×
ALMANYA

ANALİZ

Almanya’dan Bakınca İsrail’in Gazze Saldırıları

Almanya’da hazırlanmakta olan yeni yasaya göre insanlar çevresindeki antisemit olan insanları ihbar edecekler ve bu ihbarlar delil sayılacak. İhbar müessesine hukuki bir zemin hazırlamak, Almanya'yı asıl kurtulmak istediği Nazi dönemi imajına tekrar geri döndürebilir.
HAMAS'IN İsrail'e 7 Ekim'de yaptığı saldırının uluslararası yansımaları dünyada farklı bir şekilde cereyan ediyor. Bu bağlamda Avrupa'da ve Almanya'da da İsrail ve Filistinler arasındaki sorunun ve son olayın yansımalarını anlayabilmek, sorunun uluslararası boyutunu kavramak için önemli.

Açık soru şudur: Devlet, toplum ve tarihsel olarak Filistin meselesi ile dayanışma gösteren sol kesim İsrail’in son saldırıları hakkında ne düşünüyor?

Avrupa'da Almanya'nın Hitler döneminde Yahudilere karşı uyguladığı soykırımdan dolayı İsrail ve Yahudi meselesinde olağanüstü hassas davranması tarihsel perspektiften kaynaklanıyor. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya, üzerinden Nazi imajını atmak ve Hitler dönemi ile yüzleşmek için olağanüstü bir çaba sarf etti. Hitler zulmünden zarar gören insanlara da yüklü tazminatlar ödedi. 

Gelgelelim: O zulmün 21. Yüzyıl versiyonunu işlemekte İsrail yönetimi ve büyük güçler hiç beis görmüyor. Menfaatlerin elde edilmesi sivillerin öldürülmeleri meşruiyet kazandıran bir anlayışa evrildi. Her türlü destek yürüyüşleri yasaklandı. Bu yeni tavır, küresel siyasette hiç bu derece trend olmamıştı.

AB’nin güçlü ülkesi Almanya bu politikalara hemen eklemlendi, peki neden?

Almanya İsrail'in güvenliği konusundaki hassas tutumunu öyle ileri bir noktaya götürdü ki, eski Şansölye Angela Merkel 2016 yılında İsrail parlamentosunda yaptığı bir konuşmada, "İsrail'in güvenliği Almanya'nın güvenliğidir." demişti. Bunun anlamı: “İsrail'e saldıran Almanya'ya saldırmıştır.” İsrail'in güvenliği Alman devleti için Almanlar tarafından Staatsräson olarak kabul edilir, yani vazgeçilmezdir. 

Fakat toplumun farklı kesimlerinden İsrail zulmüne karşı gelenleri yok saymak da mümkün değildir.

Almanya'da Sol Parti'nin hafif eleştirel tutumu haricinde, Almanya'nın İsrail konusundaki hassasiyeti tüm siyasi partiler tarafından genel kabul gören bir durumdur. 

***
Almanya’da ikamet eden siyaset bilimci Bülent Güven Almanya’nın ilgili tutumunu şu şekilde okumaktadır:

“Almanya'nın tarihsel bagajından kaynaklanan durum, İsrail ve Filistin sorunu konusunda objektif olmasını dönem dönem engellemektedir. Son Hamas saldırısından sonra da Avrupa'daki tüm ülkelerin İsrail ile dayanışma içine girmelerine rağmen, İsrail'in Gazze'ye ölçüsüz saldırısından dolayı Fransa, İngiltere gibi birçok Avrupa ülkesinde insanlar’ın Filistin lehine yürüyüş yapmalarına müsaade edilirken, Almanya'da Filistinliler lehine yapılmak istenen yürüyüşlere müsaade edilmedi. Hatta Cuma günleri camilerin önlerinde namaz sonrası spontane gösteriler olursa müdahale edilsin diye sıkı polis tedbirleri alındı.

Almanya'nın tarihinden kaynaklanan bu ‘taraflı’ bakışı ve Hamas'ın İsrail'e yaptığı son saldırıyı sanki sorunun sıfır noktasıymış gibi algılaması konunun objektif olarak ele alınmasını engellemektedir. Bu nedenle konuyu dile getirenler medyada çok kolay bir şekilde terör destekçisi olarak yaftalanıp linç edilebilmektedir.

