ANALİZ
Pakistan – Hindistan Krizi: Küresel Düzensizlik ve MAGA Siyasetlerinin Bölgesel Semptomları!
Pakistan-Hindistan ilişkileri öncelikle iç siyasi baskılar tarafından şekillendiriliyor, tarihsel husumet ve coğrafi yakınlık tarafından gerginleşiyor ve karşılıklı ancak kırılgan bir dengeleme ile tamamlanıyor. İki ülke arasında, bu üç temel dinamik belirleyici.
PAKİSTAN VE HİNDİSTAN arasındaki gerginlikler uzun süredir devam ediyor, karmaşık, tarihsel ve bölgesel dinamiklere uzanan derin köklere sahip. 1947'de İngiliz sömürge yönetiminden bağımsızlıklarını kazanmalarından bu yana, iki ülke birkaç kısa savaş yaptı, en sonuncusu 1999'daki Kargil Savaşı'ydı. Onlarca yıl süren huzursuz barışa rağmen, iki ülke arasında 2019 Balakot hava saldırıları ve bugünlerde yaşanan olaylarda olduğu gibi, sık sık sınır ötesi çatışmalar ve askeri tırmanışa yol açan yüksek gerginlikler devam ediyor. ABD ve Çin arasındaki küresel gerilim artarken ve Amerika bölgesel politikaları bağlamında Hindistan ile stratejik ortaklığını güçlendirirken, bu çatışmanın doğasını ve bölgesel istikrar üzerindeki etkilerini anlamak hayati önem taşıyor.
**
Milliyetçilikler çağı, MAGA siyasetleri ve dış tehdit
Pakistan ve Hindistan çatıştığında, dünya bunu çoğu zaman din ve Keşmir konusunda asırlardır süregelen düşmanlıkların, sonuçsuz ve kronik patlamaları olarak algılayarak görmezden geliyor. Dünya kamuoyu için yorgun bir konu. Ancak son günlerde yaşanan ve aniden yükselen kriz, diğerlerinden farklı bir yerde duruyor. Krizin hızla silahlı çatışmaya dönüşmesi, Hindistan-Pakistan rekabetinde son yıllarda yaşanan derin ve tehlikeli bir değişime işaret ediyor. Bu değişim, iki ülkenin çok farklı yörüngelerinden kaynaklanıyor.
Son yıllarda Hindistan jeopolitik ve ekonomik bir güç merkezi olarak dikkat çekiyor. Hindu milliyetçisi başbakanı Narendra Modi Hindistan’ı sadece büyük bir ulus değil, aynı zamanda küresel sahnede zamanı gelmiş, yükselen büyük bir medeniyet olarak konumlandırıyor. Bu durum, Hindistan yönetiminin Pakistan'ı kendi ulusal sınırlarındaki yıkıcı bir sorun olarak değil, Hindistan'ın haklı yükselişine bölgesel düzeyde ayak bağı olan akut bir tehdit olarak gördüğü, tavizsiz bir zihniyetin kristalleşmesine neden oluyor.
Pakistan ise yirmi yıldır ekonomi, siyaset ve güvenlik krizleriyle boğuşuyor. Ülkede tek bir kurum hüküm sürüyor: Karar alma mekanizmalarına hakim, konvansiyonel ve nükleer askeri kapasiteye sahip güçlü bir ordu. Her ne kadar kuşatılmış olsa da bölgesel bir güç olarak kalmak isteyen Pakistan, Hindistan'a karşı, Keşmir gibi ulusal kimliğinin merkezinde yer alan konularda geri adım atmak istemiyor.
**
Hindistan-Pakistan ilişkileri öncelikle iç siyasi baskılar tarafından şekillendiriliyor, coğrafi yakınlık tarafından gerginleşiyor ve karşılıklı ancak kırılgan bir kısıtlama ile tanımlanıyor. Dolayısıyla iki ülke arasında, bu üç temel dinamik belirleyici durumda.
