ANALİZ
Lordlar Kamarası Islah Mı Edilmeli Yoksa Kaldırılmalı Mı? (II)
100 yıldan fazla bir süredir, Lordlar Kamarası'na dair yapılan reformlar, hükümetin kalitesinden ziyade yürütmenin yararına odaklanmaktadır.
1958 YILINDA KALITSAL olmayan soyluluğun getirilmesi belki de Lordlar Kamarası tarihinde yapılan en radikal reformdu. Kamaranın üyeleri artık toplumun daha geniş bir spektrumundan üyeliğe seçilebilecekti. Ayrıca üyeler kendi nesillerinin gelecekte bu onuru devam ettirip ettiremeyeceklerine dair bir endişe de taşımayacaklardı. Yeni üyelerin nasıl seçileceğine dair herhangi bir işaret yoktu, sayılarına bir üst limit getirilmemişti ve partiler arasında nasıl dağıtılacaklarına dair de kural getirilmemişti. Bu tarz sorular, bakanların ifadelerine göre, “başbakanın aklıselimine bırakılabilecek” sorulardı – ancak bu parlamentonun tutunacağı ince bir ip olacaktır.
Kalıtsal Olmayan Soyluluk Yasası gelecekteki daha radikal değişimleri bertaraf etmek niyetinde olan açık bir kurtarma operasyonuydu. İşçi Partisi tam da bu nedenle buna karşı çıktı. Hugh Gaitskell’in işaret ettiği üzere, ezici bir Muhafazakar çoğunlukla Lordlar kamarası yine de büyük ölçüde kalıtsal bir meclis olmaya devam edecekti. İşçi Partisi'nin “Muhafazakâr Parti makinesinin” üzerini bir saygınlık cübbesi ile örtmek gibi bir niyeti yoktu.
Yine de bu yasa tasarısı, kendi içinde büyük bir başarıydı. Gelecek yarım yüzyılda, Lordlar Kamarası üyeleri büyük ölçüde Milletvekili ve Eski Başbakanlar arasından seçildi - ki bu ön sıraların niteliğini ve kanunlar üzerindeki denetlemeyi arttırdı. Sendika liderleri, iş insanları, akademisyenler ve kamu personellerinin Lordlar Kamarası'na girmesi, Kamarayı ilk defa bir uzman Meclisi haline getirmişti - ki bu meclis karmaşık kamu politikaları meseleleri üzerine yetkin bir biçimde konuşabiliyordu.
Bu yasa aynı zamanda Kamaranın kapısını kadınlara da açmıştır. 1958 yılına kadar, Lordlar Kamarası tamamen erkek Meclisi idi ve Lordlar ve Hanımlar Kamarası fikri dahi kamarada şaşkınlık ve dehşet uğultularına sebebiyet veriyordu. İronik bir biçimde, kamaraya üye olan ilk kadın İrene Curzon’du - ki kendisinin babası 1914’ten önce kadınlara oy hakkı verilmesine karşı çıkan hareketin öncülerindendi. Yine de değişim sancılı ve çok yavaş gerçekleşiyordu: 1958’den bu yana ihdas edilen kalıtsal olmayan 1500 soyluluğun sadece beşte biri (yüzde 21’i) kadınlara verilmişti. Kadınların kalıtsal soyluluğu ise 1963 yılını beklemek durumundaydı; ancak o zaman Britanya, Kadınların Siyasal Haklarına Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'ni imzalayacaktı.
***
Sonrasındaki on yıllar içerisinde, İşçi Partisi ikinci kamaranın yıkılması için diğer paydaşlarla sürekli bir flört içerisindeydi. Thatcher yıllarının getirdiği tecrübe ise bunu değiştirmeye başladı. Bu tecrübe, İşçi Partisi'ni Avam Kamarası'ndaki çoğunlukla hükümeti sınırlama fikrine daha duyarlı hale getiriyordu. Parti politikası kalıtsal soyluluğun ortadan kaldırılmasından yavaşça tard edilmesine kayıyordu ki bu da nihayetinde 1999 yılında elde edilmişti. Lordlar Kamarası Kanunu ile 92 kalıtsal yasamacı dışında tüm kalıtsal üyeler kaldırılmıştır.
Bu yasadan kurtulanlar ise Lord Cranborne’a verilen bir rüşvet mahiyetinde idi. Zira Lordlar Kamarası'ndaki Muhafazakârların lideri olan Lord Cranborne, hükümeti eğer bu taviz verilmezse hükümetin programına “Somme ve Passchendaele” savaşı açmakla tehdit ediyordu. Yani devam eden kalıtsal element anomalisi bir bakıma “hükümetin ayakkabısındaki çakıl taşı” mahiyetinde kasıtlı bir elementti. Zira bu, gelecekteki reformları teşvik edecekti. 1911 yasasının önsözü gibi, bu umut da ne yazık ki sükûta uğrayacaktı.
Lordlar Kamarası Kanunu, konumunu koruyan 92 üyeye rağmen, anayasal tarihte bir dönüm noktası idi. 1999 yılı Kasım ayında toplanan Kamara, Tudor döneminden bu yana, kalıtsal yasamacıların domine etmediği ilk Meclisti. Ve yüzyıldan fazla bir süre için ilk defa, Muhafazakâr çoğunluğun olmadığı bir Kamaraydı. 2006-2015 arasındaki kısa bir dönem haricinde, Muhafazakâr Parti en büyük tek parti olarak kalmayı başardı. Ancak artık kendi başına rakiplerini kasıp kavurarak muhalefet olmaksızın yasa geçiremiyorlardı. Partiler arasında daha adil bir dengeyle, kamaradaki tartışmaların ve denetimin niteliği arttı ve Kamara özellikle sivil özgürlüklerin bir savunucusu olduğunu kanıtladı. Akademisyen Meg Russell ve Maria Sciara’nın hesapladığı üzere, Blair hükümeti, geçiremediği tüm yasaların kabaca üçte birini ilk iki döneminde kabul etmiştir - ki bu da şuna işaret eder: “Tekrar düşünme” daveti kullanışlı bir yasama himayesiydi.
