SOĞUK SAVAŞ boyunca ABD’nin en büyük stratejisi Sovyetler Birliği etkisini sınırlamak, onu zayıflatmak ve gerekirse de yıkmaktı. ABD bu amacına ulaşmak için çeşitli yöntemler uyguladı fakat komünist imparatorluğu yıkılması içten oldu. Mihail Gorbaçov’un başlatmış olduğu “perestroyka/yeniden yapılanma” beklenilen hedefe ulaşamadı. Ama bu politika Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve ABD’nin jeopolitik zafer ilan etmesiyle sonuçlandı.
ABD ile Rusya ilişkilerinin en kötü dönemini yaşıyor. ABD’nin Rusya’ya yönelik uyguladığı politikalar sonuç vermiyor. The National Interest dergisinde çıkan “Joe Biden’ın Rusya’ya yönelik yeni stratejiye ihtiyacı var” (
Joe Biden Needs a New Russia Strategy) başlıklı makale Washington’un yeni arayışlar içinde olduğunu gösteriyor. Baltimore Üniversitesi Kamu Yönetimi ve Uluslararası İlişkiler Okulu Başkanı Profesör Ivan Sascha Sheehan tarafından kaleme alınan bu yazı Rusya’da tartışmalara yol açtı. The National Interest dergisinin dünyanın saygın dergilerinden biri olup ABD’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olan Nixon Enstitüsü tarafından yayınlanıyor olması yazıya ayrı bir önem katmaktadır.
Profesör Sheehan Biden hükümetine Sovyetler Birliği’nin yıkılmasında en etkili yöntem neyse onu tekrar uygulamayı öneriyor. Putin’in, 2036 yılına kadar iktidarda kalmak için anayasayı değiştirmiş olsa da, yaşı itibariyle ve bazı diğer faktörler nedeniyle kendisinden sonraki halefini seçmek durumunda kalacağını, Moskova’da taht savaşlarının tüm hızıyla devam ettiğini ve ABD’nin bir an önce harekete geçmesi gerektiğini söylüyor. Sheehan’a göre ABD Sovyetler Birliği’yle mücadelesinde rejim muhalefeti Andrey Saharov ve komünizm düşmanı Aleksandr Soljinitsen gibi şahsiyetleri desteklemiş olsa da Sovyetler Birliği’ni yıkan bunlar değil, sistemin içindeki Gorbaçov ve Yeltsin olmuştu. Bu nedenle ABD Rusya’da “yeni perestroykayı /yeni yeniden yapılanmayı” hayata geçirecek Putin’in çevresinden biri olan reformist-liderleri desteklemesi gerektiğini savunmakta. Sheehan, Dmirti Medvedev, Anatoliy Çubays ve Alensandr Voloşin gibi Rusya’nın Batı yanlısı liberal şahsiyetlerin bu reformları yapacak güçte olmadıklarını, Sayıştay Başkanı Aleksey Kudrin’in ise bunu yapabilecek en uygun kişi olduğunu iddia ediyor. Kudrin, serbest-ekonominin ve demokratik değerlerin savunucusu olup, Putin çevresinde güvenilir ve saygın kişi olduğunu, bu nedenle Amerikan yöneticilerin Putin sonrası Rusya ile ilişkiler için Kudrin’le çalışmaya başlamalarının akıllıca olacağını vurgulamaktadır.
Sheehan’ın yazısında ABD’ye önerdiği şey aslında Rusya’nın içinde bir “Truva atını” yaratarak kaleyi içten fethetmek. Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi. Rusya tarihinde Büyük Petro’dan beri Batı’yla yakın ilişki kurmak isteyen bir kesim her zaman vardı. Bu Sovyetler Birliği döneminde de böyleydi. Gorbaçov’da bu geleneğin temsilcilerinden biriydi.
Günümüz Rusya’sında da durum farklı değil. Rus yönetici sınıfı Batı yanlısı liberal elitler ile muhafazakâr devletçi elitlerden oluşmaktadır. 1990’lı yılların ilk yarısında Batı yanlısı liberal elitler diğer grup karşısında zafer kazanmıştı. Hem iç hem de dış politikayı Batı’yla entegrasyona adamıştı. Primakov’la birlikte bu bir nevi değişmeye başladı. Putin’in iktidara gelmesiyle Rusya iktidarındaki gruplar arasında ilişkiler yeniden yapılandı ve Batıcı liberaller ile devletçi muhafazakârlar arasında bir denge kuruldu. Putin, kendisi her ne kadar devletçi gelenekten geliyor olsa da Devlet Başkanı olduktan sonra, devletçi grubu güçlendirdi ve daha sonra birbirine eşit güç haline gelen bu iki elit grup arasında bir dengeleyici unsur olarak işlev görmeye başladı. Putin’in dengeleyici politikası her iki kesim tarafından eleştirilse de Putin’in yöntemi her ikisinin de varlığının garantisi olarak görülmektedir. Bu iki gurup arasında sadece çıkar çatışması değil, aynı zamanda Batı’yla ilişkileri konusunda görüş farkı söz konusu. Rusya’da yaşanan sorunların kaynağına ilişkin de farklı yaklaşımlara sahipler. Batıcı liberal kesim, Rusya’daki sorunların kaynağını, Batı demokrasi modelinin yeterince uygulanamaması olarak görürken devletçiler, sorunların kaynağının aslında Batı’nın politikaları ve Rusya’nın Batı’nın politikalarına boyun eğmesi olduğuna inanmaktadır. Putin ise her iki grubunun da çıkarına uygun ve dengeli bir politika izleyerek hem Batı’yla ilişkilerini sürdürmekte, liberal ekonomik modeli uygulamakta hem de devletçilerin beklentisi üzerine egemenliğinden taviz vermemektedir. Putin Batı’yla ilişkilerinde kapıyı her zaman açık bırakmak için ülkedeki Batı yanlısı liberal kesimi sistem içinde tutmaktadır.