Tarihsel arka plan
Pakistan-Hindistan çatışmasının kökleri 1947'de Britanya Hindistanı'nın bölünmesinde yatıyor. Hindistan ve Pakistan'ın ayrı milletler olarak kurulması yaklaşık 12 milyon insanın yerinden edilmesine ve yaygın toplumsal şiddete yol açtı. Bölünmeden kaynaklanan en tartışmalı konulardan biri Jammu ve Keşmir prenslik devletiydi. Müslüman çoğunluklu nüfusuna rağmen, Keşmir hükümdarı Hindistan'a katılarak ilk Hindistan-Pakistan savaşını ateşledi ve Keşmir'i ikili anlaşmazlıkların merkezi konusu haline getirdi. Böylelikle Keşmir, iki ülke arasındaki ilişkilerin tarihsel fay hattını oluşturdu.
Keşmir, her iki ulus için de sembolik bir öneme sahip. Müslümanlar için bir vatan olarak kurulan Pakistan, Keşmir'in Müslüman çoğunluk statüsünü Pakistan'a dahil edilmesinin gerekçesi olarak gördü. Hindistan ise aksine, kendisini tüm dinleri kapsayan laik bir demokrasi olarak görerek Keşmir'in katılımını bu kimliğin onaylanması olarak gördü. İşte bu temel ayrışma, siyasi ve askeri gerginlikleri besleyen tarihsel bir dinamik olarak etkinliğini devam ettiriyor.
İç siyaset baskısı
İç siyaset Pakistan-Hindistan ilişkilerinin birincil itici gücü. Milliyetçilik, kamuoyu duyarlılığı ve siyasi teşvikler, devlet davranışlarını önemli ölçüde etkiler. Clausewitz'in "ikincil üçlü" kavramı -halk, hükümet ve ordu- iç dinamiklerin dış politikayı ve çatışmayı nasıl etkilediğini anlamak için bir çerçeve sunuyor.
Her iki ülkede de tarihi şikayetler ve siyasi söylemlerle körüklenen milliyetçilik, krizleri tırmandırma riskini artırıyor. Liderler, özellikle kriz zamanlarında daha saldırgan tavırlar benimsemeleri için iç baskıyla karşı karşıya kalabilir. Örneğin, Hindistan Başbakanı Narendra Modi'nin 2019'daki Balakot Krizi sırasında verdiği kararlı askeri tepki oldukça popülerdi ve sonrasında ezici bir şekilde yeniden seçilme zaferine katkıda bulundu. Askeri eyleme yönelik kamuoyu desteği, algılanan başarıların daha iddialı politikaları teşvik ettiği bir geri bildirim döngüsü yaratıyor.
Ayrıca, 2019 krizinin ardından hem Hindistan hem de Pakistan liderleri zafer ilan ederek, iç güç ve dayanıklılık söylemlerini güçlendirdi. Savaş havasının bu karşılıklı söylemlerle güçlendirilmesi, gelecekteki çatışmaların olasılığını artırıyor ve diplomatik çözümü karmaşıklaştırıyor.
Coğrafya: Stratejik ilişkiler
Coğrafya mevcut gerginlikleri daha da kötüleştirir. Hindistan ve Pakistan, Keşmir'de yoğun bir şekilde militarize edilmiş Kontrol Hattı da dahil olmak üzere yaklaşık 2.000 mil uzunluğunda bir sınırı paylaşıyor. Yakınlık ve karşılıklı güvensizlik göz önüne alındığında, sık sık sınır olayları ve çatışmalar neredeyse kaçınılmaz hale geliyor.
Kautilya'nın "krallar çemberi" gibi jeopolitik teorisi, iki ülke arasındaki bölgesel dinamikleri bağlamlandırmaya yardımcı olur. Bu eski Hint çerçevesine göre, bir devletin yakın komşuları potansiyel düşmanlar iken, bu düşmanların komşuları müttefik olabilir. Bu mantık, Pakistan'ın 1960'lardan bu yana Hindistan'ın gücüne karşı stratejik bir denge unsuru olarak gelişen Çin ile yakın ilişkisine de yansıyor. Çin'in askeri ve diplomatik desteği Pakistan'ın stratejik konumunu güçlendirmektedir.
