×
ASYA

ANALİZ

Kırgızistan’da Dengesini Bulmaya Çalışan Güvenlik-Özgürlük İkilemi

Kırgızistan’da Caparov’un son dönemde yabancı destekli STK’lara ve medya organlarına yönelik sınırlandırıcı tutumu, bir yandan iktidarın otoriterleşmesi diğer yandan da ulusal egemenliğin tesisi olarak değerlendiriliyor.
KIRGIZİSTAN SON DÖNEMDE güvenlik-özgürlük ikilemi arasında bir denge arayışı içerisinde. Bu ikilemin tarihi kökenleri için geçmişe göz atmak gerekiyor. Soğuk Savaş’ın bitmesiyle liberal değerlerin dünyaya hâkim olduğu propagandası yapıldı. Bu süreçte post-Sovyet ülkelerin birçoğu bu akımdan etkilendi ve galip Batı’yla ilişkiler kurabilmek ve Batı’nın desteğini alabilmek için farklı seviyelerde olsa da liberalleşme adımları attı. Burada gerek Sovyetler Birliği döneminde “homo sovieticus” (Sovyet insanı)[1]  yetiştirmek için izlenen politikaların olumsuz etkisi gerekse bağımsızlık sonrası dönemde Rusya’nın devam eden nüfuzunun oluşturduğu rahatsızlık, post-Sovyet ülkelerin Batı’ya yönelmesine yol açtı. 

Bu bağlamda ön plana çıkan bölgelerden biri Orta Asya’ydı. Zira Orta Asya, Avrasya’nın merkezindeki jeopolitik konumu ve yeraltı kaynakları ile kritik öneme sahip. Bölge devletleri de bağımsızlıklarının ilk döneminde Batı’yla yakın ilişkiler kurulması amacıyla çeşitli siyasi ve ekonomik liberalleşme adımları attı. Liberalleşmenin en önemli örneği Kırgızistan oldu. Yaşanan gelişmeler ve kurulan siyasi ve ekonomik düzen sayesinde Orta Asya’nın “demokrasi adası” olarak anılmaya başlanan Kırgızistan ne yazık ki istikrarlı değildi. Yolsuzluk ve otoriterleşme ile nepotizm girişimlerinin etkisi ve yabancı aktörler ülkede “renkli devrimlere” neden olmaktaydı. 

Son dönemde ise Kırgızistan, güvenlik güçlerinin çeşitli operasyonlarına sahne oluyor. Örneğin Bişkek yönetimi, 5 Haziran 2023 tarihinde darbe girişimine karşı bir operasyon başlattı. Operasyonun toplumsal ayaklanmalarla yönetimi değiştirmek isteyen kesimlere yönelik olduğu açıklandı. İkinci gelişme ise Kırgızistan Güvenlik Konseyi eski Sekreteri Adakhan Madumarov’un tutuklanması. Madumarov’a yöneltilen suçlamalar toplumsal olayları kışkırtmak, görevi kötüye kullanmak ve iktidarı ele geçirmeye çalışmak. Sürecin siyasallaştığını dile getiren Madumarov, diğer yandan mevcut yönetime karşı en güçlü isim konumunda.

Renkli devrimler ve toplumsal olaylar

Geriye dönüp bakıldığında, toplumsal olaylar nedeniyle Kırgızistan’da sürekli yönetimlerin değiştiğini ifade etmek mümkün. Bunun en bilinen örneği, Mart 2005’te yaşanan “Lale Devrimi” isimli renkli devrim neticesinde Cumhurbaşkanı Askar Akayev’in yönetimi bırakmasıydı. İkincisi Nisan 2010’da başlayan protestolardı. Olaylar neticesinde dönemin Cumhurbaşkanı Kurmanbek Bakiyev, iktidarı bırakarak Belarus’a gitti. 

Kırgızistan’daki son toplumsal olaylar ise mevcut Cumhurbaşkanı Sadır Caparov yönetimiyle alakalı. Ekim 2020’de gerçekleştirilen parlamento seçim sonuçları, halk tarafından kabul görmedi. Bunun üzerine halk, sokağa inerek hapiste olan Caparov’u serbest bıraktı. Olaylar sonrasında Caparov’un yeni lider olarak desteklenmesi Kırgızistan’da değişimin habercisi oldu. 

Kırgızistan, Orta Asya’da siyasi, askeri ve ekonomik kapasitesi en sınırlı devletlerden biri. Ayrıca demokratik sistem tam olarak işlemiyor. Bu özelliklerinden dolayı küresel güçlerin rekabet ettiği bir jeopolitik sahaya dönüştü. Kırgızistan’da Rusya’nın yanı sıra Batı merkezli medyanın ve sivil toplum kuruluşlarının (STK) güçlü olduğu bilinmektedir. Çin’in ise etkisi giderek artmaktadır. 

