×
AFRİKA

ANALİZ

Sahel Devletleri İttifakı

Sahel Devletleri İttifakı’nın saha operasyonlarındaki başarısı, bölgede iki büyük dönüşüme işaret ediyor: İlki kronik hale gelen güvenlik sorunlarının kalıcı olarak çözülmesi; ikincisi, etnik ayrışma ve çatışmalar yüzünden zayıf düşen merkezi otoritenin geri dönüşü.
SAHRAALTI Afrika’da peş peşe gelen askeri darbelerin her biri, başlangıçta geçmişteki yeni sömürgeci iktidar değişimlerinin birer uzantısı olarak algılanmıştı. Gerçekten de 2020’lere gelinceye kadar Afrika kıtasındaki darbelerin büyük çoğunluğunda süreci başlatan olay, Afrikalı hükümetlerin geleneksel hamileri olan Batılı otoriteleri kızdırması olmuştur. Beyaz üstünlükçü dil ve tavırla son derece talepkâr yaklaşım sergileyen Avrupalı veya Amerikalı partnerler, Afrikalı ortakları Sovyetler veya Çin’e doğru eğilim gösterdiğinde askeri darbe veya isyan kartını masaya sürmektelerdi. Siyasi düzenler için her şeyi baştan başlatan bir eylem olarak darbenin dış müdahale aracı olarak bu kadar çok kullanılması, iç siyasi dinamiklerin süpürülmesine ve gerçek manada siyasetin var olmamasına yol açtı. Fakat bununla birlikte askeri darbe, Afrika toplumlarının gözünde radikal değişimlerin yegâne yolu gibi bir anlam kazandı. İç siyasi karmaşa ve kötü yönetime birer itiraz olarak beliren darbeler, askerleri siyasetin kalıcı aktörleri haline getirmekten başka bir işe yaramadı. 

Yakın zamanda Mali, Burkina Faso ve Nijer’de gerçekleşen askeri darbeler, önceki örneklerden farklılaşarak ve bölgesel değişimlerin önünü açarak bir istisnanın gün yüzüne çıkmasına imkân tanıdılar. Adı geçen ülkelerin iç siyasette sivil ve adil bir yönetime sahip olup olmayacakları bir soru işareti olarak kalsa da bölgesel ve küresel etkilere sahip adımların atıldığı gözden kaçırılmamalıdır. Öncelikle bu ülkeleri bu noktaya taşıyan hususlara temas etmek faydalı olacaktır. Öteden beri bölgede, silah ve uyuşturucu kaçakçılığının beslediği örgütlerin Arap Ayaklanmalarının 2010 sonrası yarattığı koşullarda palazlanıp güçlenmesi, ayrılıkçılığı ve terörü zirveye çıkardı. Artan güvenlik sorunları, patronaj düzenlerinin eline düşen hükümetlerin kötü yönetimiyle birleşince toplumsal huzursuzluk zirveye ulaştı. Üstelik terör sorununu bahane ederek bölgeye iyice yerleşen ABD ve Fransa gibi ülkelerin bu sorunu çözmek şöyle dursun, daha da azdırması, tepkilerin merkezine yerleşti. Yabancı müdahalesinin pençesindeki bu ülkelerde halkın yoksulluk ve şiddetin hedefi haline gelmesi sömürgeci karşıtı bir cephenin oluşumuna yol açtı. Barkhane operasyonunun devam ettiği sekiz yıl boyunca Fransa’nın terörü ortadan kaldıramaması, dahası güvenlik meselelerini kendi nüfuzunu artırmak için kullanması, tehdit algısının Fransa üzerinde yoğunlaşmasına neden oldu. Böylece peş peşe gerçekleşen askeri darbelerin uluslararası plandaki en önemli neticesi Fransa’nın bu ülkelerden resmi olarak çıkarılması olmuştur. 

Görünürde bağımsız olan ve gerçekte Batılı devletlerin terörle mücadele maliyetini azaltmak üzere kurulan G5 Sahel tecrübesi, yeni dönemde Batılı devletlerden uzaklaşan Batı Afrikalı cunta rejimleri için özerk bir bölgesel ittifak fikrini ortaya çıkardı. G5 Sahel’in bağımlılıklarına sahip olmayan yeni ittifakın, bölgenin ortak sorunu haline gelen terör ve kaçakçılıkla mücadelede daha etkin olacağı kanaati pekişince Sahel Devletleri İttifakı doğmuş oldu. Mali, Nijer ve Burkina Faso’nun teşekkül ettirdiği bu ittifak güvenlik sorunlarının çözümüne doğru hızlı adımlar atmaya başladı. Yalnızca üç aylık bir sürede pek çok noktada gerçekleşen başarılı operasyonlar bu ülkelerde merkezi otoritelerin ayrılıkçı gruplara karşı güçlenmesini sağladı. Bir yandan da Fransa’nın istihbarat faaliyetlerine karşı koyma anlamında ortak hareket ediliyor. Son olarak üç ülkenin ortak operasyonunda dört Fransız istihbaratçı yakalandı. Konunun Fransa’da rahatsızlık yarattığı ve Macron’un Fransız yurtdışı istihbarat kurumu DGSE’nin patronu Bernard Emie’yi görevden almasının asıl nedeni olduğu konuşuluyor. 