Hamas'ın sivil halka yönelik yaptığı saldırıyı kimse savunamaz; fakat İsrail'in BM kararlarını ihlal eden politikalarını, sürekli işgal politikasını devam ettirmesini, 2007'den itibaren 2,3 milyon Filistinliyi Gazze'ye hapsetmesini dile getirmek gerekiyor. Bu gerçekleri Almanya'da hiçbir siyasi partinin, politikacının veya kanaat önderinin şu an dile getirmesi mümkün değil.  Gerçekleri dile getiren her kim olursa olsun linç ediliyor.

Hatta Sosyal Demokrat Parti'ye mensup İçişleri Bakanı Nancy Feaser tarafından şu an hazırlanmakta olan yasaya göre insanlar çevresindeki antisemit olan insanları ihbar edecekler ve bu ihbarlar delil sayılacak. Hatta Hristiyan Demokrat Parti'nin mensupları, eğer bu kişiler antisemit iseler çifte vatandaş olanların da vatandaşlığının ellerinden alınmasını savunuyor. 

İhbar müessesine hukuki bir zemin hazırlamak, Almanya'yı asıl kurtulmak istediği Nazi dönemi imajına tekrar geri döndürebilir. Burada antisemitizm tanımı çok dar bir alana sıkıştırılıyor. Bu tanım gereği Filistin’e sempati duyan, İsrail'in işgal politikalarını eleştiren herkes antisemit olarak yaftalanabilir.

Almanya'nın İsrail-Filistin meselesine, kendi tarihsel bagajı kadar kendi içinde yaşayan Müslümanların hassasiyetlerini de dikkate alarak yaklaşması gerekmektedir. Almanya – kendi iç entegrasyonu için – bu meselede rasyonel bir zemine gelmeli.”

Güven’in analizi Almanya içinden çok yerinde bir analiz, tespitleriyle insanı şaşırtmıyor ve aslında üzmüyor da değil! 

***
Bir dönem Filistin’e desteği ile öne çıkan Avrupa ve Almanya Solunun bugününü merak ediyorum ve bu konuyu yine Almanya’da yaşayan Almanya Uzmanı Yasin Baş’a soruyorum:

“Alman Solunun meseleye bakışını önce tarihi olarak irdelemek gerekiyor. Münih’te Yahudi tarihi ve kültürü dersleri veren ve aynı zamanda Washington D.C.’deki Amerikan Üniversitesi’nde İsrail Araştırmaları Merkezi’ni de yöneten Michael Brenner, bir Alman dergisine verdiği mülakatta Alman solu içerisindeki İsrail karşıtlığı ile ilgili önemli bilgiler sunuyor. Brenner, İsrail’e yönelik eleştirilerin solun bazı çevrelerinde Karl Marx’a ve hatta ondan da önceki döneme, 19. ve 20. yüzyılların erken dönem sosyalizmine kadar uzanan bir geleneğe sahip olduğuna dikkat çekiyor ve sadece Marx’ın yazıları değil, Marx’tan önce Fransa’da Charles Fourier ve Alphonse Toussenel gibi erken dönem sosyalistler ve anti-kapitalist düşünürlerin kapitalizmi Yahudilikle eş tuttuklarını ifade ediyor. 

Solun fikir babaları olan bu kişilerin Alman solunun bir kısmını da etkilediği düşünülebilir. Ancak ırkçılık ve insan düşmanı boyutunu taşıyan asıl Yahudi düşmanlığı yani antisemitizm, aşırı sağın bir ürünü. Bu konuda bilim insanları hemfikirdir. Solun tarihinde Yahudilere karşı bu derece insan düşmanlığı olmamıştır. Ancak II. Dünya Savaşı sonrası burada bir kırılma yaşandığı söylenebilir. Brenner, Holokost’tan sonra Stalin’in anti-Siyonizmi bir devlet politikası olarak ilan ettiğine ve Soğuk Savaş yıllarında İsrail’in, Batı’ya ve Okyanus Ötesi ittifaka yakınlığı nedeniyle solun büyük bir bölümünde düşman olarak görülmeye başlandığına vurgu yapıyor. Özellikle 1967’deki Altı Gün Savaşı’ndan sonra iki Alman devletinden biri olan ‘kapitalist’ Batı Almanya’daki solun da İsrail’e bakışında değişim yaşanmıştır. Brenner, Altı Gün Savaşı’ndan sonra İsrail’in solda yer alan pek çok kişinin gözünde Davut’tan Golyat’a, yani kurbandan işgalci güce dönüştüğünü söylüyor. Yahudi kökenli tarihçi ayrıca Vietnam Savaşı dönemine denk gelen ‘Alman Sonbaharı’ sırasında 1968 Hareketinin ve Alman sol radikallerinin Orta Doğu’daki sol radikallerle bağlantı kurduğuna, hatta birlikte silah eğitimlerinde yer aldıklarına dikkat çekiyor. Brenner, bu bağlamda Alman Kızıl Ordu Fraksiyonu – RAF’a, 9 Kasım 1969’da Berlin’de bir Yahudi toplum merkezine yapılan saldırıya ve 1972 Münih Olimpiyatlarında İsrailli atletlere yapılan saldırıdaki işbirliğine işaret ediyor.

