ANALİZ
Arap Dünyası: Yönetim Krizinden Kimlik Krizine
Bölge çatışma ve çöküş içinde. Bölgeyi birbirine bağlayacak ideoloji veya kurumlardan yoksun birçok devlet, kendi çıkarlarıyla sınırlı, dar bir milliyetçiliğe geri döndü.
BUGÜN MISIR'DA 2011 devriminin kalbi olan Tahrir Meydanı'nda dolaşmak, boş, perili bir evin içinde gezinmek gibi bir şey. O 18 günlük huzursuzluk zamanlarında meydanın atmosferi adeta bir festival ve korku havası arasında gitti geldi. Gençler şarkı söyledi, plan yaptı ve siyaset hakkında özgürce konuştu. Develerin üzerindeki haydutlar Mısır müzesinin önünden geçerek kalabalığın arasına daldılar. Hüsnü Mübarek'in devrilmesinden yıllar sonra meydan yeniden manyetik bir çekim kuvveti oluşturdu. Mısır'da demokratik geçiş süreci sekteye uğradığında, "Tahrir'e dönüş" eylemciler için bir vird haline geldi.
Ne var ki ordu bütün bunları 2013'te sonlandırdı. Şimdi meydan askeri bir adamın kamusal alan fikrini yansıtıyor. Yeni boyanmış binalar, bakımlı çimler ve ortasına bir dikilitaşın yerleştirildiği merkezi döner kavşakla canlandırıldı. Ve insanlardan da arındırıldı. Muhafızlar, uzun süre kalan herkesi meydandan uzaklaştırıyor.
Meydan 1945'te kurulan ve şimdi çok eski çağlardan kalan bir anıtı andıran Arap Birliği'ne ev sahipliği yapıyor. Eski bir İngiliz kışlasının yerine inşa edilen birlik, yüzyılın ortalarındaki Arap milliyetçiliği dalgasına ve Mısır'ın bundaki rolüne karşı bir selamlamaydı. Ancak kuruluşundan yaklaşık 75 yıl sonra Arapların umduklarının çok gerisinde kaldı. Mısır'ın bölgedeki konumu gibi milliyetçi dalga da zayıfladı. Binanın yanından Tahrir'in ürkütücü boşluğuna doğru yürümek, ağır bir soruyu akıllara getiriyor: Ortadoğu'da ulusal kimlikler bile şüpheliyken, Arap dünyası neyi ifade ediyor?
Tarih ve Arap kimliği
İslamiyetten önce Araplar, Arap yarımadasının ve Mezopotamya çölünün Arapça konuşan göçebeleriydi. İslam halifelerinin fetihleri, Arapların dillerini ve inançlarını günümüz İspanya ve Pakistan topraklarına kadar yaydı. Son halifelik 16. yüzyılda Osmanlılara geçti. Sonrasında çoğu Arap'ın yabancılar tarafından yönetildiği 400 yıllık bir dönem başladı.
1800'lü yıllara gelindiğinde Osmanlı egemenliği zedelenmeye başlamıştı. Arap entelektüeller, Avrupa'nın teknolojik ve siyasi ilerlemesine, eski Arap düşünürlerin çalışmalarının üzerine inşa edilmiş gibi görünen ilerlemelere hüsranla baktılar. Osmanlı imparatorluğu kendini durgun ve giderek daha ağır hissediyordu. Bu hüsrandan ortaya çıkan şey, dil ve kültür bağlarıyla bağlı, Türk hakimiyetinden kurtulabilirse yenilenmeye hazır tarihi bir Arap ulusunu varsayan bir ideoloji olarak Arap milliyetçiliğiydi.
Ancak bunu uygulamaya koymak bir yüzyıl daha alacaktı. Osmanlı imparatorluğu küçülürken, Avrupalı güçler Arap topraklarını paylaştılar. İngiltere ve Fransa, bugüne kadar devam eden keyfi sınırlar çizdi ve Araplara bağımsızlık vermek ve geri çekilmek üzere sürekli tekrarlanan ve bozulan vaatlerde bulundular. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki on yılda Araplar nihayet ulus-devletlerinin kontrolünü ele aldılar. Bazı sınırlar gelişigüzel olabilirdi, ancak yüzyıllardır ilk kez egemenlerdi ve vatandaşları büyüme, gelişme, temsili hükümet için istekliydi.
