileceğine inanır. Ancak, bunun sonucunda düşük gelirlilerin zarar görmeyeceklerine dair sağlam kanıtlar olmadıkça, bu tür radikal reformlar savunulamaz.
Benzer düşünceler, devletin kendisini sanayi, ticaret ve finans sektörüne ne kadar dahil etmesi gerektiği konusundaki tartışmalar için de geçerli. Muhafazakarlar genellikle kendilerini özel sektörün şampiyonları olarak görürken, İşçi Partisi devletin gücünü ya ona sahip olmak, düzenlemek ya da denetlemek için genişletmek ister.
Gerçek şu ki, Muhafazakarlar hiçbir zaman bu betimlemenin ima ettiği kadar laissez-faire savunucusu olmadı. Zira 19. yüzyılın başlarında Muhafazakarlar, rekabeti yok edecek tekellerin ortaya çıkmasını önlemek üzere kapitalist sistemin işleyişine müdahale etme lüzumu gördüler. Siyasi partiler arasında, halkı (ve ekonomiyi) kentin sınırsız ve kendi kendine hizmet eden davranışlarından korumak üzere mali düzenlemenin güçlendirilmesi konusunda bir anlaşmazlık olmadı.
Muhafazakarların geleceği
Muhafazakar Parti’nin elinde Birleşik Krallık'ın en güçlü partisi olmayı ilelebet sürdürme garantisi yok ve hiçbir zaman da olmadı. Liberaller, William Gladstone ve daha sonra H. H. Asquith günlerinde benzer bir şöhrete sahiplerdi ancak siyasetin doğal bir partisi olarak öldüler. Bu, parti liderlerinin kişisel başarısızlıklarından değil, kendi önceliklerinin bir bütün olarak ulusun öncelikleriyle uyuşmamasından kaynaklandı. Clement Attlee ve daha sonra Blair yönetimindeki İşçi Partisi, ülkedeki en güçlü siyasi parti olarak Muhafazakarların yerini almış gibiydi. Ama o da çöktü. En azından şimdilik.
Boris Johnson başbakan olarak kaldıkça, Muhafazakarlar da aynı kaderi paylaşmaya adaydı. Ancak siyasi bir varlık olmaktan çıkıp ağır bir yük haline gelen bir başbakanı devirme konusunda çarpıcı bir yetenek sergilediler.
Şu anda, Johnson'ı reddeden Muhafazakarlar hakkında, İngiltere'nin doğal hükümet partisi olarak varlıklarını sürdürmeye hazır olduklarını söylemek güç. Bunun sağlanabilmesi için, partinin bütünlük, dürüstlük ve hukukun üstünlüğüne olan tavizsiz inanç konusundaki itibarını geri kazanması gerekecek. Ayrıca, pragmatik sağduyunun, İngiliz ulusunun karşı karşıya olduğu ciddi zorlukları çözmede sığ ideolojiye karşı ne kadar öncelikli olduğunu göstermesi gerek.
Bu yazı, Prospect Magazine'in Ağustos/Eylül 2022 sayısında, “The future of Conservatism” başlığıyla yayınlandı. Kısaltılarak çevirilen metinde editoryal düzenleme yapılmıştır.
İngiliz muhafazakar siyasetçi. 1992-1995 yılları arasında Savunma Bakanlığı, 1995-1997 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı ve 2010-2015 yılları arasında ise İstihbarat ve Güvenlik Komitesi Başkanlığı yaptı. Anıları "Güç ve Pragmatizm" başlığıyla yayınlandı.