Ülkenin milli güvenliği bu süreçte gündeme gelen ana konulardan biri oldu. Zira söz konusu nüfuz rekabeti üzerinden ülkenin toplumsal olaylarla dış müdahalelere maruz kaldığı savunuluyor. Böylelikle Kırgızistan’da yaşanan halk hareketleri, sürekli olarak tartışma konusu haline geldi. Ancak son dönemde Kırgız yönetimi, çeşitli grup ve isimlere karşı operasyon gerçekleştirerek farklı bir süreç ortaya koyuyor.

Caparov etkisi 

Caparov’un yönetime geçtiği ilk dönemden itibaren elini güçlendirmek için çeşitli adımlar attığı biliniyor. Ocak 2021’de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde halkın önemli bir kısmının desteğini alan Caparov, Nisan 2021 tarihindeki Anayasa değişikliği referandumuyla ülkeyi parlamenter sistemden cumhurbaşkanlığı sistemine geçirdi. Kırgızistan’da yaşanan gelişmeler hem ülke içinde hem de uluslararası aktörlerde çeşitli soru işaretleri yarattı.

Rusya, ilk dönemlerde Caparov’a karşı mesafeli bir tutum benimsedi. Zira Caparov, nihayetinde toplumsal olaylar neticesinde iktidara gelmişti. Batı ise toplumsal olaylarla iktidara geçse de Caparov’u desteklemedikleri için sürece şüpheyle yaklaştı. Ayrıca Caparov’un milliyetçi profili ve geçmişteki Kumtor Altın Madeni’nin millileştirme söylemleri, Batı’yı rahatsız ediyordu. Çin ise Kırgızistan’daki olayları kendi iç sorunu olarak görmeye devam ederek ilişkilerin olumsuz etkilenmesini istemedi.

Küresel rekabetin küçük oyun sahası olan Kırgızistan’da Caparov’la birlikte önemli değişimler yaşandı. Sistem değişikliğinin yanı sıra Kumtor’u millileştirmesi, dış politikada daha dengeli ya da çok yönlü-vektörlü bir tutum benimsemesi, diğer Orta Asya devletleriyle yakınlaşması ve Rusya’yla iyi ilişkiler kurması bu gelişmeler arasında. Bu süreçte Caparov’a dair iki siyasi tepki ortaya çıktı. Batı’ya ve Açık Toplum savunucusu Soros’a yakın medya ve STK’lar, insan haklarının ihlali, demokratik değerlerin zayıflaması ve ülkede artan otoriterleşme söylemleri üzerinden Cumhurbaşkanı Caparov’u eleştirmeye başladı. Ayrıca Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) üyeleri de Caparov’dan rahatsız ve Batılı gruplarla ortak hareket ediyor.

Diğer siyasi tepkinin ise Caparov’u desteklemeye yönelik olduğu söylenebilir. Zira Soros’la bağlantılı olan Azattık Radio medyanın ve çeşitli STK’ların demokratik değerleri suiistimal ederek Kırgızistan’daki yönetimleri devirmeye çalışması bir egemenlik ve güvenlik sorunu olarak görülüyor. Bu nedenle Caparov’un attığı adımların aslında istikrarlı bir yönetim ve daha bağımsız bir otorite için önemli olduğu söylemi geliştiriliyor. 

Bu noktada istikrarlı yönetim söylemlerini güçlendiren bir argüman bulunuyor. Zira Bişkek’in son dönemde yönetim ve ekonomi alanında izlediği merkezileşmeye yönelik politikalar, Kırgızistan’ın artık başarısız bir devlet olmadığı yorumlarını beraberinde getiriyor. Çünkü ülkede yabancı aktörlerin teşvik ettiği toplumsal olaylar neticesinde değişen iktidarlar, siyasi istikrarsızlığın yanı sıra Kırgızistan’ın bölgesel ve küresel projelere dahil olmasını engelliyor ve ekonomik kalkınmasını sekteye uğratıyor. Bu durum ülkedeki sosyal, siyasal ve ekonomik sorunların derinleşmesine yol açıyor ve devlet otoritesinin inşasını zorlaştırırken, tam tersi bir şekilde toplumsal hareketlerle yönetimlerin değiştirilmesini kolaylaştırıyor. Neticede de daha zayıf ve kırılgan bir ülke çıkmazına giriliyor.

Caparov’un stratejisi

Kırgızistan’da önceden beri herhangi bir askeri darbe yaşanmadı. Ancak renkli devrimler ve toplumsal hareketler üzerinden iktidarların değiştirilmeye çalışılması da darbe olarak görülüyor. Bu sadece Kırgızistan’la sınırlı bir konu değil. Diğer Orta Asya devletlerinin Çin ve Rusya’yla yaptıkları anlaşmalara bakıldığında Batı’nın desteklediği toplumsal hareketler, net olarak bir güvenlik tehdidi olarak kabul ediliyor. Bu noktada Batı merkezli medya ve STK’ların etkili olduğu Kırgızistan’da Caparov yönetiminin bir strateji geliştirdiği söylenebilir.