Ardından, geniş, ulus-ötesi bir Arap kimliği yaratmak için on yıllarca süren bir çaba harcandı. Arap milliyetçiliği bölgenin yükselen ideolojisi olacaktı. Başlıca rakibi İslamcılık, kendi pan-Arap tezahürünü Müslüman Kardeşler'de buldu. Arap Birliği, bölgeyi bütünleştirmeyi ve devletlerin bağımsızlığını korumayı amaçlıyordu. İsrail ile olan çatışma bir mihenk taşı oldu: Bazıları için ortak bir askeri mücadele, bütün herkes içinse ideolojik bir dava.
Siyasetten uzak, kitle iletişim araçları ortak bir kültürün oluşmasına yardımcı oldu. Mısır sineması evrensel olarak popüler hale geldi. Lübnan'ın ünlü divası Feyruz'un unutulmaz sesi Tunus'tan Bağdat'a kafelerden ve araba radyolarından yükseldi. Pan-Arap gazeteleri ve Arapça konuşulan dünyada duyulabilen bir Kahire radyo istasyonu olan Savtü’l-Arap (“Arapların Sesi”) vardı.
2010 yılında başlayan Arap baharı aynı zamanda bir pan-Arap çabasıydı. Tunus'ta bir sokak seyyar satıcısının kendini yakması, bölgenin çoğunda protestolara yol açtı. Protestoların yayılmasında, (…) Katar tarafından finanse edilen bir uydu haber kanalı El-Cezire etkili oldu. Sloganlar ve taktikler bir yerden diğerine taşındı. Bir ülkedeki göstericiler, başka bir ülkedeki akrabalarıyla dayanışma içinde slogan attı.
Boş sütunlar: Kriz alanları
Ancak Arap baharı, Arapçılığın temel sütunlarının ne kadar boş olduğunu da ortaya çıkardı. Arap Birliği, sosyal medyadaki alaycı şakalara konu olmak dışında çok az rol üstlendi. Uzun zamandır acımasız yöneticiler ve kötü tasarlanmış sosyalist politikalarla ilişkilendirilen Arap milliyetçiliği zaten gözden düşmüştü. Birleştirici bir ideoloji değildi. İslamcılar yönetim için bazı kısa fırsatlar yakaladılar. Ancak tartışmalı ve yetersiz yönetimleri, itibarlarını paramparça etti. Araplar, on yıl içinde İsrail'in saldırılarından çok daha fazla insanı öldüren kendi yöneticilerine karşı öfkelendikçe İsrail'le olan savaş, yankısını kaybetti.
Arap dünyasında son on yılda ortaya çıkan bölgesel düzenin (…) üç temel özelliği var. Birincisi, Arap devletinin çoğu dış zayıflıktan muzdariptir: Bugün Ortadoğu'daki en güçlü ülkelerin hiçbiri Arap değil. İkincisi, iç kırılganlıklardır. Şişkin genç nüfuslar ve verimsiz ekonomiler, genellikle sert baskıyı gerektiren varoluşsal tehditler oluşturuyor. Bu konuda Körfez ülkeleri dışında, Arap dünyası bir dizi başarısız devletlerden ibarettir.
Bu meşruiyet ve yönetişim krizlerinin yanı sıra üçüncü bir kriz daha var: Bir kimlik krizi. Bölgeyi birbirine bağlayacak ideolojileri veya kurumlardan yoksun birçok devlet, kendi çıkarlarıyla sınırlı, dar bir milliyetçiliğe geri döndü. Genç Araplara Arap olmanın ne demek olduğu sorulduğunda birçoğu bir cevap bulmakta zorlanıyor. Beyrut'ta bir gazeteci, "Yakıt kuyruklarında oturmak" diye espri yapıyor. Mısırlı bir iş insanı “Göç etme arzusu” diyor. Bahreynli bir akademisyen, “Ev özlemi” diyor. Arap entelektüellerinin müreffeh, egemen ve birleşik bir bölge hayal etmesinden iki yüzyıl sonra, bugün insanları Marakeş'ten Maskat'a uzanan geniş hat üzerinde birbirine bağlayan temel bağ genellikle ortak mutsuzluk duygusu.