Sahel Devletleri İttifakı’nın saha operasyonlarındaki başarısı, bölgenin en çok konuşulan konuları arasına girdi. Sadece içinde bulunduğumuz Aralık ayında gerçekleştirilen ortak operasyonlarda yüzlerce terörist etkisiz hale getirildi. Son olarak gerçekleşen ortak harekâtta Mali-Cezayir sınırında ayrılıkçı Tuareg lider Hasan Ag Fagaga’nın etkisiz hale getirilmesi büyük bir gelişme olarak basına yansıdı. Bunun yanında Burkina Faso’nun ve Mali’nin doğusu ile Nijer’in kuzey batısında gerçekleşen hava operasyonları terör kamplarını ve terörü finanse eden kaçakçılık hatlarını hedef alıyor. Sahel Devletleri İttifakı’nın saha başarısını etkileyen çok önemli bir faktör daha var. Bu ittifakı oluşturan devletlerin üçü de silahlı insansız hava aracı Bayraktar TB2’ye sahipler ve operasyonlarında SİHA’ları aktif biçimde kullanıyorlar. Türk savunma sanayiinin ve özellikle BAYKAR’ın Sahraaltı Afrika’da terörle mücadele ve devlet kapasitesinin geliştirilmesi açısından yaptığı katkı yalnızca kıta ülkeleri tarafından değil, tüm dünya tarafından yakından izleniyor. TB2’lerle icra edilen harekâtlar sayesinde Afrikalı ülkelerin hemen hemen en önemli sayılan iki meseleyi hallediyor olması devrim niteliği taşımaktadır: İlki, kronik hale gelen ve kimi Batılı devletler tarafından beslendiği düşünülen güvenlik sorunlarının kalıcı olarak çözülmesi; ikincisi ise, etnik ayrışma ve çatışmalar yüzünden zayıf düşen merkezi otoritenin geri dönüşüdür. 

Sahel Devletleri İttifakı, özerk davranma prensibiyle hareket ederken, Fransa gibi neo-kolonyal niyetleri kuşku doğurmayan ülkeler hariç, pek çok ülkeyle işbirliğine gidilebileceğini göstermeye de çalışıyor. Darbelerden sonra etkinliği bariz biçimde artan Rusya ve Çin gibi ülkelerin yanı sıra Almanya ile de görüşmeler yapılıyor. Türkiye ise, sağladığı güven ve temin ettiği teknoloji sayesinde şimdiden önemli bir aktör konumuna erişti. Türkiye’nin güvenlik işbirliği yaklaşımında, para-militer grupların, ayrılıkçıların ve terör gruplarının yer almaması, merkezi otorite olarak devletlerle ortaklığın esas alınması son derece önemli kabul ediliyor. Türkiye’nin, Sahel Devletleri İttifakı ile yeni ortaklıklar kurarak güvenlik işbirliğini genişletmesi iki taraf için de kıymetli görülmelidir. Bir tarafta mezkûr ittifakın özerklik mücadelesinde desteğe ihtiyacı olduğu, diğer yanda Türkiye’nin kıtada kalıcı olmak için savunma alanında daha güçlü bağlar kurması gerektiği açıktır. Türkiye, on yıllardır askeri eğitim ve danışmanlık faaliyetlerinde ABD ve Fransa’ya bağımlı olan bu bölgenin terörle mücadelesinde destek olabilecek tecrübeye sahiptir. Savunma sanayiinde Türkiye’ye yönelik teveccühün daha da artacağını söylemeye lüzum yok. Zira silahlı insansız hava araçlarının ve Türk malı zırhlı araçların sahada operasyonel kabiliyetleri artırdığı kolayca gözlemlenebiliyor. Fakat öncelikle askeri eğitim ve danışmanlık, polis ve jandarma eğitimlerini içeren güvenlik sektörü işbirliği, ortak tatbikat ve barış misyonu faaliyetlerinin devreye gireceği yeni savunma ortaklıklarının oluşturulması, karşılıklı çıkarlara hizmet edecek alanlar olarak kabul edilmelidir. 

Devletlerin kapasiteleri ve otoriteleri Afrika kıtasında barış, güvenlik ve istikrarın sağlanması açısından birincil önceliğe sahiptir. Afrika ile ticareti olan, Afrika’da yatırımı bulunan ülkeler için en etkin politika, savunma ve güvenlik işbirliğinin paydaşı olmaktır. Türkiye’nin kıta ile sürdürülebilir ilişkiler kurmasının yolu, 3. Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi’nde kuvvetli biçimde dile getirildiği üzere bu alanlarda atacağı adımlardan geçecektir. Ayrıca özerk olma mücadelesine girişmiş söz konusu devletlerin yeni-sömürgeci aktörlere karşı başlattığı direnişin kalıcı hale gelmesi de bu adımlara bağlı olacak. 

MURAT YİĞİT

Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler, Dr.