Öte yandan, zaman içerisinde, kamaranın başbakanlık himayesinde biriken sorunları artık göz ardı edilemez raddeye gelmekteydi. “Başbakanın aklıselimi” kendi kardeşlerini, sofra arkadaşlarını ve finansal bağışçılarını yaşam boyu yasamacı yapmak isteyen liderlerin iradesine karşı kırılgan bir savunma hattı oluşturuyordu. 2015 yılında, tekrar en büyük parti olarak kendilerini tesis eden Muhafazakârlar, İşçi Partisi'ne karşı çoğunluklarını 82 sandalyeye taşımışlardı (2010 yılında hükümetteki konumu sona ererken İşçi Partisi'nin üstünlüğü 22 sandalyeydi). Kamaradaki üyelerin sayısı on yıl önce 700 civarında iken, bugün bu sayı 800’den fazladır - ki bu da Kamarayı, Çin dışında en büyük siyasal meclis yapmaktadır. Bu durumun etkisi ise parlamento denetimini zayıflatmak, kamuoyunda Kamaranın meşruiyetini azaltmak ve küçük partilerin temsilini düşürmektir – ki zaten bu küçük partiler Avam Kamarasında da az temsil edilmektedir.
Yine de, Lordlar kamarasını ortadan kaldırmayı isteyenler, gerçekten ne diledikleri konusunda dikkatli olmalıdır. Yazılı bir anayasası ya da nispi temsil seçim sistemi olmayan bir ülkede, Lordlar Kamarası Avam Kamarası'nda çoğunluğu elinde bulunduran hükümetin üzerindeki yegâne denetim unsurlarından biridir. Yüzde 35 gibi az bir oy oranı ile seçilen hükümetin tek bir parti tarafından kontrol edilemeyecek tek şubesidir. Parti sistemi dışında kalan çıkarların temsil edildiği tek yerdir ve Britanya siyasetinde, tecrübenin neredeyse son barınağıdır. Kabine dışından, Avam Kamarası'nda yalnızca dört milletvekili devletin en önemli koltuklarından birine oturmuştur. Ve yalnızca Theresa May bu koltukta 16 aydan fazla kalmıştır.
***
1865 yılında bu meselelerle ilgili yazan biri olarak Walter Bagehot, Lordlar Kamarası'nın geleceği hakkında kötümserdi. Avam Kamarası için tehlike “çok hızlı bir biçimde ıslah edilmesi” idiyse, Lordlar Kamarası için tehlike “asla ıslah edilmemek” olabilirdi. Aslında onun endişelerinin yeri belki de isabetsizdi. Lordlar Kamarası tekraren ıslah edildi ve bu genellikle hükümetin yararına olacak şekilde gerçekleşti. Başbakanlar genellikle sınırlı bir demokratik meşruiyeti olan bir Lordlar Kamarası tercih ettiler - ki böylece Avam Kamarası'ndaki çoğunluğun üstünlüğüne meydan okuyamasın bu Kamara. Blair Hükümeti'nin 1999 yılındaki yasası, Lordlar Kamarası'nı partilerin kontrolünden çıkararak yeni bir çığır açmıştır. Ancak bu durum da Kamarayı yürütme ile olan ilişkisinin ahbap çavuş ilişkisine dönüşmesine karşı kırılgan bir konuma getirdi.
Gelecekte yapılacak reformların işe şu soruyla başlaması gerekir: Lordlar Kamarası ne için var? Eğer Avam Kamarası'nın iradesine meydan okuyabilecek ve yasamayı veto edebilecek aktif ve iddialı bir Kamara istiyorsak, bu durumda bu Kamara'nın demokratik bir biçimde seçilmesi gerekir – tabi ki Avam Kamarasından farklı bir sistemle. Ama eğer sadece revize edici bir meclis olarak hareket etmesini istiyorsak, o zaman mevcut modeli ıslah etmek daha bilgece olacaktır.
Bu da şu anlama gelir: Kamara'nın hacimsel büyüklüğü kontrol altına alınmalı, harcamaları daha çok katılıma bağlı hale getirilmeli ve hepsinin ötesinde Kamara'yı tek bir partinin domine etmeyeceği garanti altına alınmalı. Bağımsız atamalar siyasal kontrolün dışına çıkarılmalı ancak partinin göstereceği adayların adaylıkları da belirli, üzerine anlaşılmış bir formülle yapılmalıdır. Eğer başbakanlar kendi arkadaş ve bağışçılarını aday göstermek istiyorlarsa, bunu, katı bir biçimde sınırlandırılmış, kendi partilerine ayrılan kotadan yapmaları gerekir.
100 yıldan fazla bir süredir, Lordlar Kamarası'na dair yapılan reformlar, hükümetin kalitesinden ziyade yürütmenin yararına odaklanmaktadır. Eğer gelecek yüzyıldaki reform hareketleri, geride bıraktığımızdan daha başarılı olacaksa, bu hususta amaçların belirgin hale getirilmesi zaruri olacaktır.
NewStatesman dergisinde 12 Ağustos 2020 tarihinde yayımlanan bu makalenin son bölümünü M. Malik YAVUZ’un çevirisiyle sunuyoruz.