Arap dünyası ve üç kamp
Savaş sonrası dönem Ortadoğu'da pek barışçıl olmayan bir dönemdi. Ancak bu, Arapların kendi çatışmalarında merkezi bir konum üstlendikleri bir zamandı. Bugün bölge, her biri Arap olmayan güçlü bir devlet tarafından yönetilen üç kampa bölünmüş durumda. İran, kendisini bir “direniş ekseni” olarak biçimlendiriyor. Suriye rejimini, Irak, Lübnan ve Yemen'deki güçlü Şii milisleri müttefik olarak görüyor. İkinci kampta Sünni İslam temelinde, Türkiye destekli bir grup var. Katar bu grubun en yakın Arap ortağıdır. Bu grup aynı zamanda Libya'da, kuzey Suriye'de ve diaspora arasında da nüfuz sahibi. Her iki kampın da karşısında Körfez monarşileri yer alıyor. Zengin ve istikrarlı, ancak kendi güvenlikleri için gerginler. Ve Arap olmayan üçüncü bir devletle, bölgenin en güçlü ülkesi İsrail'le müttefik oldular.
Bu kamplaşmanın kazananı olmadı. Yıllarca süren iç savaş, Libya, Suriye ve Yemen'i egemen devletler olarak tanınmaz hale getirdi. İran destekli milisler hazineyi ve muhalifleri yağmalarken, 2003'te Amerikan liderliğindeki işgalle kurulan Irak hükümeti bunlara seyirci kaldı. Lübnan, tarihin en kötülerinden biri olarak gösterilen bir depresyona girdi. Arap dünyası, dünya nüfusunun %5'ini, ancak dünya mültecilerinin neredeyse %50'sini ve ülke içinde yerinden edilen kişilerin %25'ini oluşturuyor.
Arap ülkelerinin çoğu şiddetli yoksulluk, işsizlik ve içler acısı temel hizmetlerden muzdarip. Mısırlılar bir diktatörü sadece bir başkasını ağırlamak için devirdiler. Tunuslular Arap dünyasının tek gerçek demokrasisini kurdular ve bu bile şu anda tehdit altında. Her iki ülke de 2020'de 2010'a göre daha yüksek işsizliğe, daha yüksek yoksulluk oranlarına ve daha yüksek borç-GSYİH oranlarına sahipti. Göreceli istikrar vahaları olan Körfez ülkeleri bile rantiyer ekonomi modellerinin sona ermesinden endişe duyuyor. Olası Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) istisnası dışında, hiçbiri petrol sonrası bir gelecek için müreffeh bir Arap ekonomisinin nasıl inşa edileceğini çözebilmiş değil.
İki milliyetçilik arasında yol ayrımı
Arapça'da milliyetçilik için kullanılan iki kelime var: Sınırlarla bağlı olmayan insan topluluğunu ifade eden kavimcilik (kavmiyye). Ve [sınırlarla bağlı bir grup insanı ifade eden] vatancılık (vataniyye). 20. yüzyılın Arap milliyetçiliği, gerçeklik bunun altında kalsa da ilk anlamın peşinden gitti. “Arap dünyası” 22 kadar ülke ve 400 milyondan fazla insandan oluşan geniş bir bölgeydi ve çok uzaklara yayılmış bir diasporaya uzanıyordu. Yine de bölgenin hizipçiliği kaçınılmaz değildi. Dış güçler biraz suçlamayı hak ediyor. Amerika ve Sovyetler Birliği, soğuk savaş sırasında berbat Arap rejimlerini desteklediler. 2003'ten beri Amerikan politikası tutarsız ama neredeyse her zaman korkunçtu. (…)
Arap yöneticiler için, Arap birliğine dair hevesli konuşmalar, genellikle büyük devletlerin küçük devletlere karışması için bir bahaneydi. Yolsuzluk ve yetersizlik, enerji zengini ülkeleri bile çürüme haliyle yüzüstü bıraktı. Otokratlar eğitime yatırım yapma konusunda başarısız oldular. Sivil toplumu bastırdılar ve iç bölünmeyi körüklediler. Demokratik bir düzen kurma çabalarının başarısız olmasını sağladılar. Arap dünyasında bugün var olan, giderek ikinci tür milliyetçiliktir. Arap Birliği sallanıyor. Ancak bölgeyi entegre edecek ticaret ve seyahat bağları kurulabilmiş değil. Arap baharından sağ çıkan ya da Arap baharından neşet eden otokratik yönetimler, bölgesel birliği teşvik etmek bir yana, kendi sınırları içerisindeki ulusal kimlikleri bir arada tutmakta bile zorlanıyor.
Bu yazı The Economist dergisinin 28 Ağustos 2021 tarihli sayısında, "A misshapen square: Why the Arab world has an identity crisis" başlığıyla yayımlanmıştır. Çeviride editoryal düzenleme yapılmıştır.