Günümüzde de bazı sol gruplar İsrail karşıtlığı ile öne çıkmaktadır. Diğer yandan ‘Antideutsche’ gibi radikal İsrail destekçisi ve savunucusu sol örgütler de türemiştir. Alman solunun siyasi olarak örgütlü kesimi bugünlerde neredeyse istisnasız bir şekilde İsrail’in yanında yer aldığı görülmektedir. Hatta bu durum o kadar ileri gitmiştir ki SPD lideri Saskia Esken, kendisi de Yahudi olan ABD Senatörü Bernie Sanders’in İsrail’in Gazze’deki işgalini uluslararası hukuka göre yasadışı olarak nitelendirmesi nedeniyle Sanders ile planlanmış olan bir görüşmeyi iptal etmiştir. Alman Sol Parti de aynı şekilde İsrail’in arkasında yer aldığını ifade etmiş ve Sol Parti’nin eski meclis grup başkanı, İsrail’in karşı saldırılarının orantılılığından bahsetmenin zamanı olmadığını söylemiştir. Partinin kurucularından ve eski liderlerinden Gregor Gysi, İsrail’in kayıtsız desteklenmesi gerektiğini açıklamıştır. Parti, Hamas’ın saldırılarını ‘barbarca katliamlar’ olarak ve İsrail’in var olma hakkını ‘tarihsel bir gereklilik’ olarak nitelendirmiştir. Almanya’da bir süredir Sol Parti içinde yaşanan siyasi tartışmalar yüzünden Sol Parti eski liderlerinden Sahra Wagenknecht ile 9 vekil partiden istifa ederek yeni bir parti kurmuştur. ‘Sahra Wagenknecht Birliği (BSW) - Sağduyu ve Adalet’ isimli yeni oluşum da İsrail’e destek vermiştir. Wagenknecht, bölgede çok büyük bir savaş tehlikesi bulunduğundan dolayı barış müzakerelerinin yapılması gerektiğini de sözlerine eklemiştir.

Almanya’da İsrail’i eleştiren sol gruplar arasında küresel iklim koruma hareketi ‘Fridays For Future’ (FFF) son günlerde kendinden sıkça söz ettiriyor. FFF International, Instagram hesabı üzerinden yaptığı paylaşımda Batı medyasını tarafsız olmamakla ve İsrail lehine ‘beyin yıkamakla’ suçlamıştır. ‘Apartheid Sistemi’, ‘etnik temizlik’ ve ‘soykırım’ gibi kavramları kullanması Almanya’da sert tartışmalara sebep olmuştur. Örneğin Almanya Yahudiler Merkez Konseyi Başkanı Josef Schuster, FFF’nin Almanya şubesinin Greta Thunberg’in etrafında toplanan aynı adlı uluslararası iklim hareketinden kopmasını istemiştir. FFF’nin yanı sıra Alman sol çevrelerde İsrail’i eleştiren ve ürünlerini boykot etmeyi amaçlayan ‘Boycott, Divestment and Sanctions’ (BDS) isimli oluşum bulunmaktadır. Amacını ‘İsrail’in Filistin topraklarındaki işgaline son vermesi, Filistinli mültecilerin evlerine dönüşü ve Araplara eşit haklar sunulması için baskı kurulması’ olarak belirten BDS hareketi, 2005 yılında kurulmuş, Almanya’da birçok gösteride yer almış ama Alman parlamentosu tarafından uzun zamandır Yahudi karşıtı bir hareket olarak görülmektedir.

