ANALİZ
Körfez Ülkelerinde Ekonomik Rekabet
Uzun yıllar küresel ekonomiyle geliştirdiği iyi ilişkiler sayesinde bölgenin ticaret ve finans merkezi olmayı başaran BAE bu süreçte Suudi yönetiminin en önemli rakibi haline geldi.
COVID-19 SALGINININ yol açtığı sorunlar küresel ölçekte ekonomik bir yavaşlamaya yol açmış olsa da Körfez ülkelerinin ekonomik sorunlarının daha kompleks bir yapısı bulunmakta. Bu durumun en önemli sebebi küresel enerji sektörünün son yıllarda yaşadığı radikal değişimdir. Ekonomileri büyük oranda hidrokarbon ihracatına dayanan başta Suudi Arabistan olmak üzere bölge ülkeleri bu süreçte derin bir ekonomik kriz ile karşı karşıya kaldılar. Bu krizi aşmak için maliye politikaları ile içerideki kaynakları maksimum derecede harekete geçirmiş olsalar da görünen o ki bu ülkelerin sahip olduğu ekonomik kapasitenin mevcut küresel ekonomik düzende bir karşılığı bulunmamakta.
Enerji piyasasının değişiminden kaynaklı azalan petrol gelirleri, Covid-19 salgını ile azalan turizm gelirleri ve bölgesel ölçekte iddialı dış politikayı finanse etmek için artan savunma harcamalarının bütçeler üzerinde yol açtığı baskı, yeni kaynaklara yönelimi zorunlu kılmakta. Bu durum Körfez bölgesinin iki önemli aktörü olan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile Suudi Arabistan’ı bölgesel finans ve ticaret üzerinde bir rekabete zorlamakta. Uzun yıllar küresel ekonomiyle geliştirdiği iyi ilişkiler sayesinde bölgenin ticaret ve finans merkezi olmayı başaran BAE bu süreçte Suudi yönetiminin en önemli rakibi haline geldi.
Suudi Arabistan’ın ekonomik zorluklarının kaynağı
Son dönemde küresel enerji piyasalarında yaşanan radikal değişimler ekonomisi büyük oranda petrol ihracatına dayanan Suudi Arabistan’da ciddi ekonomik sıkıntılara yol açtı. İçinde bulunduğumuz dönemde ABD’de üretimi hızla artan kaya gazı ile küresel enerji piyasalarındaki liderliğini ABD’ye kaptıran, Rusya’nın artan petrol ve doğalgaz üretimi ile Asya ve Avrupa pazarlarında Rusya ile rekabet etmek zorunda kalan Suudi Arabistan’da kamu bütçesi büyük bir baskı altında. Azalan petrol gelirlerine ilaveten son iki yıldan beridir Covid-19 pandemisi nedeniyle Hac ve Umre turizminin bitme noktasına gelmiş olması ülkenin petrolden sonra ikinci en önemli gelir kaleminde de ciddi bir azalmaya sebep oldu. Normal dönemlerde 25 ila 40 milyar dolar arasında turizm geliri elde eden ülke son iki yıldır bu gelirden mahrum kalmış durumda.
Azalan gelirlere ilaveten artan savunma harcamaları, hızla artan genç nüfus ve yükselen işsizlik oranları ülke ekonomisi üzerinde ciddi baskı oluşturan iki önemli husus olarak sayılabilir. 2010 sonrası dönemde Arap dünyasında Irak, Suriye ve Mısır gibi önemli aktörlerin zayıflamasıyla oluşan güç boşluğunu doldurmak ve Levant, Güney Arabistan, Kızıldeniz ve Basra Körfezi’nde genişleyen İran nüfuzunu dengelemek isteyen Suudi Arabistan’ın savunma harcamaları önemli bir artış kaydetti. 2015-20 dönemini kapsayan son beş yılda Suudi Arabistan toplamda 273 milyar dolarlık bir savunma harcaması yaptı. Bu rakam ülkenin milli gelirinin yaklaşık 1/5’ini teşkil etmekte. Yapılan yüksek savunma harcamalarına ilaveten Arap Baharı sürecinde sokak hareketleri ile devrilmemeleri için Lübnan, Ürdün, Mısır, Fas, Bahreyn ve Umman gibi Suudi müttefiki rejimlere yapılan on milyarlarca dolarlık yardımlar da ülke ekonomisine büyük bir yük getirdi.
