ANALİZ
Almanya'daki Türklerin Entegrasyonunda Temel Parametreler
Yükselen sağ akımların önünü alabilmek için işe etkili ve kapsamlı bir yasa ile başlanması gerekiyor.
FEDERAL İSTATİSTİK DAİRESİ'NİN açıkladığı son rakamlara göre Almanya’da 1,4 milyon dolaylarında Alman vatandaşlığı statüsünde ve 1,5 milyon civarında da Almanlarla ortak alan paylaşıcısı-komşu konumunda bulunan Türkiye pasaportlu insan var. Bu insanların toplu olarak bir entegrasyon parametre analizini yapmak, aslında “Almanya’da yabancı, Türkiye’de Alamancı” trajedisini anlamak da olacak. Böylece hem Alman politikalarının hem de Türkiye’deki yansımaların yeniden düşünülmesi mümkün hale gelecek ve verimlilik katsayısı yükseltilerek “kazan-kazan” potasında nasıl ilerlenebileceği sorunsalında fırsatlar penceresi açılabilecektir.
Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB), Almanya’ya göçün 60. yılı dolayısıyla programlar yapıyor bugünlerde. Göç ve entegrasyon hikayesi nasıl başlamıştı? Hatırlayalım:
Almanya, II. Dünya Savaşı’nın sonlanması (1945) ile büyük enkaza uğramıştı. Başbakan Adenauer, “Memleketi hep birlikte inşa edeceğiz!” motivasyonu ile halkını, vatanı için çalışmaya teşvik etti. Böyle bir ruh ile yola koyulan ülke, mucize olarak tanımlanan ekonomik bir patlama üretti. Fakat uzun süren savaşlarda çok sayıda erkek yurttaşını yitiren Almanya’da çalışan sorunu yaşanmaya başlandı. Buradaki açığı kapatmak üzere, diğer birçok ülkenin yanında Türkiye ile (1961 yılında) de “işçi göçü” kapsamında anlaşma sağlandı. 1973 yılına değin bu “iş gücü transferi” devam etti.
Takvim yaprakları 2021’i göstermekte; üçüncü, hatta dördüncü nesil bu “Yeni (Co-)Vatan”da serpilmekte! Bir zamanların “iş makineleri”, günümüzde yurttaş ve kader ortağı oldular. Çoğu durumda “misafirlikten kalıcılığa” terfi eden Almanya’da Türklerin en önemli gerçeklerinin başında entegrasyon meselesi gelmektedir. “Daha başarılı uyum verilerine nasıl kavuşulur?”, ortak sorudur. Almanya’daki Türklerin uyumlarına ilişkin temel parametreleri sıralayalım:
1. “Merkezi Almanya” olan Yeni Bir Uyum Anlayışının Geliştirilmesi: Bizler farkındayız ki, Almanya’daki Türkler bu topraklarda 60 senedir yaşamakta ve kız alıp vermekten aşı üretmeye birçok alanda kök salmaya devam etmektedir. Çocuklarımız yerli Alman okullarından geçerek geleceklerini kazanıyorlar (ya da kazanamıyorlar). Bu sebeple “yeni yerliler” olarak tanımlanan modelle merkezi Almanya entegrasyon politikalarının desteklenmesi, Almanya - Almanya’da yaşayan Türkler - Türkiye üçgeninde kayda değer kazançlar getirecektir. Böylece içerisinde yaşanılan ülkeyle daha başarılı bir entegrasyon süreci tecrübe edilecektir. Ayrıca Alman devleti ve milleti nezdinde daha geniş kitlelerce kabul görmüş bir pozisyona sahip olunabilecektir. Ve “Akraba Ülke: Türkiye”ye totalde daha ağır basan yararlar sağlayabilecektir.
Bu anlayış ile yıllardır “gurbetçi” sıfatıyla etiketlenen bu insanların, üzerlerine kâbus gibi çöken dışlanma kalıplarından ciddi olarak kurtulacakları kanısındayım. Bu yaklaşım, aynı zamanda şu değişimi beraberinde getirecektir; getirmelidir de: “Ich lebe nicht in einem Hotel, sondern bin ich hier in Deutschland zu Hause!" (Ben bir otelde yaşamıyorum; Almanya benim evim!) Buna karşılık, Almanya’da doğmuş bir Türk çocuğuna ne normal ne de aşırı sağcı biri şu soruyu sor(a)mayacaktır: “Woher kommst Du?” (Sen nerelisin?)
İfade etmek gerekir ki; bu değişim ne akraba vatan Türkiye’yi unutmayı ne de entegrasyon derken asimile olmayı tetikler. Şu anki yerel (Almanya), bölgesel (Avrupa Birliği) ve global (Dünya) güç etkenlerini göze aldığımızda, en rasyonel yol rehberi, bu uyum parametresidir.
