ANALİZ
Pandemi ve Bozulan Toplum Sözleşmesi -II
Hem ülkelerin kendi içinde hem de ülkeler arasında dayanışmayı sağlamak için gereken güveni ancak ulusal düzeyde -modern yaşamlarımızla gerçekten ilgili olan- yeni bir toplum sözleşmesi ile inşa edebiliriz.
BUGÜN gelinen noktada toplum sözleşmesinin bir revizyona ihtiyacı olduğu açık. Ama hangi amaç ve esaslarla? [Bu noktada kritik soru tam olarak bu.] Yirminci yüzyılın başlarında sosyal bilimci Beatrice Webb (şu anda liderliğini yaptığım Londra Ekonomi ve Siyaset Bilimi Okulu’nun kurucularından biri) bir toplum sözleşmesinin şu esasları içermesi gerektiğine işaret ediyordu:
“…Ulusal düzeyde asgari bir medeni hayatı garanti eder… Her iki cinsiyet ve tüm sınıfları kapsayacak şekilde: Gençken yeterli beslenme ve eğitimi; güçlü ve sağlıklıyken geçim ücretini; hastayken tedaviyi; engelli veya yaşlı olunduğunda ise yeterli düzeyde geçimi güvence altına alır.”
Webb’in toplum ve birey arasında adil bir anlaşma sunan bu reçetesi, hala geçerliliğini sürdürüyor. Yirminci yüzyılda herhangi bir yeni toplumsal sözleşmenin temelini oluşturması gereken üç temel ilke var: Herkes için asgari ekonomik güvenlik; kapasitelere maksimum yatırım ve daha geniş risk paylaşımı.
Herkes için asgari ekonomik güvenlik ilkesi, her toplumda bireylerin gelirleri söz konusu olduğunda, hiçbir koşulda altına inilemeyecek bir taban veya eşik oluşturulması anlamına gelir. Bunu sağlamak için, gelişmekte olan ülkelerdeki nakit transfer programlarından gelişmiş ekonomilerdeki düşük ücretli işçiler için sağlanan vergi indirimlerine kadar pek çok farklı araç mevcut.
Ancak asgari güvenlik ilkesi, temel sağlık hizmetlerine erişim; yaşlılıkta yoksulluğu önleme amaçlı emekli maaşı tahsisi; hastalık izni ve iş sözleşmesinin türüne bakılmaksızın işsizlik sigortasını da içermelidir. Gelişmekte olan ülkelerde bu durum resmi kayıtlı sektörlere daha fazla işçi almak anlamına gelirken, daha zengin ekonomilerde ise işverenlerin “iş” yapan işçilere çalıştıkları oranda maaş ödemesini zorunlu kılar.
“Bir Köy Gerekli”
Nitelikli bir toplumsal sözleşme için ikinci ilke olan “kapasitelere maksimum yatırım”, çoğu zaman ihmal edilmiştir. Bu noktada hem yoksul ülkelerdeki hem de zengin ülkelerdeki yoksul çevreler lehine, sosyal hareketlilik ve toplum sözleşmesinin gücünü güvence altına almak üzere gerekli olan ekonomik fırsatların sağlanmasıyla ilgili yetersizlik göze çarpar. Bu yetersizlik nedeniyle yetenekler de düzenli olarak boşa harcanır. Hoşnutsuzluk, kişinin mevcut durumunu ve geleceğini zaman içinde iyileştirme olasılığının düşük olduğu veya bu olasılığın yakın zamanda düşmeye başladığı ülkelerde daha fazladır. İskandinav ülkelerinde gelir dağılımının en alt kısmından orta kısmına geçmek için iki veya üç kuşak geçmesi yeterlidir. Böylesi bir geçiş için Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık’ta en azından beş kuşak, Güney Afrika ve Brezilya’da ise dokuz kuşak geçmesi gerekir.
Son olarak üçüncü ilke bağlamında, toplum sözleşmesinin risk paylaşımını genişletmesi beklenir. Kitlesel bağlamda daha iyi yönetilebildiğinde bu yük ve risklerin çok büyük kısmı bireyler tarafından karşılanır. Örnek vermek gerekirse, işlerinden çıkarılmış işçilere işsizlik sigortası ve yeniden eğitim sağlamak için yeterli mekanizmalar bulunduğunda işverenler için (işe alma ve işten çıkarma anlamında) esneklik sağlamak daha kolaydır. Esasında bu tür düzenlemeler, bireylere ve hanelere yıkıcı maliyetler yüklemek yerine işsizliğin yarattığı riskleri toplum geneline yayar.
Benzer bir yaklaşım çocuk bakımı, sağlık bakımı ve yaşlılık için de geçerlidir. Örneğin, işverenlerin doğum izni masraflarını üstlenmesi pek mantıklı değildir. Ne de olsa kamu tarafından finanse edilen ebeveyn izinleri de benzer bir amaca hizmet etmektedir. Bunun yanında kamu tarafından sağlanan finansman, daha küçük firmaların üzerindeki yükü de azaltır. İşgücü piyasasında erkekler ve kadınlar için eşit bir oyun alanı yaratır.
Ortak Bağları Yeniden Kurmak
Toplum sözleşmesi standart yasal bir sözleşme değildir. ABD, Japonya, Şili ve Gana gibi farklı ülkelerin hepsine uyum sağlayacak bir reçete de sunmaz. Her toplum; ailelere, şirketlere, toplum örgütlerine ve farklı ölçülerde devlete güvenerek, özgün tarihi tecrübelerine göre kendi sosyal koşullarını belirler.
Tüm ülkelerin ortak olarak paylaştıkları iklim değişikliği ve pandemi gibi küresel sorunlar ise daha farklı ele alınmalıdır. Bunlarla parça parça yüzleşmek çok pratik değil. Ortak bir amaç duygusu olmaksızın bu sorunların üstesinden gelmek neredeyse imkânsız. Toplumlarımızı bir arada tutan karşılıklı bağları yeniden örerken, küresel düzeydeki karşılıklı bağımlılığımızı da hesaba katmalıyız. Hem ülkelerin kendi içinde hem de ülkeler arasında dayanışmayı sağlamak için gereken güveni ancak ulusal düzeyde -modern yaşamlarımızla gerçekten ilgili olan- yeni bir toplum sözleşmesi ile inşa edebiliriz.
Project Syndicate sitesinde 21 Ocak 2022 tarihinde “The Pandemic and Our Broken Social Contracts” başlığıyla yayımlanan yazının ikinci kısmını Uğur Altuntaş’ın çevirisiyle sunuyoruz. Yazı bölümler halinde çevrilmiş ve belirli kısımlarda editoryal düzenleme yapılmıştır.