Benzer şekilde Hindistan'ın Afganistan'a yönelik gelişen yaklaşımı da aynı mantığa işaret ediyor. Hindistan, daha önceleri Taliban'a karşı olmasına rağmen, Pakistan'la ilgili ortak kaygıları nedeniyle son dönemde Taliban liderleriyle üst düzey ilişkiler geliştirmeye başlattı. Bu gelişmeler bölgesel ittifakların coğrafya ve ortak düşmanlar tarafından nasıl şekillendirildiğini gösteriyor.
Amerika Birleşik Devletleri de bu stratejik ortamda bir rol oynuyor. ABD, hem Hindistan hem de Pakistan’la ilişkilerini sürdürmesine rağmen, özellikle Çin'in yükselişine karşı koyma stratejisinin bir parçası olarak Hindistan ile daha fazla yakınlaşmaya başladı. Bu dış etki, nasıl yönetildiğine bağlı olarak bölgeyi istikrara kavuşturabilir veya istikrarsızlaştırabilir.
Kısıtlamalar ve sınırlı çatışma
Tekrarlayan düşmanlıklara rağmen, hem Hindistan hem de Pakistan savaş ve kriz zamanlarında itidal gösterdi. Clausewitz'in "mutlak savaş" ile "gerçek savaş" arasındaki ayrımı yararlı bir çerçeve sunar. Mutlak savaşta, devletler toplam zafere ulaşmak için mevcut tüm güçlerini kullanırlar. Bunun aksine, gerçek savaş, politik hedefler, korku ve pratik sınırlamalar tarafından yumuşatılır.
1999 Kargil Savaşı buna bir örnek. Nükleer kapasiteye sahip olmalarına rağmen, her iki ülke de tam askeri güçlerini kullanmaktan kaçındı. Stratejik kısıtlama, büyük ölçüde nükleer silahların caydırıcı etkisi ve özellikle ABD ve Çin'den gelen uluslararası baskı nedeniyle, sonraki krizlerde de devam etti.
Her iki ülke de tam ölçekli çatışmayı önlemek için dolaylı stratejiler benimsedi. Hindistan nükleer tırmanışı önlemek için hızlı, sınırlı güç konuşlandırmalarına vurgu yapıyor. Pakistan, askeriyesini doğrudan dahil etmeden Hindistan'a baskı uygulamak için devlet dışı aktörleri ve militan grupları destekliyor.
Thomas Schelling'in “zorlama” kavramı, resmi barış dönemlerindeki çatışma davranışlarını açıklamaya yardımcı olur. Zorlama, bir düşmanı istenmeyen davranışı durdurmaya zorlamak için sınırlı güç veya tehdit kullanmayı içerir. Hem Hindistan hem de Pakistan, Keşmir gibi konularda kontrolü ele geçirmek için zorlama stratejisini kullanıyor. Hindistan için, zorlama eylemleri Pakistan'ın Hindistan iç siyasetine devam eden müdahalesini durdurmayı amaçlıyor. Pakistan'ın zorlama eylemleri ise Hindistan'ı Keşmir'in yönetimini Pakistan'a devretmeye zorlamayı amaçlıyor. Özellikle, bölgenin nükleerleşmesi zorlayıcı dengeyi değiştirmiş, Hindistan'ın geleneksel üstünlüğünü azaltmış ve Pakistan'ı cesaretlendirmiştir.
**
Peki bundan sonra ne olacak?
Soru, bu kez soğukkanlılığın galip gelip gelmeyeceği. Sindoor Operasyonu'nun bir parçası olan Hindistan'ın saldırıları, Hindistan'da birçok siyasi çizgide kitlesel bir onayla karşılandı. Hem iktidardaki Bharatiya Janata Partisi (BJP) hem de muhalefetteki Kongre Partisi operasyona desteklerini dile getirdi.
