×
ÇİN

ANALİZ

Çin-AB Kapsamlı Yatırım Anlaşması ve Avro-Atlantik İttifakı’nın Geleceği

Çin’in yükselişi ve dünyanın en büyük ekonomilerinden biri haline gelmesinin en önemli sebebi küreselleşme idi ve büyük ihtimalle Çin’in kaderini de yine küreselleşme belirleyecek.
ÇİN'İN DÜNYA EKONOMİSİ içindeki konumu gün geçtikçe yeni bir boyut kazanırken Çin’e dair tartışmalar da hız kesmeden devam ediyor. Kasım ayında “Kapsamlı Bölgesel Ekonomik Ortaklık (RCEP)” anlaşması ile Asya Pasifik bölgesinin en kapsamlı serbest ticaret anlaşmasını imzalayan Çin, aralık ayının sonunda Avrupa Birliği (AB) ile de Kapsamlı Yatırım Anlaşması (CAI) imzaladı. Trump’ın ABD’si ile uzun zamandır devam eden ticaret savaşları Biden dönemi ile yeni bir boyut kazanmasının arifesinde AB ile yapılan anlaşma farklı açılardan yorumlandı. Zira Biden, Çin ve Rusya politikalarını biraz da AB ile ortak bir zeminde yürütmeye kararlıydı. Ancak Çin’in bu hamlesi Biden’ın elinden önemli bir kozu almışa benziyor. 

Peki, anlaşmanın önemi neydi? Çin’in son zamanlarda yeniden vurguladığı kendi kendine yeten ve “bağımsız” ekonomik modeli ile bu anlaşmanın ilişkisi nedir? AB ile yapılan anlaşma Avro-Atlantik ittifakını nasıl zora sokabilir? Bu yazıda da vurgulanacağı gibi AB ile imzalanan yatırım anlaşması AB içinde ve özellikle ABD ile ilişkilerde hali hazırda var olan parçalanmayı/bölünmeyi daha da belirgin hale getirecektir. 

Çin’de Yeni Ekonomik Model, Piyasa ve Devlet Tartışması

Geçen yazıda da belirtildiği üzere Çin’de gelecek beş yıllık kalkınma planı kapsamında ortaya konan ekonomik politikanın yeni adı “çifte çevrim ekonomisi-dual circulation economy” olarak tanımlandı. Bu tanımın temel vurgusu, içeride talebi arttıracak politikalarla dışarıda ihracat merkezli politikalar arasında bir uyum sağlamak. Xi Jinping’in daha önce “yeni normal” olarak tanımladığı bu modele ısrarla yeniden vurgu yapmasının asıl sebebi Çin’in sadece uluslararası ticarete bağlı büyümesinin artık sürdürülebilir olmamasıdır. Kısaca Çin, ihracatın ekonomik büyümedeki rolünü azaltmak istiyor. Örneğin, 2012’de %24.22 olan ihracatın GDP içerisindeki payının 2019 yılında %17.39’a düşmesi, Xi dönemi gerçekleştirilmeye çalışılan ekonomik dönüşümün göreceli de olsa uygulandığını gösteriyor. 

Çin Komünist Partisi (ÇKP) için rejim güvenliği ve siyasal istikrarın en temel meşruiyet kaynağı ekonomik büyüme. Dolayısıyla içeride istihdamı arttıracak, yoksulluğu önleyecek ve halkın refah düzeyini arttıracak sürdürülebilir bir model, siyaset, hukuk ve piyasa reformlarından çok daha acil bir konu. Ancak sorun bunların iç içe geçmiş ve birbiri ile ilişkili sorunlar olduğunun ÇKP tarafından gözden kaçırılması. 

Bu tartışmalar devam ederken geçtiğimiz aylarda başta Alibaba’nın sahibi ve Çin’in en zenginlerinden biri olan Jack Ma (Ma Yun) olmak üzere bazı zengin iş adamları ve yöneticilerin hükümetin reform politikalarına dair eleştirilerini okumaya başladık. Hatta medyada sıklıkla görünür olan Jack Ma’nın uzun süreden beri gözlerden uzak olması “Ma nerede?” sorusunu gündeme getirdi. Aynı zamanda ardı ardına yolsuzluk ve zimmete geçirme suçlamaları ile yargılanan bir takım üst düzey bürokratlar da Çin medyasında ayrıntılı olarak yer aldı. Böylece Çin’de devlet ve piyasa arasındaki rekabet ve ilişkiler yeniden gündeme gelmiş oldu. 

Bütün bunları Çin’in mevcut ekonomik modelinde yapmaya çalıştığı değişimin sancıları olarak okumak mümkün. Zira geçtiğimiz dönemde Çin’in ihracat merkezli ekonomi politikaları ile zenginleşen ve dünyanın sayılı markaları arasına giren şirketler, hükümetin belirlediği çerçevenin dışında kalmak istiyorlar. Örneğin geçtiğimiz günlerde Trump hükümetinin Çin’e son yaptırımlarından birine sürpriz bir şekilde takılan Çin’in teknoloji devlerinden Xiaomi yöneticilerinden birinin “artık kaderimizi devletler arasındaki anlaşmazlıkların belirlemesini istemiyoruz” çıkışı anlamlıydı. Zamanla Batılı muadilleri gibi rasyonel ve kar amaçlı bir rekabetin içine giren bu devasa şirketlerin devletin ekonomi politikaları ile uyumlu bir konuma gelmesi ÇKP’nin en önemli amaçlarından biri. 

