ANALİZ
İktidar ve Protesto: Fransa’da "Güçlü Başkan" Modelinin Krizi!
Fransa’daki siyasi kriz, internetin yaygınlaştığı ve seçkinciliğin gözden düştüğü bir ortamda, De Gaulle tarafından 65 yıl önce tasarlanan “seçilmiş monarşinin” ve buna dayalı yukarıdan aşağı yönetimin artık cazibesini yitirdiğine işaret ediyor.
HAVADA DEVRİM kokusu var. Başkan Emmanuel Macron'un savunduğu emeklilik reformu etrafında üç aydır süren kargaşanın ardından, Fransa bir kez daha anayasayı yırtıp yeni baştan yazmanın cazibesine kapıldı.
1789, 1830, 1848, 1870, 1940 ve 1958'in ardından, acaba 2023 de Batı dünyasının belki de en az yönetilebilir ülkesinde yönetim sisteminin radikal bir değişime zorlandığı bir dönüm noktası olarak işaretlenecek mi?
Önde gelen Fransız tarihçiler ve siyaset uzmanları ülkede bir “demokratik kriz”den veya bir “rejim krizinden” söz ediyorlar. Emeklilik reformu etrafında başlayan siyasi gerilimin, "Fransızların 62 yaşında mı yoksa 64 yaşında mı emekli olması gerektiği" konusundaki tartışmaları çoktan aştığını belirtiyorlar.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un, Fransa halkının yüzde 70'i tarafından reddedilen bir reformu dayatmak için özel anayasal yetkilerden oluşan büyük bir cephaneliği sahaya sürmesi, ülkede derin bir siyasi rahatsızlık yarattı ve hatta sistemle ilgili var olan rahatsızlıkları güçlendirdi.
Uzmanlar, internetin yayıldığı ve seçkinciliğin gözden düştüğü bir ortamda, Charles de Gaulle tarafından 65 yıl önce tasarlanan “seçilmiş monarşinin” ve buna dayalı yukarıdan aşağı yönetimin artık uygulanabilir olmadığını söylüyor.
Cumhurbaşkanı ve hükümetin normal bir parlamento oylamasını kısa devre yaptırma ve aşma yetkisi (Beşinci Cumhuriyet anayasasının 49.3 Maddesi uyarınca) 1958'den bu yana 100 kez kullanıldı.
Daha önceki tüm uygulamalarda, muhalefet politikacıları tarafından homurdanmalar oldu. Bu sefer, bir kısmı yapay, bir kısmı gerçek olan bir popüler öfke patlaması yaşanıyor.
Normandiya kırsalının sakin bir bölgesindeki evimin yakınında, yol kenarındaki karalanmış bir tabelada Fransız Devrimi'nin başladığı yıla atıfta bulunan “49.3=1789” yazıyor. Geçen hafta Macron'un güney Fransa'daki Hérault'u ziyareti sırasında göstericiler, diğer sloganların yanı sıra, “A bas la cinquième République” (Kahrolsun Beşinci Cumhuriyet) diye bağırdılar.
2018-19'daki Sarı Yelekliler (Gilets Jaunes) isyanı, kısmen, hükümet üzerinde daha fazla halk kontrolü talebini ifade ediyordu; hatta geleneksel siyasi partiler ve devlet kurumlarının reddiydi. Şimdi gençler, Beşinci Cumhuriyet'in Cumhurbaşkanı ve hükümete, parlamento ve halk karşısında ağır yetkiler verdiğini gördüklerinde şaşkına dönüyorlar.
Fransa'da hükümet sistemine olan güvenle ilgili bir çöküş yaşanıyor. Bu, bir devrim - hatta değişim - yaşanacağı anlamına gelmiyor. Mütevazı bir emeklilik reformu yüzünden sinir krizi geçiren bir ülkenin, yeni bir anayasa konusunda kolay bir anlaşmaya varması pek mümkün görünmüyor.
Son 234 yıl içerisindeki tüm Fransız rejim değişiklikleri, silahlı devrimleri veya kaybedilen savaşları takip etti. Şu anda Fransa'nın kaderi de pek olası görünmüyor.
Bazı açılardan bu, anayasal bir krizden çok bir Macron krizidir. Charles de Gaulle'ün 1950'lerde tasarladığı anayasal düzende, Başkan, partilerin/politikacıların günlük tartışmalarından uzak durmalıydı. Buna karşılık "halkla" doğrudan bir bağ kurmalıydı.
Ama Macron, ülkede “halk” beğense de beğenmese de "halkın iyiliği için" reform yapmaya koyuldu. Zira Macron, Fransa'nın toplumsal hastalıklarından çoğunun önceki başkanların sokak protestoları karşısında reformlardan vazgeçmesinden kaynaklandığını düşünüyor.
