×
ARAP DÜNYASI

ANALİZ

Dev Aynası ve Siyaset: İran’da Siyasi Kültür

İran’da devrim sonrası dönemin siyasi kültürü, devrim öncesi dönemle çarpıcı bir süreklilik taşıyor.
İRANLILAR ULUSLARARASI sistem içerisinde kendilerine ilişkin neden fazlasıyla abartılı bir algıya sahip? İran'ın uluslararası sisteme yönelik hatalı değerlendirmelerinin maliyeti nedir? İranlılar neden ulusal bir siyasi konsensüs geliştirme konusunda sürekli olarak büyük engellerle karşılaşmaktadır? Yüzyılı aşkın bir süredir Batı'yla temas halinde olmasına rağmen, İranlılar neden modernitenin siyasi parti rekabeti, iktidarın rotasyonu ve siyasi özgürlükler gibi temel hatlarını kurumsallaştıramadı?

***
Keşfettiğim şey, İran siyasi kültüründeki çarpıcı süreklilikler. Aralarında İran'ın da bulunduğu eski toplumların tercihleri nadiren yeniden biçimlenir. O kadar durağanlaşmıştır ki, modernleşme ve ekonomik özelleştirme çizgileri bile onları değiştiremez. Küreselleşmiş bir dünyada bu toplumlardaki birçok insanın yaşam tarzları dönüşmüş olsa bile özellikle siyasi alanda eski alışkanlıklar ve eğilimler aynı kalma eğilimindedir. 1960'lardan kalma modernleşme teorilerinin, sosyal ve politik inançların ekonomik gelişme ile değişeceği varsayımı, pek çok antik ülkede doğrulanmadı. Örneğin, 1990'larda Çin'in Dünya Ticaret Örgütü'ne üyeliğinin ve küresel ekonomiye bütünüyle girişinin canlı bir sivil toplum, rekabetçi bir parti sistemi ve siyasi hesap verebilirlikle sonuçlanacağına dair geleneksel inanışın yanıltıcı olduğu görüldü.

İran tarihi, birkaç bin yıl boyunca ulus olgusunu, emperyal devlet yönetimini ve otoriter yönetimi bünyesinde barındırır. Bununla birlikte, eski ülkenin sosyal ve politik olarak modern bir ulus-devlete geçişi, aralıksız mücadeleler ve henüz tamamlanmamış, görünür ufku olmayan bir projeyle karakterize edilir. İran'ın çağdaş ekonomik rahatsızlığının, siyasi kargaşasının ve dış politika çatışmalarının temelinde, tarihsel ve bu nedenle yapı-sökümü sorunlu bir dizi yaklaşım yatmaktadır. Siyasal kültüründe yaygın olan üç eğilim, “günah keçisi üretme, siyasal kabilecilik ve ulusal egemenliğin modası geçmiş bir yorumu”dur.

İran için öz eleştiri genellikle aşağılayıcı ve zararlı bir tutum olarak kabul edilir. Ana eğilim, günah keçisi üretmek ve suçu başka yerlere atmak şeklindedir. Tasavvufa derinden değer veren bir kültürde, dış görünüşün bu kadar değerli olması paradoksal. Kökleşmiş otoriterlik, insanları yaşamın erken dönemlerinden itibaren gizlemeye ve kamufle etmeye yönlendiriyor. Belirsizlik ve katmanlaşma erdem olarak kabul edilir. Hem ticaret hem de siyasetteki deneyimler sayesinde, bireyler hesaplanmış saldırılardan korunmak için saldırgan davranmayı öğrenirler. Kendini yansıtma, kendini büyütme ve kendine takıntı yaygın uygulamalardır. Eşitliğin tanımı, “bütün güçler bu ülkeye eşit statüde muamele etmelidir” önermesiyle özetlenen bir tür dalgalı romantizmle örtülüdür.”

Gerek yurt içi gerekse uluslararası uygulamalarda, beyan ve kararlar açısından bir orantılılık duygusu eksiktir. Açıklık ve basitlik, saflık olarak kabul edilir. Hemen tüm konular kasıtlı olarak bir karmaşa içinde gizlenmiştir. Hataların itirafı, gaflar bir yana, otorite kaybına yol açar.

