×
KÜLTÜR
12.09.2023

ANALİZ

Otoriter Siyasetler Nasıl Güçleniyor?

Otoriter iktidarlar, insan hakları, hukukun üstünlüğü, sınırlı iktidar gibi evrensel değerlerin, güvenlik ve istikrar isteyen insanlara dayatılan yeni bir emperyalizm biçiminin aracı olduğunu savunuyorlar. Bu muazzam bir tarihi-politik yanılgıdır.
1989'DA BERLİN DUVARI'NIN yıkılışı, artan refahın özgürlük ve hoşgörüyü teşvik edeceği ve bunun da daha fazla refah yaratacağı umudunu ortaya çıkarmıştı. Ne yazık ki bu umut boşa çıktı.

Refah kesinlikle arttı. 2019'a kadar geçen otuz yılda küresel üretim dört kattan fazla arttı. Aşırı yoksulluk içinde yaşayan 2 milyar insanın yaklaşık yüzde 70'i bu durumdan kurtuldu. Ancak bireysel özgürlükler ve hoşgörü farklı bir seyir izledi. Bugün dünya genelinde pek çok insan, hoşgörü düzeyi düşük olan hatta bazen hoşgörüsüz olan geleneksel, grupsal, ideolojik inançlara bağlılık yemini etmeye devam ediyor. Ve bugünlerde çok daha zengin olmalarına rağmen, sıklıkla “biz ve onlar” ayrımıyla başkalarını küçümsüyorlar.

Her beş yılda bir yapılan Dünya Değerler Araştırması, bireysel özgürlükler ve hoşgörüyle ilgili bu eğilimi doğruluyor. 2022'ye kadar uzanan en son anket, 90 ülkede neredeyse 130.000 kişiye uygulandı. Rusya ve Gürcistan gibi bazı ülkeler, ekonomik olarak büyüdükçe daha hoşgörülü hale gelmiyor, bunun yerine geleneksel, ideolojik ve dinsel değerlere daha fazla bağlı hale geliyor. 

Görünüşte tüm bu gelişmeler, Çin Komünist Partisinin evrensel değerleri, bir tür “ırkçı neo-emperyalizm biçimi” olarak değerlendirerek göz ardı etme siyasetiyle örtüşüyor. Çin yönetimi, Beyaz Batılı elitlerin, normalde güvenlik ve istikrar arayan insanlara kendi özgürlük ve demokrasi ajandalarını dayattıklarını savunuyor.

Aslında Dünya Değerler Araştırması, daha incelikli bir şeyi öne sürüyor. Çin argümanının aksine evrensel değerler her zamankinden daha değerli. Evet, Çin, insanların “güvenlik” istediği konusunda haklı. Anket, tehdit duygusunun insanları aileye, ırksal veya ulusal gruplara sığınmaya ittiğini, gelenek ve kurumsal dini evreninse bu noktada insanlara teselli sağladığını gösteriyor.

Bu durum, Amerika'nın Irak ve Afganistan'da demokrasiyi kurmaya yönelik başarısız girişimlerinin yanı sıra Arap Baharı'nın başarısızlığını açıklama fırsatı da sunuyor. Kanunsuzluğun ve kargaşanın ortasında, bazı insanlar kendi kabileleri veya mezheplerinin siper hatlarına çekiliyor ve oralarda güvenlik arıyorlar. Bazıları bu kabile ve mezhep çekişmeleri arasında otoriter yönetimlerin düzeni yeniden sağlanacağını ümit ederek diktatörlerin geri dönüşünü memnuniyetle karşılıyor.

Ne var ki, Çin’in güvenliğe ilişkin argümanının gözden kaçırdığı ince nokta şu: Güç hırsına kapılmış politikacılar, anarşi ve istikrarsızlıktan korkan insanların bu düzensizliklere karşı otoriter yönetimleri tercih edeceklerini bildikleri için “güvensizlik yaratmaya” kalkışırlar. Beşar Esad'ın, Arap baharının başlangıcında, ülke hapishanelerindeki terör suçlularını serbest bırakırken Suriye'de yaptığı buydu. “Sünni şiddet tehdidi”nin diğer mezheplere mensup Suriyelilerin, kendi iktidarı etrafında toparlanmasına hizmet edeceğini düşünüyordu.