Son aylarda yaşanan bu gelişmeler bile Çin’de iç politika ve dış politika ayrımının gittikçe iç içe geçtiğini göstermektedir. Zira devletin istihdam, refah ve yoksulluk gibi kendi öncelikleri ile aslında bu refahın ve zenginliğin sebeplerinden biri olan küresel ekonomik ilişkilerin karmaşık boyutu, tartışmaları daha da ilginç hale getiriyor. AB-Çin arasında imzalanan yatırım anlaşması böyle bir atmosferde Çin’in ekonomik büyümesinin küresel ekonomik sistemle entegrasyonuna ne kadar bağlı olduğunu gösteren örneklerden biridir.

AB-Çin Kapsamlı Yatırım Anlaşması

Son yirmi yıldan bu yana AB’nin Çin’e olan toplam dış yatırımı 140 milyar doları geçerken Çin’in AB ülkelerindeki yatırımları da 120 milyar dolara ulaşmış durumda. Anlaşmanın en önemli amacı gittikçe artan ve aynı oranda da karmaşıklaşan karşılıklı yatırımları belirli kurallar çerçevesinde bir düzene oturtmak. Bu her iki tarafın da temel öncelikleri arasında. Zira AB tarafı Avrupalı şirketlerin Çin piyasasına girerken karşılaştıkları bir takım zorlukları aşmanın yollarını ararken Çin tarafı da kamu iktisadi teşekküllerinin bu artan yatırımlarda oynadıkları rolü yeniden düzenlemek ve özel şirketleri kontrol etmek için yeni yollar arıyordu. 

Ancak anlaşmanın zamanlaması kamuoyunun daha çok dikkatini çekti. Çünkü genel kanaat AB’nin Çin ile ekonomik ilişkilerini belirleme potansiyeline sahip böyle bir anlaşmayı Biden yönetiminin göreve başlamasının ardından müzakereye açmasıydı. Ancak ilginç bir şekilde özellikle Çin tarafının yoğun baskısı ile müzakerelerden anlaşma çıktı. Henüz karşılıklı olarak meclisler tarafından onaylanmadığı için yürürlüğe girmeyen anlaşmanın detayları AB içinde olumlu ve olumsuz eleştirileri de beraberinde getirdi.

AB Komisyonu’nun kamuoyu ile bazı önemli maddelerini paylaştığı basın açıklamasında anlaşmanın olumlu yönleri ön plana çıkıyordu. Örneğin Çin’in ilk defa bu kapsamda bir anlaşma imzaladığından zorunlu teknoloji transferi sorununun çözülmesine kadar birçok konu özenli bir üslupla kamuoyunun ilgisine sunuldu. Anlaşmaya göre Çin’in ilk defa üçüncü bir tarafa kamu iktisadi teşekkülleri ile ilgili taviz vermesinin yanı sıra AB menşeli yatırımların 1.4 milyarlık Çin piyasasına daha iyi koşullarda girebileceğinin altı çiziliyordu. Neredeyse bütün sektörlerin ayrı ayrı ele alındığı anlaşmanın AB için en önemli avantajı Avrupalı şirketlerin Çin piyasasına daha “kolay, adil ve eşitlikçi” bir şekilde girecek olmasıdır.

Çin tarafı için ise en önemli mesele AB’nin hassas teknolojik sektörlerde Çinli şirketlere ayrımcılık yaparak yatırım şartlarını zorlaştırmasıydı. ABD ile devam eden ticaret savaşlarına ek olarak AB’nin de son yıllarda Çinli şirketlere karşı negatif bir tavır alması, Çin’i anlaşmaya iten sebeplerden en önemlisiydi. Ancak daha da önemli bir sebep, ABD’de Biden yönetiminin muhtemelen AB ile beraber ortak bir strateji geliştirmesinin önüne geçmekti. Şimdilik bunun ilk adımı atılsa da henüz sonuçlarını görmek için erken olabilir; zira AB içinde anlaşmaya karşı ciddi eleştiriler de ortaya çıktı.

Bu eleştirilerin başında anlaşmanın AB’nin çıkarlarından daha çok Almanya’nın Çin’de mevcut otomobil ve sanayi yatırımlarının geleceği ile ilgili olması geliyor. Bununla ilişkili olarak otoriter Çin yönetimi ile kural merkezli bir anlaşmanın çok da anlam ifade etmeyeceğine yönelik eleştiriler de yükseldi. Çin’de siyasi ve hukuki reformlar tam anlamı ile gerçekleşmeden yapılacak her anlaşmanın geçersiz olduğunu iddia edenlere göre yatırım anlaşması Çin’in çıkarlarına daha fazla hizmet etmektedir.