Günah keçisi ilan etmenin belki de en sorunlu yönü, bir gizleme halini yansıtmasıdır. Gerçekliğin kabulü bulanık olmalıdır. Vatandaşlar, tüm yanlışların bireylerden, onların zihniyetlerinden ve kararlarından bağımsız olarak gerçekleştiğini yavaş yavaş içselleştirir. Başka bir deyişle, insanlar eylemlerinin sorumluluğunu kabul etmekten kaçınmayı öğrenir. “Gerçek” kelimesinin yerleşik bir Farsça karşılığının olmaması ilginçtir. Günah keçisi üretmek için soyutlamalar gerçeklerden, gözlemlerden ve bilimden çok daha uygundur. Hayali ve gizli olmak, sorumluluk ve yükümlülük almaktan çok daha üstündür. Bir hatayı, çöküşü, felaketi veya yıkımı açıklamak için “insan kaderi, gizli eller, hükümet, diğer ülkeler veya tabii ki emperyalistler ve süper güçler” gibi dış nedenler aranmalıdır.

Normal zamanlarda, kalıcı bir gönül rahatlığı, siyasi ve sosyal manzaraya hakimdir. On yıllar boyunca, öz eleştirinin neredeyse yokluğu, İran'ın ani U dönüşleri ve beklenmedik krizlerden oluşan tarihini şekillendirir.

Siyasi kabilecilik, İran'ın siyasi kültürünün ikinci boyutunu oluşturur. Geniş Orta Doğu, kolektif bir kimliğin ulusal bir amaç ve yön oluşturduğu ulus-devletlerle karakterize edilmez. Bir güvensizlik, güvenilmezlik ve öngörülemezlik çağında, insan neredeyse tüm çabalarını sınırlı çıkarlar üzerinde yoğunlaştırmayı öğrenir. Bireyler yavaş yavaş katılmamayı, taahhütte bulunmamayı veya konuşmamayı zor yoldan öğrenirler. Asırlık bir atasözü sosyal davranışı yönetir: "Hayatınızda üç şeyi gizleyin ve saklayın: Fikirleriniz, servetiniz ve dininiz." Bunun psikolojik sonuçları, derin kişisel güvensizlik ve kırılgan bir güven duygusudur.

Bu tür şüphe seviyeleri, kolektif eylemi, rekabetçi siyasi partileri veya bir sosyal sözleşmeyi teşvik edemez. Daha ziyade boyun eğme ve kayıtsızlık egemen olur ve ulusal bir karaktere dönüşür. Sonuç olarak liderlik ve devlet yönetimi, oligarşik siyasi kabileler halinde iyi korunan küçük grupların eylemi haline gelir. Çatışan siyasi gruplar arasında fikir birliği oluşturma süreçlerinin yokluğunda, engellemecilik, isyanlar ve dış müdahale ortaya çıkar. Dahası, çeşitlilik önemli ölçüde zarar görür. Sonuç olarak İran siyaseti, reform yerine devrimler, evrimsel değişimler yerine radikal değişimler ve barışçıl olanlar yerine şiddetli geçişlerle karakterize edildi. Yetkililerin iradesine uyum sağlamak, bugüne kadar devam eden sosyal ve politik bir norm halini aldı.

İran siyasi kültürünün üçüncü bir özelliği, ulusal egemenliğin modası geçmiş bir yorumudur. Liberal ve kapsayıcı İngilizce "uzlaşma" veya Farsça'daki sazeş kelimesinin Farsça sözlüklerde, son derece olumsuz çağrışımlar taşıyacak şekilde "boyun eğme", "eğilme", "teslim olma", "teslimiyet" ve "uysallık" olarak çevrilmesi inanılmazdır.
Ülkenin otoriter ortamı, siyasi durumların ya tam başarıları ya da tam başarısız kabul edildiği ikili bir dünya görüşü üretir. Bu tür bir ikilik hem içerideki hem de dış ortamlardaki siyasi davranışlarda kendini gösterir. Paylaşmak ve uzlaşmak ender durumlardır. Ulusal egemenlik ya tecrit edilmeye ya da diğerlerinin İran taleplerine tamamen boyun eğmesine yol açan “biz onlara karşı” şeklinde yorumlanıyor.

