×
KÜLTÜR

ANALİZ

Umutsuzluk Protestoları!

ABD, Filistin'in devlet olarak tanınmasına yönelik küresel girişime katılmalı. Filistin'in devlet olarak tanınması, Orta Doğu'da barış müzakereleri için bir ön koşul. Filistin'in tanınmasını reddetmek, İsrail’in katliamlarını tek seçenek haline getirmek demek.
ÇILGIN ZAMANLARDAN geçiyoruz. Dubai'de ardı ardına yağan sağanak yağmurlar veya Vietnam'ın aşırı ısınan rezervuarında meydana gelen kitlesel balık ölümleri gibi beklenmedik doğa olayları, aşırı ısınan siyasetimizi ve sosyal dünyamızı yansıtıyor gibi görünüyor.

Böyle dönemlerde soğukkanlı olmak ve tüm bu tuhaf olayları mümkün olduğunca yakından, objektif ve tarafsız bir şekilde analiz etmek çok önemli. Hamas'ın geçtiğimiz Ekim ayında gerçekleştirdiği saldırıya karşılık olarak İsrail'in Gazze'yi bombalaması ve işgal etmesini izleyen protesto gösterileri bugünlerde gerçekleşen en tuhaf olaylardan.

Kısa bir süre önce Almanya'nın Hamburg kentinde “Kalifat ist die Lösung” (“Çözüm halifeliktir”) sloganlarıyla gösteri düzenleyen kişiler gibi bazı siyasallaşmış Müslümanların söylemlerini dikkate almalıyız. Protestocular arasında çok sayıda Yahudi olmasına rağmen, aralarında en azından birkaç gerçek antisemitist olduğunu da kabul etmeliyiz (tıpkı İsrail'de bazı soykırımcı manyaklar olduğu gibi).

Birçok yorumcu günümüzdeki Filistin yanlısı gösteriler ile 1968'deki Vietnam Savaşı karşıtı öğrenci protestoları arasındaki paralelliğe dikkat çekerken, İtalyan filozof Franco Berardi aralarında önemli bir fark olduğunu belirtiyor. En azından retorik olarak, 1968 protestocuları anti-emperyalist Vietkong duruşu ve daha geniş, pozitif bir sosyalist proje ile doğrudan özdeşleşirken, bugünün protestocuları Hamas ile pek de özdeşleşmiyor; daha ziyade “umutsuzlukla özdeşleşiyorlar”.

Berardi'nin belirttiği gibi: “Umutsuzluk, gençlerin Filistinlilerle bu denli özdeşleşmesini açıklayan psikolojik ve aynı zamanda kültürel bir olgu. Bence bugün öğrencilerin çoğunluğu bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde yaşam koşullarının geri dönülemez bir şekilde kötüleşmesini, iklim değişikliğinin geri dönülemez bir hal almasını, uzun sürecek bir savaş dönemini ve jeopolitik haritanın pek çok noktasında devam etmekte olan çatışmaların nükleer bir hal alması tehlikesini öngörüyor.”

Durum hakkında bundan daha iyi bir yorum yapmak zor. Protestolara karşı resmi makamların gösterdiği baskıcı tepkiler Berardi'nin hipotezini destekliyor. Sert müdahaleler, protestoların yeni bir siyasi hareket başlatacağı korkusundan kaynaklanmıyor; daha ziyade, toplumlarımızı saran umutsuzlukla yüzleşmekten boş yere kaçınmanın, yani paniğin dışa vurumu.

Bu paniğin işaretleri her yerde, bu nedenle sadece iki örnek vermekle yetineceğim. Birincisi, 12 ABD'li senatör, geçen ayın sonlarında Uluslararası Ceza Mahkemesi'ni, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hakkında tutuklama kararı çıkarması halinde yaptırım uygulamakla tehdit eden bir mektup gönderdi.

Gerçi bu girişim tamamen Cumhuriyetçilere aitti ama Başkan Joe Biden yönetimi de Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrailli yetkilileri suçlamaması için UCM'ye baskı yapmıştı. Bu tür tehditler ortak küresel değerlerin çöküşüne işaret ediyor. 

Bu değerler her zaman bir miktar riyakarlık barındırsa da (örneğin Amerika Birleşik Devletleri aslında UCM'ye katılmayı reddetmişti), hükümetler en azından bu değerleri normatif olarak destekliyordu.