Savunma harcamalarının önlenemeyen yükselişine ilaveten ülke ekonomisi üzerindeki başka bir yük de hızla artan nüfus ve buna da bağlı olarak yükselen işsizlik oranlarıdır. Bugün nüfusunun 2/3’ünü gençlerin oluşturduğu ve 15 yaşın altındakilerin toplam nüfusa oranının 1/3 olduğu ülke ciddi bir nüfus baskısı ile karşı karşıya. Ulusal refahın büyük oranda kamu sübvansiyonlarına dayandığı ülkede hızla artan nüfusun ekonomi üzerindeki yükü her geçen gün artırıyor. Üstelik bugün ülkede gençlerin büyük bir çoğunluğunun petrol fiyatlarının tavan yaptığı, buna bağlı olarak ulusal refah ve kamu harcamalarının çok yüksek olduğu 2000 sonrası dünyaya gelmiş, hayattan beklentileri oldukça yüksek bireylerden oluşması ülke ekonomi yönetimi için önemli bir sorun teşkil ediyor. Tüm bunlara ilaveten ülkedeki teoloji ağırlıklı eğitim sisteminin ekonomik açıdan üretken kabiliyetler geliştirme konusundaki sınırlılıkları, hızla sayıları artan fakat endüstriyel üretime katılamayan atıl bir genç nüfusu ortaya çıkarıyor.
Sayılan ekonomik zorlukları aşmak ve istikrarlı bir ekonomik büyüme yakalamak için ülkede son beş yılda çok sayıda önlem alınmış olsa da bu önlemlerin ekonomik üretime önemli bir katkısının olmadığı bilinen bir gerçek. Özellikle ülkenin gelecekteki kralı olması beklenen Muhammed bin Selman’ın ülkenin sayılan ekonomik sorunlarını aşmak için ortaya koyduğu “Vizyon 2030” projesi, Suudi ARAMCO’nun yüzde beşinin özelleştirilmesi, çeşitli vergi ve maliye politikaları ile istihdamı ve üretimi teşvik etmesi, aradan geçen beş yıla rağmen ülkede belirli bir ekonomik büyüme ortaya çıkarmadı. Hâlbuki Muhammed bin Selman 2015 yılında yaptığı bir konuşmada alınan ekonomik tedbirler sayesinde ülkenin beklenmedik bir ekonomik büyüme yakalayacağını iddia etmiş ve “2020 yılında petrol gelirimiz sıfıra inse bile bir sorun teşkil etmeyecek” şeklinde konuşmuştu. Bugün Suudi ekonomisine yakından baktığımızda ülke ekonomisinin bu iyimser tahminlerin çok uzağında olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Körfez’in Ekonomi ve Ticari Başkenti Olma Yarışı
Suudi Arabistan’ın, artan ekonomik sorunları ve kendi kaynakları ile bu sorunların üstesinden gelme becerisinden yoksun olması, yöneticileri, ülkeyi küresel çapta yatırım fırsatları için bir cazibe merkezi haline getirmek için birtakım yollar aramaya sevk etti. Suudi Arabistan’ın bu arayışları, BAE ile Suudiler arasında küresel finans ve ticaretin bölgesel merkezi olma yarışını ortaya çıkardı. Çünkü BAE, uzun yıllardır küresel ekonomi ile geliştirdiği iyi ilişkiler sayesinde Körfez bölgesinin hatta Afrika ve Orta Doğu bölgesinin finans ve ticaret merkezi olmayı başarmıştı. Körfez, Afrika Kıtası, Orta Doğu hatta Suudi Arabistan’a yatırım yapan çoğu küresel şirketin genel merkezinin Dubai’de yer alıyor olması, ekonomik sorunları gün geçtikçe ağırlaşan ve küresel sermaye akışına büyük umutlar bağlayan Riyad açısında sinir bozucu bir durum.
