ANALİZ
Modern Devlet Nereden Doğdu?
Filozoflar yüzyıllardır devletlerin neden ortaya çıktığını açıklamaya çalışıyor. Bu süreçte, ekonomik faktörlerin etkili olup olmadığı konusuna yeterli ilginin gösterilmediği anlaşılıyor. Kritik soru şu: Devlet çatışmadan mı yoksa işbirliğinden mi doğdu?
DEVLET ÖNCESİ dönem, bazen bir metafor, bazen bir mit, bazen de tarihsel bir durum olarak değerlendirilmiştir. Thomas Hobbes devlet öncesi yaşamın kötü, acımasız ve kısa olduğunu düşünüyordu. Bu görüşe katılmayan John Locke insanların bir şeylere sahip olmayı ilk kez bu dönemde öğrendiğini söylüyordu. Jean-Jacques Rousseau ise bu dönemi, insanların zincirlere vurulmadan önce özgür doğdukları zaman dilimi olarak tanımlıyordu. Robert Nozick’e göre, insanlar bu dönemden kurtulmak için çaresizce kaçınılmaz sona doğru ilerledi: Bir devlet kurmak.
Devletler kurulmadan önceki toplumsal yaşamı ifade eden “doğa durumu” asırlar boyunca filozofların ilgisini çekmiştir. Buna dair çok fazla fikir öne sürüldüyse de tam olarak ne olduğunu tespit etmek mümkün olmadı. Yine de devletin olmadığı durumda insanların nasıl yaşadığı üzerine düşünmek, bazı derin soruların cevaplanmasına yardımcı olabildi: Siyasal iktidarın sınırları nelerdir? Modern devlet, vatandaşların özgürce seçebileceği bir şey midir?
O halde, tüm bu teorik tartışmalardan uzaklaşarak, bazı ampirik kanıtlara sahip olduklarını düşünen üç ekonomiste kulak verelim. Abu Dabi’deki New York Üniversitesi’nden Robert Allen, Northwestern Üniversitesi’nden Leander Heldring ve Nottingham Üniversitesi’nden Mattia Bertazzini’ye göre, modern devletin ortaya çıkışını anlamanın yolu metaforlardan değil, Irak’taki eski nehirlerin sürekli değişen yataklarından geçiyor. Yazarlar, American Economic Review dergisinde yayımlanan makalelerinde, ilk devletlerin Hobbes’un inandığı gibi şiddet ortamından kaçmak için değil, ekonomik nedenlerden ortaya çıktığını savunuyorlar.
Irak’ın en uzun iki nehri olan Dicle ve Fırat’ın kıyıları dünyanın en eski yerleşim yerlerinden bazılarına ev sahipliği yapmıştır. Beş bin yıl önce bilinen ilk yazı sisteminin geliştirildiği Mezopotamya’nın “medeniyetlerin beşiği” olarak tanımlanması sebepsiz değil. Bu nehirlerin yatakları, sel ve kuraklık dönemlerine bağlı olarak değişim göstermiş ve bu değişim, bölgenin kadim çiftçileri için büyük bir sorun teşkil etmiştir.
Yazarlar, tam da bu noktada nehrin yataklarındaki değişim ile yerleşim yerlerinin sayı ve büyüklüğünün artması arasında zamansal bir ilişki olup olmadığını araştırıyor. Bunun için, MÖ 2.850’de kaydedilen ilk değişimin etkisini inceliyorlar. Sonuçlar, çiftçilerin, filozofların doğa durumuyla ilgili öne sürdüklerine yakın bir durumla karşı karşıya kaldıklarını gösteriyor. Nehrin terk ettiği alanda yaşayanlar göçebeliğe geri dönebilirdi. Ancak bir seçenek daha vardı: Bir araya gelerek uzak nehirlerden su taşımak için kanallar inşa etmek.
Dolayısıyla felsefi bir soru, binlerce yıl önce yapılmış ve yüzlerce mil boyunca uzanan bir laboratuvar deneyine benzer bir hal almış oldu. Üstelik, deneyin sonuçları oldukça net. Nehrin terk ettiği havzadaki 5 kilometrekarelik bir alanda, değişimden 150 yıl sonra tapınak ya da pazar yeri gibi kamusal yapılara sahip bir yerleşim yerinin bulunma olasılığı, değişimden önceki 50 yıla kıyasla %14 daha fazlaydı. Nehre uzak yerlerde çiftçilik yapmak için inşa edilmiş bir su kanalı bulunma olasılığı ise %12 daha fazlaydı. Bu alanda kurulan beş yeni şehrin sadece üçü terk edilirken, nehrin yeni kolu üzerinde bulunan Esnunna şehri giderek büyüdü.