2. Dil ve Kültür Bilgisinin Maksimizasyonu: Bütün entegrasyon teorisyenlerinin vurguladığı gibi, dil ve kültür bilgisi, uyumun motorlarıdır. Düşünsenize; Türkiye’de yaşayacaksınız ve Türkçe bilmeyeceksiniz! Veyahut Türk kültürüne ve toplum değerlerine dair hiç fikriniz olmayacak! Sürekli babanızın ya da dedenizin geldiği ülkenin televizyon kanallarını izleyecek; bedeniniz bir İstanbul veya Urfa’da olacak ama aklınız o ülkede! Kabul edilecek bir durum mu sizce de?
Bu sebeple Almanya’daki Türkiye kökenli göçmenler için öncelikli sorumluluk; Almanca dilbilgisine hâkim olmak ve gerek toplumsal-kültürel alanda ve gerekse siyasal alanda, yerli Alman toplumuna azami derecede entegre olmaktır.
Çok açıktır ki, yükselir ve etkileşirsen, faydan büyür; atıl kalırsan da zararın!
3. Almanya’da Eğitim Alanında Daha Başarılı Karneleri Getirecek Mekanizmanın Kurulması: Türkiye’den Almanya’ya ve Amerika’ya gerçekleşmiş insan göçü tiplemelerinde önemli farklılıklar mevcut. Genelde eğitim seviyesi yüksek, “beyaz yakalılar” olarak adlandırılan insanlar Amerika’ya göç etmişti. Almanya, beden gücü ihtiyacı olduğundan gelen insanların eğitim seviyesine dikkat etme gereği duymamıştı. 1961’de buraya giden büyüklerimiz genelde ilkokul 3 ya da 5 mezunlarıydı. Üstelik gelen insanlarımızın çoğu Türkiye’de kırsal bölgelerde yaşıyorlardı.
Bunun doğal bir sonucu olarak da Almanya’daki bu ilk Türk neslinin en büyük hareket mottosu; “ekonomik kazanım” oldu. Örneğin çocuklarını erken yaşlarda yani burada okul okuyup-okumadığına, meslek yapıp-yapmadığına bakmaksızın çalışmaya yönlendirdiler. İkinci nesilden pek çok kişi bu konuda dertli. Fakat İkinci Türk Nesli ile birlikte Almanya’daki insanlarımız eğitim alanında daha bilinçli bir hale gelerek çocuklarını eğitim yolunda daha çok desteklemeye başladı.
Artık bilinmektedir ki, çocuğun getirdiği karne, sadece çocuğun değildir; bilakis anne-babanın, öğretmenin, çevrenin ve okul müessesinin ortak ürünüdür!
Almanya’da üniversite okuyan Türk gençlerinin düşük sayısının (38 bin) mutlaka yukarılara çekilmesi gerekiyor. Eğitim alanında başarıyı getirecek mekanizmanın kurulmasında, özellikle aşağıdaki adımların öne çıktığını ifade etmek mümkün:
- Okul yönetimi ve öğretmenler ile sürekli diyalog içerisinde olunması,
- Çocukların arkadaş çevresine dikkat edilmesi,
- Devlet kurumları ile belediye kuruluşlarından bu alanda destek istenmesi (mesela ek eğitim, tiyatro, müzik vb. kurslarının düzenlenmesi),
- Almanya’nın yetişmiş insana ihtiyacı her geçen gün arttığından dolayı, eğitim kulvarında dışlamaya karşı ortak eylemlerin gerçekleştirilmesi.
Eğitim bilincinin yaygınlaşması ve bu mekanizmanın yerleşmesi hususunda, göç kurumları, sivil toplum örgütleri, şehir dernekleri ve cami teşkilatları vb. oluşumlar, hayati rol oynayabilirler; bu unutulmamalı.
4. Vatandaşlık Hakkından Yararlanmanın Teşvik Edilmesi: Dünya, 21. yüzyılda teknolojik devrimler ve internet atılımları ile “küresel bir köy” haline geldi. Bu hızlı dönüşümün uyum alanındaki yansıması radikal oldu, oluyor. Artık göç sosyolojisinde “asimilasyon” diye bir kavramın, kendisi yerine belki türevlerini görmek mümkün. Dahası, transnasyonel göçmen yaşantısı, örneğin Alanya ve Hamburg’un her ikisini de vatan yaptı 10 bin Alman’a.
Almanya ana toplumu tarafından kabul görülmenin, bu toplum ile (siyasal-toplumsal-hukuki ve eğitim alanlarında başta olmak üzere) daha geniş manada bütünleşebilmenin yegâne adresidir vatandaşlık. O sebeple desteklenmelidir. Vatandaşlığın – diasporik güç oluşumu vb. – stratejik katkıları düşünüldüğünde, meselenin önemi anlaşılabilir!
5. Alman Halkı ile Yeni Birliktelikler Geliştirmenin Bir Vizyon Olarak İdraki: Almanya’da yaşayan insanlarımızın Alman halkı ile dostluklar geliştirmesi, her iki kesim açısından hayati önemdedir. Corona günlerinde yaşlı Alman komşuları ile dayanışmada bulunan Türk ailesinin Almanya’da bir reklamda gösterildiği gibi, bu yaklaşımda sevgi esastır. Sorunlar illa olacaktır. Dayanışmanın ortaya çıkarılabilmesi noktasında beceri; “ilk adımı atan karşı taraf olsun” beklentisine takılmamaktır. Bu bağlamda Alman devletine ve basınına da büyük görevler düşmektedir. Öncelikle göçmenler ve onların çocukları artık Almanyalı olmuşlardır. Bunlar devletin bütün organları tarafından “kendi vatandaşları” olarak kabul görmeliler.