Son beş yılda “Vizyon 2030” kapsamında geliştirilen büyük kamu yatırım projeleri ülkeye yönelik ciddi bir yatırımcı ilgisi oluşturmayı başarmış olsa da büyük şirketlerin genel merkezlerini Riyad’a taşımamaları, sayılan projelerden beklenen ekonomik katkıyı sağlayamıyor. Çünkü bugünlerde Riyad yönetiminde ülkeyi ekonomik açıdan kalkındırmak için ciddi sosyal ve kültürel dönüşümler sağlamak gerektiğine yönelik güçlü bir kanaat var. Küresel çapta önemli şirketlerin genel merkezlerini Riyad’a taşımaları, binlerce profesyonel yönetici ve ailelerinin ülkede yaşamaya başlamaları ülkenin Batı kültürü ile daha yakın bir temasını sağlayarak planlanan sosyal ve kültürel dönüşüme hız verebilir. 1950’li yıllarda petrol bölgelerinde kurulan ARAMCO kamplarında yaşayan çok sayıda Batılı çalışan ve aileleri ülke sosyal ve kültürel yapısında önemli bir değişimi başlatmıştı.
Her ne kadar Suudi yönetimi büyük şirketlerin genel merkezlerini Riyad’a taşımları konusunda geçmiş yıllarda çok sayıda teşvik edici uygulamalar hayata geçirmiş olsa da içinde bulunduğumuz dönem itibariyle Orta Doğu Asya ve Afrika bölgesine büyük yatırırım yapan şirketlerin büyük bir çoğunluğu genel merkezlerini Dubai’de tutmaya devam ettiler. Bu durum daha çok Batılı hayat tarzı, eğitim ve sağlık politikaları ile yakından alakalı. Sosyal hayatta İslami ilkelerin sıkı bir şekilde uygulandığı Suudi Arabistan, BAE’ye göre daha muhafazakar bir yaşam tarzına sahip ve bu durum Dubai’de tıpkı kendi ülkelerindeki gibi bir yaşam tarzını sürdürmeye alışmış Batılılar için Riyad’ı çok da cazip kılmıyor. Sosyal kısıtlamalara ilaveten BAE’ye göre eğitim ve sağlık alanında daha geride olan Suudi Arabistan, aileleri için kaliteli eğitim ve sağlık kurumlarına kolayca erişimi önceleyen profesyonel yöneticilerin Riyad’da yaşamayı tercih etmemelerinin başka bir sebebi. Son dönemde genel merkezlerini Riyad’a taşıma konusunda Suudi yönetimi tarafından zorlanan bazı şirketlerin üst düzey yöneticilerinin basına yaptıkları açıklamalarda, Dubai’deki personelin Riyad’da çalışmaya ikna edilmesi için büyük ekonomik teşviklere ihtiyaç olduğunu dile getirmeleri Suudi Arabistan’ın eğitim, sağlık, sosyal ve kültürel şartlarıyla yakından alakalıdır.
Orta Doğu bölgesinde petrol endüstrisinin ön plana çıktığı yüz yıla yakın bir süredir Suudi Arabistan bölgenin açık ara en büyük ekonomisi olmaya devam etti. Bu süreçte ülkenin geliştirdiği devasa yatırım projelerinde en büyük payı başta ABD ve Avrupa olmak üzere Batılı şirketler aldılar. Her ne kadar Suudi kamu yatırımlarında devasa bir paya sahip olsalar da Batılı şirketler genel merkezlerini Riyad’a taşımayı hiç düşünmediler. 1950’li yıllarda Beyrut, 1970’li yıllardan günümüze kadar ise BAE, Suudi Arabistan kamu yatırımlılarında aslan payını alan Batılı şirketlerin genel merkezlerinin bulunduğu küresel finans ve ticaret merkezi olmayı başardı. Bugün Riyad yönetimi ülkede başlatmayı düşündüğü sosyokültürel değişimler için Batı toplumu ile yakın bir temas kurmayı oldukça önemsiyor. Milyonlarca Suudi vatandaşının turizm, eğitim ve ikamet için Batılı ülkelere aktığı bir dönemde, ülke kamu yatırımlarında büyük paylara sahip Batılı şirketlerin üst düzey çalışanlarının Riyad’da yaşamayı cazip bulmaması, Suudi yönetimi için oldukça moral bozucu. Batılıların Suudi Arabistan’da yaşamaya ikna edilmesi için geliştirilen ekonomik teşviklerin işe yaramadığı bir dönemde Riyad yönetimi, genel merkezlerini Riyad’a taşımayan şirketleri Suudi kamu ihalelerine sokmamakla tehdit ediyor. Suudiler bu politikayla hem ülkeyi Batı kültür ve yaşam tarzı ile tanıştırmak hem de bölgede BAE ile girdiği ekonomik rekabette bir adım önde olmak istiyorlar.
Mardin Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü başkanıdır.