Bu bağlamda Caparov, 2021 yılında STK’lar üzerindeki kontrolü artıran bir yasa değişikliğine gitti. Şimdilerde, Gürcistan’da da gündeme gelen ancak başarısız olan “yabancı ajanlar”a yönelik bir yasayı Kırgızistan’da hayata geçirmeye çalışıyor. Bu yasal düzenlemelerin nedeni, yönetimin ülkedeki kontrolünü arttırmak, otoritenin yapısını güçlendirmek ve renkli devrimlerin tetikleyicisi olan kuruluşların hareket alanını sınırlamak. Eleştiriler çerçevesinde bakıldığında Caparov’un otoriterleştiği ve kendi iktidarının garanti altına almaya çalıştığı iddia edilebilir. Ancak bunun karşısında ülkenin ulusal güvenliğini sağlamaya çalıştığı da söylenebilir. Bu noktada Kırgızistan’da yaşanan olaylara ve Caparov’un stratejisine hangi açıdan bakıldığı önemli.

Sonuç yerine

Günümüzde Kırgızistan’da ve genel olarak dünyada iki temel düşünce hakim. İlki, darbe iddiası üzerinden Caparov ve Ulusal Güvenlik Devlet Komitesi Başkanı Kamçıbek Taşiyev’in ülkedeki muhalefeti ve Batı’yla yakın olan grupları bertaraf etmek istediği ve yönetimin otoriterleştiği şeklinde. Bu söylem Batı’ya yakın olan gruplar ve ülkedeki FETÖ mensupları tarafından dile getiriliyor. İkincisi ise Caparov’un Kırgızistan’da dış destekli renkli devrimleri ve ülkeyi siyasi karışıklığa sürükleyecek olan girişimleri engellendiği yönünde. Bu ise daha milliyetçi ve belki de Avrasyacı bir tutumu benimseyen kesimin argümanı.

Caparov’un yabancı merkezlerle bağlantılı STK’lara ve medya organlarına karşı takındığı tutumun ana nedeni, geçmişte yaşananlardan hareketle benzer bir endişeye sahip olması. Bunun önüne geçmek için adım attığı aşikâr. Ayrıca toplumsal olayların Kırgızistan’a önemli zararlar verdiği de biliniyor. Ancak Madumarov’un hem ülkede Caparov’a karşı en güçlü isim olması hem de Caparov’un Ekim 2020’deki olaylar sırasında kurulan Madumarov’un liderliğindeki Koordinasyon Kurulu’nu tanımaması, iki isim arasında bir rekabetin olduğunu gösteriyor. Özellikle Madumarov, Caparov’un politikalarını en çok eleştiren isim. Bu ise Caparov’un otoriterleştiği söylemlerini güçlendiriyor.

Sonuç olarak, Kırgızistan’da uzun zamandır özgürlük lehine olan güvenlik-özgürlük ikileminin değişmeye başladığı aşikardır. Caparov’un otoriterleştiği söylemleri çeşitli argümanlarla dile getirilse de Bişkek yönetiminin güvenliği ve istikrarı sağlamak gibi bir yükümlülüğü bulunuyor. Ancak bu dengenin nerede duracağı önemli. Özgürlük için güvenlikten nasıl vazgeçilemezse güvenlik içinde kalıcı bir şekilde özgürlüklerin askıya alınması söz konusu değil. Orta Asya’daki en önemli demokrasi tecrübesine sahip olan Kırgızistan’da dengenin, artan ekonomik istikrar ve otoritenin güçlenmesiyle sağlanacağını söylemek mümkün.


-------------------
[1] Olivier Roy, Yeni Orta Asya ya da Ulusların İmal Edilişi, çev. Mehmet Moralı, Metis Yayınları, İstanbul, 2000, s. 9. 

Görsel Telif: AA

EMRAH KAYA

Dr. Emrah Kaya, 2011 yılında Akdeniz Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans derecesini 2014 yılında Süleyman Demirel Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde hazırladığı “Latin Amerika’da Sol Liderlerin Yükselişi ve Uluslararası Politikaya Etkisi: Venezuela-Bolivya Örneği” başlıklı teziyle aldı. Kaya, doktora derecesini de 2022 yılında aynı üniversitede hazırladığı “Terörle Mücadelede Müzakere Yöntemi: ETA-FARC-LTTE-PKK” başlıklı teziyle elde etti. “Terörizmle Mücadelede Müzakere Yöntemi: ETA-LTTE-PKK-FARC” (2022) adlı kitabı yayınlanan ve uzun süre düşünce kuruluşunda çalışan Kaya, Afganistan ve Irak da dahil olmak üzere farklı çatışma bölgelerinde saha araştırması yaptı. “Hugo Chávez’in Petrol Politikası ve ABD” (2014), “Afganistan Barış Süreci: Küresel ve Bölgesel Aktörler” (2021) ve “Ripeness Levels and Their Relations with the Success of the Negotiation Method: CPP-NPA, TTP, IRA” (2023) başlıklı çeşitli akademik çalışmaları yayınlanan Kaya’nın başlıca araştırma alanlarını Latin Amerika, Orta Asya, terörizm ve barış süreçleri oluşturuyor.