Macron, özel anayasal yetkilerin özel nedenlerle tanımlandığını; dolayısıyla kendisinin bu yetkileri kullanmakla yükümlü olduğunu, halka rağmen bu yetkileri kullandığı için ülkenin gelecekte kendisine teşekkür edeceğini savunuyor.
Siyaset tarihçisi Jean Garrigues, bunun sadece De Gaulle anayasasının değil, bütün Fransız tarihinin yanlış okunması olduğunu öne sürüyor. "Macron kurumsal meşruiyete bağlı ama Fransız Devrimi'nden bu yana tarihimize kazınmış başka bir meşruiyeti unutuyor: Sendikalar ve medya aracılığıyla ifade edilen yurttaşların sesine kulak verme ihtiyacı."
Garrigues, düşüncesinde haklı. Ancak yarı-bağımsız De Gaulle başkanlık modelinin, daha az hürmetkar bir sosyal medya çağında başarılı bir şekilde işleyip işlemeyeceği şüpheli.
Fransa gibi bölünmüş ve kavgacı bir ülkede kimlerin “sesini” dinleyeceksiniz?
“Ne kadar çok değişirse, o kadar çok aynı kalır!”
Kaotik Sarı Yelekliler isyanı bir uyarıydı ama aynı zamanda Beşinci Cumhuriyet'in neden var olduğunun da bir hatırlatıcısıydı. Sarı Yelekliler hiçbir konuda uzun süre anlaşamaz. Kendi liderleri dahil tüm liderlerden nefret ederler.
Daha parlamenter bir sisteme -ya da Sarı Yeleklilerin tercih ettiği sürekli referandumlara- geri dönüş, 1930'ların karışık Üçüncü Cumhuriyet hükümetlerine ya da 1946-1958 arasındaki dördüncü Cumhuriyet'in parlamenter savaşlarına dönüş riskine yol açabilir.
Dördüncü Cumhuriyet'in 12 yılında bazıları sadece birkaç gün süren 28 hükümet vardı. De Gaulle 1958'de Fransa'nın saf parlamenter demokrasiyle bağdaşmadığı sonucuna vardı. Yukarıdan aşağı işleyen bir sisteme ihtiyaç vardı.
Başkan sadece başkanlık edecekti. Günlük hükümet işleri, politikacılara ve aynı zamanda zeki teknokratlara bırakılacaktı.
Bu model bir anlamda günümüze kadar geldi. Macron'un Başbakanı Elisabeth Borne bir politikacıdan çok bir teknokrat. Muhtemelen Macron da öyle.
Başkanlar ve teknokratlar tarafından yönetilen hükümet tarafından kısa devre yapılabilen parlamentolar, "seçkinler"den şüphe duyulan ve daha doğrudan, demokratik "kontrol" talep eden bir çağda tuhaf görünüyor. Beşinci Cumhuriyet anayasası, demokratik uluslar arasında bir anomali haline geldi.
Ama onun yerini ne alabilir? Altıncı Cumhuriyet nasıl olurdu?
Fransız siyasi savaş alanı, tıpkı 1950'lerde olduğu gibi üçe bölünmüş durumda. Siyasi partiler, 1950'lerde olduğu gibi hor görülüyor. Geçen Haziran ayında seçilen istikrarsız Ulusal Meclis, tıpkı 1950'lerde olduğu gibi, doğal veya doğal olmayan bir çoğunluğa sahip değil.
İngiliz veya daha karmaşık Alman modelindeki parlamenter bir hükümet sistemi hızla Dördüncü Cumhuriyet bataklığına saplanabilir. Örneğin Jean-Luc Mélenchon liderliğindeki radikal Sol blok, parlamenter sistemden yana. Ancak çoğu zaman parlamenter siyasetin dışında bir siyaset tarzı izliyor.
Marine Le Pen'in aşırı sağı da dahil olmak üzere diğer tüm siyasi güçler mevcut sistemi geniş ölçüde destekliyor. Parlamenter bir Fransa'da Le Pen asla başbakan seçilemez; iki turlu cumhurbaşkanlığı seçimlerinde cumhurbaşkanı olmak için zayıf bir umudu var.
Yani "Plus ça change, plus c'est la même chose": “Bir şey ne kadar çok değişirse o kadar aynı kalır." Fransa'da “değişim” açlığı var. Ancak değişim için bir fikir birliği yok.
Macron, esasen mevcut sistemi kurcalayarak kurumsal reform planlarının tozunu atacağını iddia ediyor. Ancak kalan dört yılda, önemli herhangi bir konuda ortak bir değişim mutabakatı sağlama umudu neredeyse sıfır.
Winston Churchill'i yanlış alıntılamak gerekirse, Beşinci Cumhuriyet anayasası, 65 yıl sonra, Fransa için olabilecek en kötü hükümet biçimi haline geldi.
Bu yazı 25 Nisan 2023 tarihinde POLITICO’da “French democracy is in crisis. What else is new?” başlığıyla yayınlandı. Çeviride editoryal düzenleme yapılmıştır.