Almanya’da faaliyet gösteren diğer bir aşırı sol Marksist örgüt ise Filistinli tutsaklarla dayanışma amacıyla kurulan Samidoun adlı dernektir. Bu dernek de Hamas’ın saldırıları sonrasında Berlin’de sevinç gösterileri düzenlediği ve baklava dağıttığı için Almanya’da yasaklanması gündemdedir. Bu örgütlerin yanı sıra bir kısmı sol tandanslı Yahudi entelektüeller Almanya’daki İsrail-Filistin/İsrail-Gazze tartışmalarına girmiştir. Almanya’da yaşayan ve aralarında sol görüşlü olan entelektüellerin de bulunduğu 100’ün üzerinde Yahudi aydın, ülkedeki Filistin yanlısı gösterilerin ve okullarda Filistin bayrak ve sembollerin yasaklanması gibi uygulamalara tepki göstermiştir. Aralarında yazar, akademisyen, gazeteci, sanatçı ve kültür alanında çalışan görevlilerin olduğu grup Hamas’ın sivillere yönelik saldırılarını tereddütsüz kınadıklarını ancak aynı zamanda Gazze’de sivillerin öldürülmesini de kınadıkları ifade etmiştir. Aydınların imzasıyla yayımlanan mektupta; ‘Biz Yahudi topluluğu olarak, ırkçı şiddeti reddediyoruz ve Arap, Müslüman ve özellikle Filistinli komşularımızla tam dayanışmamızı ifade ediyoruz.’ denilmiştir. Alman Yahudi aydınlar İsrail’i protesto eden gösterilerde polisin göstericilere orantısız güç kullanmasını da eleştirerek ‘ırksal önyargılar’ tespit ettiklerini belirtmiş ve ‘özellikle antisemitizm ile İsrail devletine yönelik her türlü eleştirinin aynı kefeye konulmasını reddediyoruz.’ demişlerdir.

***

Sonuç

Almanya’da, diğer bazı Batılı ve AB ülkelerin aksine, Hamas’ın kınanması ve İsrail’in desteklenmesi konusunda partiler arası ve partiler üstü bir görüş birliği yaşanıyor. 

Fakat savaş uzadıkça farklı sesler de yükselmeye başladı. 

Özellikle 3. Dünya’dan göçmen kökenlilerde büyük bir travma hakim ülkede; “Nasıl bu derece angaje olunur?” tepkisi. 

Kanımızca bu mesele, Almanya için kendi iç entegrasyonu kadar, AB’nin bölgesel komşuluk politikalarında barışın tesisi ilkesi gereğince, tıpkı diğer AB üyesi diğer ülkeler gibi bir ödev: Başlarını yana çevirerek önemsenmemesi, sorunu ötelemeyecek mi? 

Yoksa bütün Batılı ağır toplar birleştiğine göre, ortada açıklanmayan meseleler mi var?

Ya Kuzey Gazze işgali; Orta Doğu’da (Suriye’nin kuzeyini-Fırat’ın doğusunu da kapsayan) yeni bir jeopolitik haritaya, ya Çin’in Bir Kuşak Bir Yol’una alternatif Hindistan-İsrail gibi projelere ya da Avrupa’nın büyük enerji ihtiyacının karşılanmasına giden yol; bizim kanımıza göre ise her üçü! 

Sadece tarihsel hicaplık olmadığı açık!

İSMAİL ERMAĞAN

Halen İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi olan Prof. Dr. İsmail Ermağan, lisansını Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi’nde, yüksek lisansını Hamburg Üniversitesi Sosyoloji ve Siyaset Bilimi Bölümlerinde yaptı. Ermağan doktora derecesini Erfurt Üniversitesinin Max Weber Yüksek Araştırmalar Merkezi’nde aldı. Başlıca çalışma alanları şunlardır: Avrupa Birliği entegrasyonu, Türkiye-AB ilişkileri, Türkiye-Almanya İlişkileri, Almanya’daki Türkler, Afrika, Latin Amerika ve Asya-Pasifik okumaları, göç ve göç yönetimi. Yurt içinde ve yurt dışında 70 civarında makalesi/kitap bölümü olan yazarın şu kitapları yayımlanmıştır: Almanya Türkleri’nin Uyum ve Ayrılım Eğilimleri; Avrupa Birliği ve Türkiye’nin Üyeliği: Türk Partilerinin ve Avrupa Parlamentosundaki Partilerin Politikaları; Türkiye’nin Yönü Avrupa Birliği’ne mi: Türkiye’de AB Şüpheciliği; Türkiye’deki Sivil Toplum Örgütlerinin AB Üyeliğine İlişkin Davranışları; 21. Yüzyılda Uluslararası İlişkilerde Yeni Trendler: İnsanımız İlk 10 Yolunda mı?; Dünya Siyasetinde Almanya 1-2; Dünya Siyasetinde Latin Amerika 1-2; Dünya Siyasetinde Afrika 1-8; Dünya Siyasetinde Doğu Asya.