ANALİZ
EURO 2020: Başka Yollarla Siyaset
Ne de olsa futbol her ideolojinin potansiyel bir müttefiki; üzerine bir dünya görüşünün yansıtılabileceği mükemmel bir tuval.
AVUSTURYA ve Kuzey Makedonya arasındaki maçın 89. dakikasında, dost rakipler arasında keyifli bir futbol turnuvası umudu tamamen ortadan kalktı. Sırp asıllı, ateşli bir Avusturyalı forvet olan Marko Arnautovic, 3-1'lik galibiyette üçüncü golü attı. Ve golü, Kuzey Makedonya'nın etnik olarak büyük bir Arnavut nüfusa ev sahipliği yapıyor olmasından hareketle, rakibe “Arnavut anneni …” şeklinde ağır bir küfür ederek kutladı.
Bu, Avrupa'nın en iyi 24 milli takımı arasındaki gecikmeli şampiyona olan Euro 2020'de yaşanan ilk vaka değildi. Rusya, Ukrayna ekibinin 2014 yılında Rusya'nın ilhak ettiği Kırım'ı da içeren bir Ukrayna haritalı formayla sahaya çıkmasının ardından Ukrayna’yı protesto etti. Başka bir maçta bir Greenpeace protestocusu, paraşütlü eyleminde yaptığı kaza sonucu sahaya düştü - neredeyse Fransız menajere çarpıyordu. Ev sahiplerinden biri olan Macaristan'da eşcinsel haklarıyla ilgili tartışmalar ortalığı karıştırdı. Maçlardan önce bazı takımlar ırkçılığa karşı muhalefeti sembolize etmek için dizlerinin üstüne çökmeye karar verdi; diğerleri bunu yapmadı. Bazı taraftarlar bu eylemi yuhaladı; bazılarıysa alkışladı. Hasılı Euro 2020'de siyaset her yerdeydi.
Ne de olsa futbol her ideolojinin potansiyel bir müttefiki; üzerine bir dünya görüşünün yansıtılabileceği mükemmel bir tuval. Sosyalistler, neredeyse tüm paranın işçilere gittiği bir endüstriyi selamlayabilirler. Devletçiler, Paris'in kenarında hükümet tarafından finanse edilen futbol kamplarının dünya çapında futbolcular yetiştirmesini (İsviçre'yi yenemeseler de) alkışlayabilirler. Kapitalistler, spordaki patlamanın, futbolcuların istedikleri takımda oynamalarına ve kulüplerin istedikleri kadar ödeme yapmalarına imkan veren serbest piyasa sayesinde gerçekleştiğine dikkat çekebilirler. Muhafazakarlar, sporu ulus-devletin son kalesi olarak görebilirler. Dikkatin olduğu yerde siyaset vardır ve futbol görmezden gelinemeyecek kadar büyüktür.
Avrupa'da spor her zaman küçük "p" ile “politik” olmuştur. Futbol, Brüksel ve Lüksemburg'da kıtayı birbirine katan avukatlar ve yetkililerden daha çekici bir Avrupa entegrasyon hikayesi sunuyor. Sporun kıtadaki patronu UEFA, 1954'te Avrupalı politikacılar savaşı engellemenin yollarını ararken hayata geçirildi. Sıkıcı kardeşi Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AB’nin selefi) gibi, UEFA’nın esas mucidi, düzenli uluslararası etkinlikler fikri için muhalifleri ve şüphecileri kazanmak zorunda olan bir Fransızdı. (Tipik olarak, İngiliz takımları ilk birkaç turnuvayı dikkate almadı, ancak daha sonra katıldı.) Fakat bir fark vardı. Avrupa ekonomileri, ülkeler arasındaki husumeti engellemek için bir araya getirildi; UEFA da bunu desteklemek için kuruldu. Bir İtalyan yetkili, “milliyetçi tutkuların”, arkasında milyonlarca ölü bırakmasından on yıl sonra, ülkelerin birbirleriyle futbol oynamasının “milliyetçi tutkuları zayıflatacağı” korkusuna kapıldı. Ve çok daha az ölümcül bir ortam sağladığına minnettar bir şekilde, futbolda milliyetçi tutkular açıkça serbest bırakıldı. Bayraklar sallanıyor ve ara sıra Arnavut annelere hakaret ediliyor, ancak bir zamanlar ölümcül olan duygular, pandemim düzeylerinde kalıyor. Avrupa entegrasyonu söz konusu olduğunda futbol, AB'nin rasyonel süperegosu için hayvani bir kimliktir.