Bu hususta her türlü fırsat eşitliği sağlanmalıdır. Rol model oluşturulması ve temsiliyet hissiyatlarının geliştirilmesi açısından, karar alıcı kurum ve kuruluşlarda “yeni yerliler”in sayısı arttırılmalıdır. Ana dilin resmi organlarca öğretilmesi, “Hoş geldin!” projesinin devamıdır. Almanya’nın (Prof. Dr. Gogolin ve Neuman gibi) ünlü eğitim sosyologları, iki dilliliğin bir avantaj olduğunun altını çizmekte.
Ayrıca dikkat çekilmesi gereken bir mevzu, yabancı düşmanlığı: Merkel’in son dönemdeki sosyal medya yasasına rağmen, yabancı uyruklu vatandaşlara saldırılar ortadan kaldırılamıyor. Türklerin Solingen ve Mölln’deki yaşadığı olaylar hala belleklerde. Yükselen sağ akımların önünü alabilmek için işe etkili ve kapsamlı bir yasa ile başlanması gerekiyor. Böylece Almanya’da yaşayan bütün insanların aynı gemide oldukları vurgulanmalı ve daha barışçıl yarınların temeli güçlendirilmeli. Bu hedefte tabii ki partilere büyük ödevler düşmektedir. Popülist davranışlardan kaçınmak bu ödevlerin en başında geliyor.
Son olarak altı çizilmesi gereken önemli bir diğer husus: Yapılmakta olan şehir imar planları ile gettosal (ayrık) alanlar minimize edilmelidir. Yerli Alman halkı ile yeni yerliler arasında başarılı bir uyumun ancak beraber yaşayabildikleri, vakit geçirebildikleri ve diyaloğa geçebildikleri alanlar üzerinden gerçekleşeceği unutulmamalı. Paralel oluşumların, her iki tarafa da zarar verdiği açık.
6. Diğer Faktörler: Alman uyum teknokratlarının, daha iç içe olmayı ülkü edinmiş uyum denklemleri üzerine kafa yorarlarken şu gerçekleri gözden kaçırmamaları gerekiyor:
- Eşitlikçi ve adaletli entegrasyon modellerinin desteklenmesi,
- Nüfus azalması ve beyin göçü problemlerinden dolayı göç olgusunun yönetilmesi,
- Toplumdaki segregasyon (dışlama) eğilimlerini pozitif önemseme,
- Aşırı sağ ile kurumsal mücadele,
- Kültürel çoğulculuk anlayışının geliştirilmesi,
- Uyum odaklı sivil dernekleri destekleme ve
- Kültürlerarası diyaloğu geliştirecek gençlik programlarının organizasyonu.
Bitirirken anımsatalım: Corona aşısını bulan doktor da Türkiye kökenli; Mc Donalds ve Burger King’in toplamının iki katı olan Döner de. Sürekli kötülenen bir toplumdan iyi figürler çıkmaz ve başa bela açar. Merkel’in işaret ettiği gibi, doğru belirlenen ve yönetilen entegrasyon parametreleri elbet Türkiye’ye güçlü bir diaspora sunar, ama Almanlar’a da güçlü geleceklerinde kalınca bir tuğla!
Buna değer bizce…
Halen İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi olan Prof. Dr. İsmail Ermağan, lisansını Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi’nde, yüksek lisansını Hamburg Üniversitesi Sosyoloji ve Siyaset Bilimi Bölümlerinde yaptı. Ermağan doktora derecesini Erfurt Üniversitesinin Max Weber Yüksek Araştırmalar Merkezi’nde aldı. Başlıca çalışma alanları şunlardır: Avrupa Birliği entegrasyonu, Türkiye-AB ilişkileri, Türkiye-Almanya İlişkileri, Almanya’daki Türkler, Afrika, Latin Amerika ve Asya-Pasifik okumaları, göç ve göç yönetimi. Yurt içinde ve yurt dışında 70 civarında makalesi/kitap bölümü olan yazarın şu kitapları yayımlanmıştır: Almanya Türkleri’nin Uyum ve Ayrılım Eğilimleri; Avrupa Birliği ve Türkiye’nin Üyeliği: Türk Partilerinin ve Avrupa Parlamentosundaki Partilerin Politikaları; Türkiye’nin Yönü Avrupa Birliği’ne mi: Türkiye’de AB Şüpheciliği; Türkiye’deki Sivil Toplum Örgütlerinin AB Üyeliğine İlişkin Davranışları; 21. Yüzyılda Uluslararası İlişkilerde Yeni Trendler: İnsanımız İlk 10 Yolunda mı?; Dünya Siyasetinde Almanya 1-2; Dünya Siyasetinde Latin Amerika 1-2; Dünya Siyasetinde Afrika 1-8; Dünya Siyasetinde Doğu Asya.