Her lider gibi Putin’in iktidarı er ya da geç, gönüllü ya da zorunlu sona erecek. Rusya’da bazı kesimlerde Putin’in gitmesiyle söz konusu elitler arasındaki dengenin bozulacağı ve bu elitler arasında birbirini yok etmek için girişecekleri mücadele sonucu ülkede kaos yaşanacağına dair görüşler de mevcut. Bunu önlemek için Kazakistan modeli önerenler de görünmete. Nazarbayev, Cumhurbaşkanlığını devretmiş olsa da iktidarı ne tam anlamıyla kontrol ediyor ne de iktidardan uzak duruyor.
Putin dahil olmak üzere, Rus yönetici elitleri söz konusu “elitler arasındaki dengeleyici” mekanizmanın işlediğine inanmaktadır. Bu durumda bu sistemin devam edebilmesi için Putin’in kendi gibi dengeleyici niteliğe sahip bir ismi halef olarak seçmesi gerekir. Bu ya Batıcı liberaller arasından ya devletçiler arasından veya bunların dışından bir isim olması gerekiyor. Bu iki gurubun dışından birisinin gelmesi ülkenin yönetilmesinde ciddi etkiye sahip olmayabilir. Bu etkiyi kazanmak için ya her iki grubun veya bunlardan birinin desteğini elde etmesi gerekebilir. Tek bir grup tarafından desteklenmesi dengenin zarar görmesine veya bozulmasına neden olabilir. Bunun olmaması için yeni ismin, sistem içinden ve dolayısıyla da iki güçlü elitlerden birinin içinden seçilmesi gerekebilir.
Şu an bu koşullara uygun üç aday öne çıkmaktadır. Bunlardan birisi, daha önce başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmış Dmitri Medvedev’dir. Fakat Medvedev ne devlet başkanlığı görevi boyunca ne de başbakanlık dönemlerinde Putin’in çizgisinden uzaklaşmadı. Ayrıca güçlü bir kişiliğe sahip olmadığına dair de görüşler söz konusu. İkinci aday, Rusya Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreteri ve devletçi olan Nikolay Patruşev’dir. İstihbarat kökenli olan ve 1999-2008 yılları arasında Federal Güvenlik Servisi'nin başkanı olarak görev yapmış olan Patruşev, Batı karşıtı olarak biliniyor. Dış politika konularında da ciddi tecrübeye sahip. Üçüncü aday da Amerikalı Profesör Ivan Sascha Sheehan’ın da önerdiği Sayıştay Başkanı Aleksey Kudrin’dir. Kudrin, ekonomi alanında ciddi tecrübeye sahip, 1990’lardan beri başbakan yardımcılığı ve maliye bakanlığı gibi kilit görevlerde bulunmuş bir isim. Kudrin’i Medvedev’den ayıran özellik, siyasi liderliğe sahip olması ve Rusya’da ciddi reformlar yapabilecek kabiliyetinin olması.
Sheehan kaleme aldığı yazısında ABD için bir stratejik öneride bulunurken, aynı zamanda Putin’e de mesaj vermektedir. “Batı’yla ilişkilerini düzeltmek istiyorsan Kudrin’in iktidara gelmesinin önünü açman gerekiyor” demeye çalışmaktadır. Bunu yapmaması durumunda ise Rusya-ABD ilişkilerinin ve Rusya’ya yönelik baskıların daha da artacağını iletmeye çalışmaktadır. Diğer yandan Sheehan’ın amaçladığı şey, ABD’nin küresel stratejisiyle ilgili. Değişmekte olan yeni uluslararası güç dengesinde ABD, kendisine karşı değil, kendisiyle uyumlu bir Rusya istemektedir. Dışarıdan yapılan (ekonomik yaptırımlar gibi) baskıların yetersiz kaldığı, hatta Rusya ile ilişkilerini kötü etkilediği ve Rusya-Çin yakınlaşmasına neden olduğu düşünülmektedir. Bu süreci durdurmak ve kendi lehine değiştirmek için yeni politikalara ihtiyaç duymaktadır.
Putin’in halefinin kim olacağını söylemek şimdilik çok erken gözükse de ABD’nin gözünde Kudrin’in değer kazanacağı ve desteklenebileceği söylenebilir. Diğer yandan potansiyel adayların isimleri öne çıkıyor olsa da Rusya’nın sosyo-ekonomisi, uluslararası konjonktür ve Rusya içi siyasi ilişkiler Putin’in halefinin belirlenmesinde etkili olacaktır.