Bu, Modi'nin popülaritesinin düştüğü bir zamanda daha fazla destek kazanmasına yardımcı oluyor. Modi ve BJP, 2024 seçimlerinde şok edici bir sonuç alarak 543 sandalyeden 63'ünü kaybetti ve Lok Sabha'da (parlamentonun alt kanadı) çoğunluğu sağlayamadı.
Modi yönetiminde Hindistan hızla daha otokratik bir hale geliyor. Bu da bu tür ülkelerin çatışma söz konusu olduğunda risk alma olasılıklarını artırırken bir başka endişe kaynağına neden oluyor. Güç giderek kişiselleştikçe ve muhalefet bastırıldıkça, olası otokratların daha fazla halk ve elit desteği toplamak için cesur adımlar atma olasılıkları daha yüksek olabilir.
Pakistan'ın Hindistan'ın son saldırısına geçmiştekinden daha fazla güçle karşılık vermesi için de bir nedeni olabilir. Pakistan'ın güçlü ordusu, muazzam askeri bütçesini haklı çıkarmak için sık sık Hindistan ile bir çatışma korkusunu körüklüyor. Sonuç ne olursa olsun, kendi iç kitlesine satabilmek için bir başarıya ihtiyacı var.
Pakistan, onlarca yıldır fiili olarak askeriye tarafından yönetiliyor ve bu da çatışmaya girme olasılığını artırıyor. Sivil yönetim dönemlerine rağmen, ordu her zaman çok fazla güce sahip olmuştur ve Hindistan'ın aksine (sivil bir savunma bakanı için daha geniş bir rol vardır), Pakistan ordusu nükleer ve güvenlik politikası üzerinde daha fazla etkiye sahip.
Hem askeri rejimler hem de çok partili otokrasiler, çatışmayı meşruiyet kazanmanın bir yolu olarak görebilirler; özellikle de her iki rejim de siyasi desteklerinin azaldığını düşünüyorsa.
Küresel ve bölgesel etkiler
Hindistan ile Pakistan arasında çıkacak bir savaş, Orta Asya'yı önemli ölçüde istikrarsızlaştıracak, ticaret yollarını sekteye uğratacak, altyapı projelerini geciktirecek ve bölgesel militanlığı artıracaktır.
Çin, Rusya ve ABD, çatışmayı kendi nüfuzlarını korumak veya genişletmek amacıyla kullanarak Orta Asya'daki müdahalelerini yoğunlaştırabilirler.
Potansiyel nükleer serpinti, mülteci akımları ve bölgesel iş birliğinin bozulması, Orta Asya'nın ekonomik kalkınmasını, güvenliğini ve gıda sistemlerini ciddi şekilde etkileyebilir.
**
Pakistan-Hindistan çatışması tarihsel ve kültürel olarak köklü bir sorun ve yakın gelecekte çözülmesi pek mümkün görünmüyor. İç siyasi dinamikler, tarihsel husumet ve coğrafi yakınlık, gerilimi tırmandırırken, stratejik itidal şimdiye kadar büyük çaplı bir savaşı engelledi. Bu dinamikleri anlamak sadece bölgesel istikrar için değil, aynı zamanda daha geniş kapsamlı bölgesel stratejik planlamalar için de elzem. İster karşılıklı caydırıcılık, ister iç kısıtlamalar, isterse uluslararası etki nedeniyle olsun, her iki ülke de itidalli davranmaya devam ettiği sürece, bu değişken husumeti çözmek için olmasa da yönetmek için umut var olmaya devam edecek.
Bu yazı, The New York Times’da, 09 Mayıs 2025’te yayınlanan ve Asfandyar Mir tarafından yazılan “India and Pakistan Enter a More Dangerous Era” başlıklı; The Conversation’da 07 Mayıs 2025’te yayınlanan ve Natasha Lindstaedt tarafından kaleme alınan “Why are India and Pakistan on the brink of war and how dangerous is the situation?” başlıklı; Small Wars Journal’da 05 Mayıs 2025 tarihinde yayınlanan ve Andrew Haanpaa tarafından yazılan “Understanding the India-Pakistan Conflict: Domestic Influence, Geography, and Restraint” başlıklı yazılardan özetlenerek hazırlanmıştır.