Yakın tarihli ikinci örnek de aynı tespiti destekliyor. 4 Mayıs'ta Fransa (Almanya'nın koyduğu vize yasağına uyarak), Gazze'deki savaş mağdurlarını tedavi ederken tanık oldukları hakkında Fransız Senatosu'na ifade vermesi planlanan İngiliz-Filistinli cerrah Ghassan Abu-Sitta'nın ülkeye girişine izin vermedi. Gözlerimizin önünde cereyan eden bu gibi kaba sansür ve ötekileştirme eylemleri ışığında, demokrasilerimizin çökmekte olduğunu söylemek artık abartılı bir ifade değil.

Gazze'deki durumun kabul edilemez olduğunu herkes biliyor. Ne var ki, bu krizin gerektirdiği türden bir müdahaleyi ertelemek için büyük bir enerji harcanıyor.

Bu çıkmazdan kurtulmanın bir yolu da öğrenci protestolarına kamuoyu desteği sağlamak. ABD Senatörü Bernie Sanders'ın 28 Nisan'da ifade ettiği gibi, “Netanyahu'nun sağcı, radikal ve ırkçı hükümetinin yaptığı şey modern savaş tarihinde görülmemiş bir şey... Şu anda Gazze'de kitlesel açlık ve kıtlık gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bu tür ithamlarda bulunmak, antisemitizm anlamına gelmez. Bu, gerçeğin ta kendisi.”

İsrail'in füzeleri ve insansız hava araçlarının saldırılarıyla önce harabeye, sonra enkaza ve daha sonra da toza dönüşen binalarda açlıktan ölen insanları, derme çatma çadırlarda yaşayan çocukları görün.

Michael Ignatieff'in (gazeteci iken) 2003 yılında ABD'nin Irak'ı işgali hakkında yazdıklarını hatırlıyorum: “Benim için temel soru şu: Irak halkı açısından en iyi sonuç ne olurdu, 26 milyon Iraklının insan haklarına en iyi şekilde ulaşması için yapılabilecek en iyi şey neydi? Savaşa muhalefet edenler hakkında beni her zaman sinirlendiren şey, itirazlarının asla Irak'la ilgili olmamasıydı. Onların muhalefeti, Amerikan gücü üzerine bir referandumdan ibaretti.”

Aynı nokta bugünün savaş karşıtı protestoları için geçerli değil. Filistin, İsrail ya da Amerikan gücüne ilişkin bir referandumdan çok uzak olan bu protestolar, Gazze'deki Filistinlilerin öldürülmesini durdurmak için yapılan umutsuz bir yakarıştan ibaret.

Peki, Biden yönetimi ne yapmalı (bu yılki aday listesinde Başkan Yardımcısı Kamala Harris'in yerine Taylor Swift'i getirmek dışında)? Öncelikle ABD, Filistin'in bir devlet olarak tanınmasını amaçlayan küresel girişime katılabilir. Filistin'in devlet olarak tanınması, Orta Doğu'da barışı sağlamanın önünde bir engel olmaktan öte, iki taraf arasında yapılacak ciddi müzakereler için bir ön koşul. Oysa Filistin'in tanınmasını reddetmek (ya da sonsuza kadar ertelemek) savaşın tek seçenek olduğu yönündeki kaderci düşünceyi kesin olarak destekleyecektir.

Kulağa garip gelse de Amerika'nın hegemonik gücünü kaybetmesinin olumsuz yanlarından birine tanık oluyoruz (ABD'nin Suriye'nin kuzeyinden ve ardından Afganistan'dan çekilmesinde görüldüğü gibi). İdeal olan ABD'nin İsrail’in katliamlarına karşı Gazze'ye denizden asker çıkarması, barışı ve düzeni yeniden tesis etmesi ve halka insani yardım sağlaması. Siz yine de bu seçeneğe güvenmeyin. Her zaman emin olacağınız bir şey varsa o da ABD'nin kalan emperyal gücünü iyi bir amaç için kullanma fırsatını mutlaka kaçıracağı.


Bu yazı, Project Syndicate’de, “Protests of Despair” başlığıyla yayımlanmıştır. Çeviri yapılırken yazının belirli kısımlarında editoryal düzenleme yapılmıştır.