Bu yorum büyük ölçüde, çağdaş İran tarihinde dini ideoloji ve modernite arasındaki mesafeyle ilişkilendirilebilir. Dini köktenciliğin altında yatan varsayımlar, modernite ve modernleşme süreçleriyle bir araya gelemez. İkisi birbirinden tamamen farklı alanlardır. Ulus, devlet ve devlet idaresinin köktenci bir yorumu, zorunlu olarak ekonomik karşılıklı bağımlılığı, siyasi ittifakları ve kültürel çeşitliliği kucaklamaya karşı koruma sağlar. İranlı bilinçaltında, bölgesel veya uluslararası bir ortamda yer almak, egemenliğin, haysiyetin, alçakgönüllülüğün ve ihtişamın terk edilmesi anlamına gelir. Keyfiliğe evrensel olarak değer verilir. Taviz ve uzlaşma, karakter eksikliği ve boyun eğmeye davet olarak algılanır. Kurallar, yönetmelikler ve prosedürler, bireysel takdir yetkisini ve görkemli zevkleri kesin olarak sınırlayan prangalar olarak görülüyor. Bilinçaltı, bireyi yalnızca otoriter bir şekilde davranmaya yönlendirir. Kapsayıcı davranmak, kırılganlık göstergesi olarak kabul edilir. Bunun yansımaları, statükonun sürdürülmesi ve kendi kendini yok eden bir gönül rahatlığıdır.

Egemenliğin büyük ölçüde bölgesel veya uluslararası örgütlere devredildiği ve devletin yerini büyük ölçüde piyasanın aldığı uluslararası düzlemde, İran'ın paylaşmayı, katkıda bulunmayı ve topluca karar vermeyi içeren bir zihniyeti benimsemesi zorlaşıyor. Bu nedenle, paylaşım ve fikir birliği oluşturma süreçleri talep eden demokrasi, İran için en azından şimdilik bir yanılsamadır. Tarihin uzun akışında, sosyal ve politik davranış kalıpları yavaş yavaş değişir. Demokrasinin gelişi de yavaş ve ancak birikmiş krizlerden sonra olacak. Niteliksel değişim, zenginlik ve eşitlik gerektirir. Ve sırayla dünyayla bağlantılı olmayı, uzlaşmayı ve evde bir fikir birliğini gerektirir. Orta vadede bu mümkün görünmüyor.

2003'ten bu yana nükleer anlaşma müzakereleri, İran’da dış politika, ulusal ekonomi ve iç politika için merkezi bir konum işgal etti. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı, Avrupa ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri ile yapılan bu bitmeyen müzakereler, burada incelenen üç eğilimi de yansıtmakta. İran, diğer ülkeler arasında endişeye neden olan dış politika yönelimindeki potansiyel çelişkilerin eleştirel bir değerlendirmesinden kaçınıyor. Batı ile çıkmazı uzatmak için şeffaflık ve dürüstlükten kaçınıyor. Ve diğer ülkelerle uzun vadeli herhangi bir ilişkiden kaçınıyor.

Öz eleştiri, iç uzlaşı çabası ve iç veya dış ortaklıkların yokluğunda, İran'ınki gibi kadim bir toplum için refah ve istikrarı öngörmek zor. Sonuç olarak, bugün İran yaşamı verimlilik, inanç ve sorumluluğa dair değil. Daha ziyade, imgelere ve gizli hazlara dair. Aşamalı değişimler ve reformlar, süreç, uzlaşma ve fikir birliği gerektirdiğinden tercih edilmez. Değişiklikler alışılmış bir şekilde krizlerden kaynaklanır. Koşulların rasyonel değerlendirmesi, koşullar değiştikçe politikaları değiştirmeyebilir. Dolayısıyla bu durum bir noktada yeni politikalar dayatabilir. Günün sonunda zamanın bir önemi yok.


Bu yazı, Carnegie Middle East Center sayfasında 08 Haziran 2021 tarihinde, “Iran Uninterrupted” başlığıyla yayınlanmıştır. Çeviride editoryal düzenleme yapılmıştır.