Rusya'da da benzer bir şey oldu. 1990'lardaki ekonomik çöküş ve sarsıcı reformların ardından Ruslar 2000'li yıllarda başarılı oldu. 1999 ile 2013 yılları arasında kişi başına GSYİH, dolar bazında 12 kat arttı. Ancak bu onların birikmiş korkularını ortadan kaldırmadı. Başkan Vladimir Putin, özellikle iktisadi büyümenin duraksadığı zamanlarda sürekli olarak insanların etnik-milliyetçi güvensizliklerini kullandı. Bu politika, Ukrayna'nın feci işgaliyle zirveye ulaştı.

Amerika ve Brezilya'nın eski başkanları Donald Trump ve Jair Bolsonaro örneğinde olduğu gibi, yerleşik demokrasilerde bile, kutuplaştırıcı politikacılar, toplumsal desteği harekete geçirmek için seçmenlerin kaygılarından yararlanabileceklerini gördüler. Böylece siyasi rakiplerinin, kendi destekçilerinin yaşam tarzını yok etmek istedikleri ve ülkelerinin varlığını tehdit ettikleri konusunda uyarıda bulunmaya başladılar. Bu da kendi taraflarında bir alarm ve düşmanlığın yayılmasına neden oldu.

“Sadık bir çoğunluk yaratmak” mı “hukukun üstünlüğü” mü?

Bütün bu gelişmelere bakıldığında, Çinlilerin evrensel değerlerin” emperyal bir dayatma” olduğu iddiası ters yüz oluyor. Dünya Değerler Araştırması, Şili'den Japonya'ya, artan güvenliğin aslında hoşgörüye ve daha fazla bireysel ifadeye yol açtığına dair örnekler sunuyor. Batılı ülkelerin bu konuda benzersiz olduğunu gösteren hiçbir şey yok. Asıl soru “insanların kendilerini daha güvende hissetmelerine nasıl yardımcı olunacağı.”

Çin'in bu soruya cevabı, siyasetin dışında duran ve yöneticilerine meydan okumaktan kaçınan sadık, itaatkâr bir çoğunluk yaratma fikrine dayanıyor. Ancak bu modelin içinde derin bir güvensizlik gizleniyor. Zira bu model, karşıt cephe hatlarının bazen keyfi olarak ya da herhangi bir uyarı olmaksızın hareket ettiği çoğunlukçu bir sistemi ifade ediyor; özellikle de güç öngörülemez bir şekilde bir parti liderinden diğerine geçtiği zamanlarda.

Daha iyi bir cevap, hukukun üstünlüğü ilkesine yaslanan refah düşüncesine dayanıyor. Zengin ülkelerin pandemik hastalıklar gibi felaketlerle başa çıkmak için harcayacakları daha fazla kaynağı var. Aynı şekilde, tasarruflarına ve sosyal güvenlik ağlarına güvenen zengin ülkelerin vatandaşları, başka yerlerdeki hayatları mahveden tesadüfi olaylara karşı daha az savunmasız olduklarını biliyorlar.

Evrensel ve değerli

Ancak güvensizliğin en derin çözümü, ülkelerin küresel ısınmadan, yapay zekadan veya Çin ile Amerika arasında artan gerilimden kaynaklanan değişimle nasıl başa çıktıkları. Değişimi iyi yöneten ülkeler, toplumun gelecekte kendinden emin olmasını sağlama konusunda daha iyi olacak. İşte evrensel değerlerin ortaya çıktığı yer de burası. Hoşgörü, özgür ifade ve bireysel sorgulama, mantıklı tartışma ve reformlarla oluşturulan fikir birliği yoluyla değişimin kontrol altına alınmasına yardımcı olur. İlerleme sağlamanın daha iyi bir yolu yoktur.

Evrensel değerler, “Batı standartlarından” ve “Batının değerler dünyasından” çok daha fazlasıdır. Toplumları güvensizliğe karşı güçlendiren bir mekanizmadır. Dünya Değerler Araştırması'nın gösterdiği şey bunların aynı zamanda zor kazanıldığıdır.


Bu yazı, 10 Ağustos 2023 tarihinde Economist’te “Authoritarians are on the march” başlığıyla yayınlandı. Çeviride yer yer editoryal düzenleme yapılmıştır.