Yine de Avrupa futbolunun küresel üstünlüğü bu entegrasyonun bir ürünüdür. AB'nin serbest dolaşım kuralları, ülkelerin artık yabancı emeği sınırlayamayacağı anlamına geliyordu. Yerli, ikinci dereceden oyuncular daha iyi, daha ucuz yabancı oyuncularla değiştirilebilirdi. Avrupa Adalet Divanı'nın 1995 yılında verdiği Bosman kararı, oyuncuların sözleşme sonunda serbest kalma ücreti ödemeden kulüpten ayrılmalarına izin verdi. Kulüpler oyuncuları çekmek için mücadele ederken ücretler arttı. Oyunun kalitesi arttıkça TV gelirleri akmaya başladı. Kârlılıktan ziyade prestij ve itibar aklama karışımının cazibesine kapılan uluslararası sermayedarlar, kulüpleri satın aldı. Avrupa yavaş yavaş iş dünyası için bir durgun su haline gelirken, futbolda hala üstündür. En iyi liglerin hepsi Avrupa'da ve bu da uluslararası başarıya yol açtı: Avrupa takımları son altı dünya kupasının beşini kazandı. Dünyada küçülen yerini saplantı haline getiren bir kıta için futbol, hala üstün olduğu bir arena sunuyor.
UEFA, kazançlı turnuvalar için siyasetten arınmış bir ortam yaratmaya çalışıyor. Ancak sponsor seçimi bunu baştan imkansızlaştırıyor. Pek çok Avrupalı, Rusya'dan Almanya'ya uzanan, Angela Merkel hükümetinin uğruna hem doğudaki komşularını hem de Amerika'yı karşısına aldığı, tartışmalı boru hattı Kuzey Akım 2'yi muhtemelen duymamıştır. Fakat inşaatına yardım eden Rus devlet doğalgaz şirketi Gazprom'u tanıyorlardır. Hem seçkin Avrupa kulüplerinin yarıştığı Şampiyonlar Ligi'ne hem de Euro 2020'ye sponsorluk yapıyor. Gök mavisi logosu her yüzeyden parlıyor. Gazprom, parası karşılığında, yöneticilerin ve iş ortaklarının kanepeleri atıştırmalarına ve katılmaları için para ödenen ölü-gözlü modellerle buluşmalarına imkan veren bir sürü kurumsal bilet alıyor. Daha önemlisi, sponsorluk süreçleri, Gazprom'u bir gangster devletin parçası olmaktan ziyade öncelikle futbolla ilişkilendiriyor. UEFA bile bir bedel karşılığında futbolda siyasete ilgi gösteriyor.
Ölüm Kalım? Futbol bundan çok daha önemli
İster banal (gümrük düzenlemeleri), ister gündelik (para birimi) isterse duygusal (sınırlar) olsun, ulus olmanın veçhelerinin kaybolduğu bir kıtada, futbol tutunmanın bir yoludur. Belçika ulusal kimliği bir krala, büyük bir borç yığınına ve şaşırtıcı derecede iyi bir futbol takımına kadar uzanır. Hırvatistan'ın bağımsızlığa giden yolunun yenilikçi bir analizi, Dinamo Zagreb'den Zvonimir Boban'ın 1990'da sahada çıkan bir kavga sırasında Yugoslav polisine uçan tekme atması ile başlar ve bağımsız bir ülke olarak ilk turnuvası olan Euro 96'da Davor Suker'in Danimarka'nın kalecisini avlamasıyla biter. Spor tarihçisi David Goldblatt, Çekoslovakya 1976'da şampiyonluğu kazandığında takımın Slovak oyuncuların hakimiyeti altında olduğunu ve bunların bağımsızlık için başarılı bir hamle başlattığını öne sürüyor.
Uluslararası futbol, en iyi haliyle, iyi huylu, seyreltilmiş bir milliyetçiliğin kalesidir; siyasetin bir mitingden ziyade bir karnaval olabileceği bir yer. En kötü şekliyle ise, özellikle Arnautovic sahadaysa, özenle gömülmüş siyasi anlaşmazlıkların gün yüzüne çıkarıldığı bir arenadır.
Bu yazı The Economist dergisinin 03 Temmuz 2021 tarihli sayısında, "Euro 2020: politics by other means" başlığıyla yayımlanmıştır. Çeviride editoryal düzenleme yapılmıştır.