Diğer yandan anlaşmanın zamanlaması da ciddi eleştiri konusu oldu. Biden yönetimi ile tam olarak istişare edilmeden böyle bir anlaşmanın imzalanması Çin’e karşı Avro-Atlantik ittifakının zayıflaması anlamına gelebilir iddiası ortaya atıldı. Bazı eleştirilerde Çin’de insan hakları ihlalleri ile Hong Kong ve Doğu Türkistan’daki siyasi baskıların arttığı bir dönemde Çin’in elinin güçlendiği vurgulandı. Eleştirilerin dozajına bakılırsa, henüz karşılıklı meclislerde onaylanmamış olması da düşünüldüğünde, anlaşmanın bazı detaylarının hala masada kalabileceğini söylemek mümkün.

Avro-Atlantik İttifakında Çatlak mı?

Çin-AB yatırım anlaşmasının belki de en önemli sonuçlarından biri Avro-Atlantik ittifakında oluşabilecek bir çatlaktır. Çin’in yükselişi sadece Çin’in AB ve ABD gibi dünyanın en büyük ekonomileri ile arasındaki ilişkilerin mahiyetini değil bölgesel ve küresel düzeni de şekillendirmektedir. Çin ile karşılıklı ilişkileri kısa vadeli fayda ve zarar maliyeti üzerinden sözde “rasyonel” bakış açısı ile kurguladıklarını düşünenlerin uzun vadeli düzen tartışmalarında siyasal ve kültürel faktörleri fazla dikkate almadığı görülmektedir. Çin-AB yatırım anlaşması aslında Çin’in “barışçıl yükselişi” ve “entegrasyonu” tezinin iyimser yaklaşımının bir sonucudur. Bu yaklaşım Trump öncesi dönemin ana akım Çin stratejisiydi. İşe yarayıp yaramadığı o dönemlerde test edilmiş ve Çin’in agresif ve sıfır toplamlı büyümesinin küresel düzen üzerinde yarattığı ekonomik ve siyasi gerilimin sonuçları da görülmüştür.

Bugün düne göre daha bölünmüş ve hatta parçalanmış bir küresel düzenden bahsediyorsak bunun temel sebeplerinden biri Çin’in yükselişine sadece kısa vadeli ekonomik çıkarlar üzerinden yaklaşılmasıdır. Çin-AB arasındaki yatırım anlaşmasının da gösterdiği üzere ABD ve AB arasında Çin konusunda ortak bir stratejiden şimdilik bahsetmek mümkün değildir.

2021 yılında büyük ihtimalle Biden’ın ABD’si ile Çin arasında yeni ve uzun bir müzakere süreci başlayacak. Çin, AB ile yatırım anlaşması imzalayarak bu müzakere sürecine bir adım önde başlamış oldu. Şurası açık ki Çin’in yükselişi ve dünyanın en büyük ekonomilerinden biri haline gelmesinin en önemli sebebi küreselleşme idi ve büyük ihtimalle Çin’in kaderini de yine küreselleşme belirleyecek. Dünyada ülkeler birbiri ile ekonomik ilişkileri sürdürmek zorunda olduğu müddetçe küreselleşme en azından “ekonomik küreselleşme” olarak varlığını sürdürecektir. Ancak küreselleşmenin asıl krizi “ekonomik” değil siyasi ve kültürel alanlardadır. Çin’in AB ile imzaladığı yatırım anlaşmasının da bu siyasi ve kültürel alanlara nüfuz eden küresel güç mücadelesinin bir parçası olduğunu akılda tutmak gerekir.

KADİR TEMİZ

2006 yılında Beykent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Aynı yıl İstanbul Teknik Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü Siyaset Çalışmaları yüksek lisans programına başladı. 2010 yılında “Konfüçyanizm ve Alternatif Haklar Teorisi” başlıklı tezi ile yüksek lisans derecesi aldı. 2017 yılında Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü’nde “The Rise of China and the Middle East: Chinese Foreign Policy Towards Iran, Israel and Turkey, 2001- 2011. [Çin’in Yükselişi ve Ortadoğu: Çin’in İran, İsrail ve Türkiye’ye Yönelik Dış Politikası, 2001-2011]” başlıklı tezi ile doktora derecesi aldı. Çin Hükümet Bursu kapsamında Çin Halk Cumhuriyeti Peking Üniversitesi Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü ve Şanghay Yabancı Diller Üniversitesi'nin Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde araştırmacı olarak bulundu. 2018 ve 2020 yıllları arasında İstanbul Şehir Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde çalıştı. Boğaziçi Üniversitesi Asya Çalışmaları Merkezi’nde araştırmalarına devam etmektedir. Halen İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde Çin Dış Politikası ve Uluslararası İlişkileri, Doğu Asya Siyaseti ve Çin’in Ortadoğu ülkeleri ile ilişkileri gibi konularda ders vermektedir.