Yazarlara göre bu durum, ilk devletlerin, ekonomik nedenlerle işbirliği yapan çiftçiler tarafından kurulduğunu kanıtlıyor. Bir kanal sistemi, herhangi birinin tek başına üstlenemeyeceği kadar büyük bir maliyet getiriyordu. Bu yüzden, kanal inşası maliyetin paylaşılmasıyla mümkün olabilirdi. Vergi karşılığı altyapı hizmeti sağlamanın ilk örneklerini teşkil eden bu paylaşım sistemi, ilk devletlerin doğuşunu temsil etmesi bakımından oldukça önemliydi.
Öte yandan, yazarlar devletin kökenleri üzerine yüzyıllardır süregelen yaklaşımları iki gruba ayırıyor. Buna göre, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde etkili bir ekonomist olan Daron Acemoğlu’ndan Karl Marx’a kadar uzanan ilk grup, devletlerin bir toplumsal pazarlık sonucu ortaya çıktığını varsayıyor. Bu varsayım, zengin ve ayrıcalıklı kişilerin kendi çıkarları doğrultusunda iktidarı ele geçirdikten sonra halkı kendi yanlarında tutmak için yol, okul ya da güvenlik gibi hizmetler sunduğunu söylüyor. Ancak, Mezopotamya’daki durum bu olsaydı, yerleşimlerin nehrin kaydığı bölgelerde oluşması gerekirdi. Çünkü, daha zengin ve verimli tarım arazileri geliştirerek daha büyük bir vergi geliri elde edebilirlerdi.
Görünüşe göre, Mezopotamyalı çiftçiler, nehir uzaklaştıkça bir araya gelme yolunu tercih etti. Bu da ikinci grubun yaklaşımını destekliyor. Locke ve Rousseau’nun da yer aldığı bu gruptaki filozoflar, devletlerin insanların toplumsal işbirliğini seçmesiyle ortaya çıktığını ileri sürüyor. Bu durumda, insanlar, anlaşmazlıkları çözen ve güvenliği sağlayan bir siyasal yönetime karşılık istediklerini yapma özgürlüklerinden feragat ediyorlardı. Bu da devletin dayatılan değil tercih edilen olduğunu bir şey olduğunu gösteriyor. Yazarlar, ayrıca, sadece Irak bölgesi analiz edilerek elde edilen bu modelin daha genelde diğer devletlerin ortaya çıkışı için de geçerli olduğunu savunuyorlar.
Kıvrımlı Yol
Bu durum, ekonomistlerin, siyaset bilimcilerin alanına girdiği anlamına geliyor. Çalışma, elbette kusursuz değil. Belki, bilinmeyen bir fetih, söz konusu dönemde yerleşimlerin yayılmasında etkili olmuştur. Diğer taraftan yazarlar, bu modelin başka yerlerde de geçerli olduğu konusunda yanılıyor olabilirler. Belki de nehir yatakları değişmeden önce Mezopotamya’da zaten birçok yerleşim yeri vardı ve bazıları bin yıldır varlığını sürdürüyordu. Yazarlar, sadece devletlerin oluşumuyla sınırlı kaldıklarını belirtiyorlar; ancak, eski devletlerin nasıl yayıldığını tespit etmiş olma ihtimalleri de var.
Her hâlükârda, bu çalışma oldukça iddialı ve değerli. Filozoflar yüzyıllardır devletlerin neden ve nereden ortaya çıktığını açıklamaya çalışıyor. Bu süreçte, ekonomik faktörlerin etkili olup olmadığı konusuna yeterli ilginin gösterilmediği anlaşılıyor. Diğer taraftan, doğa durumunu belirli bir zamana ve mekana endekslemek, meseleyi hafife indirgeme riski taşısa da bunu yapmak sadece eski filozoflar tarafından hayal edilebilecek türden bir deneyin kapısını aralıyor. Hobbes ya da Locke, hakkında teori ürettikleri doğa durumunu yansıtan bir şey üzerinde inceleme yapabilselerdi, kesinlikle bundan geri durmazlardı.
Bu yazı, The Economist’te “Where does the modern state come from?” başlığıyla yayımlanmıştır. Çeviri yapılırken yazının belirli kısımlarında editoryal düzenleme yapılmıştır.