ANALİZ
“Radikal Merkez” Kendini Yok Ediyor!
Radikal merkez, evleri, okulları, hastaneleri ve arşivleri yerle bir edilen Gazze halkıyla dayanışma işaretlerini ortadan kaldırmaya ve kendisini ateşkese karşı çıkan küçük bir küresel azınlığın içine yerleştirmeye odaklanırken, sağ giderek güçleniyor.
BUNDAN YALNIZCA 50 yıl önce Almanya'da sosyal demokrat bir şansölye, reformist bir heyecan dalgasıyla ve daha ilerici bir siyaset umuduyla iktidara gelmişti. Willy Brandt'ın vaadi "daha çok demokrasi için daha çok cesaret" idi. Brandt, isyancı öğrenci hareketinin enerjisini, o zamanlar piyasacı-liberal Hür Demokrat Parti (FDP) ile koalisyon halindeki Sosyal Demokrat Partisi'ne (SPD) destek olacak şekilde kanalize etti.
Ancak iki olay Brandt’ın işini zorlaştırdı. Bunlardan ilki, aşırı sol Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) tarafından gerçekleştirilen bombalama, suikast ve adam kaçırma eylemleriydi. Diğeri ise 1972 Münih Olimpiyatları'nda Filistinli militan grup Kara Eylül üyeleri tarafından gerçekleştirilen ve dokuz İsrailli rehineyle bir Batı Alman polis memurunun öldürüldüğü çatışmayla sonuçlanan rehin alma eylemiydi.
Ardından baskılar başladı. Almanya'da yasal olarak ikamet eden 150'den fazla Arap, sınır dışı edildi ve RAF fraksiyonu üyelerine yönelik geniş çaplı bir insan avı başlatıldı. Bu işin başındaki yetkili Horst Herold, bugün kullanılan pek çok istihbarat toplama aracının ilk örneği olan veri tabanları ve ilişkilendirme yöntemlerini kullandığı için "Komiser Bilgisayar" olarak biliniyordu.
Hükümet sert önlemler aldı: "Özgür demokratik anayasal düzene" sadakat yemini etmeyi reddetmiş ve geçmişinde sol örgütlere üye olmuş herkesi (profesörler ve öğretmenler de dahil olmak üzere) kamuda istihdam etmekten men etti. Sol görüşlü kitapçılar yağmalandı, yayınlar sansürlendi ve yasaklandı. Bu süreçte Uluslararası Af Örgütü, siyasi suçlu olarak gördüğü solcu militanların hücre hapsinde tutulmasını insan haklarının ihlali şeklinde değerlendirdi ve protesto etti.
Bazıları için demokratik ilkelere ihanet gibi görünen bu durum, diğerleri tarafından tam tersi yönde savunuldu. Siyasetçilerin kullandığı slogan "militan demokrasi" idi. Yaygın kanı, Batı Almanya'nın başkenti Bonn'un, Cumhuriyet anayasasının yazıldığı yer olan Weimar gibi olmaması gerektiği yönündeydi. Brandt'ın ifadesiyle Weimar, "büyük bir Nasyonal Sosyalist Parti ile büyük bir Komünist Parti arasında paramparça olmuştu." Komşusu İtalya ve Fransa'da büyük bir güç olan Komünist Parti, 1956 yılında bu gerekçelerle yasaklanmıştı. Radikal bir merkezciliğe duyulan ihtiyaç, ifade özgürlüğü ve özgür siyasi örgütlenme ilkelerinden bazılarına ihanet etmeyi meşru kılıyordu.
Solun bastırılmasına dair en neşeli tezahürat, zamanın en yüksek tirajlı gazetesi Bild'den geldi. Gazetenin 1938'de Yahudi eşinden boşanan ve paramiliter bir Nazi motorcu kulübüne katılan yayıncısı Axel Springer, tüm sol protestoların potansiyel birer haydutluk hareketi olarak görülmesini sağladı. Eylemciler ise genç öğrenci hareketine yönelik öfkeyi körüklediği için sağcı basını suçluyordu. Eylemciler, 1968 yılında sosyalist Rudi Dutschke'nin vurulmasının ardından "Springer da Vuruldu" yazılı protesto pankartları taşımışlardı.
Aşırı devlet müdahalesi ve sansasyonel magazin basınının bir araya gelmesiyle ortaya çıkan toplumsal histeriye ilişkin endişelerini dile getirenlerden biri de yazar Heinrich Böll'dü. Daha sonra Margarethe von Trotta tarafından filme de uyarlanan Katharina Blum'un Çiğnenen Onuru (The Lost Honour of Katharina Blum) adlı romanında Böll, magazin basını tarafından haksız yere terör sempatizanlığı ve suçlamalarıyla itham edilen bir kadının sonunda kendisini sıkıştıran gazeteciyi öldürmesiyle sonuçlanan ruhsal çöküşünün izini sürmüştü.
Bu tutumun popüler olmadığı zamanlarda bile Böll'ün sivil özgürlükleri savunmaya istekli olması, uluslararası itibarını pekiştirmesine yardımcı oldu. Nitekim 1997 yılında kendi partisini kuran Yeşiller Partisi onun adını kullanmıştır. Aynı dönemde Heinrich Böll Vakfı da hem konferansın hem de vakfın isim babalarının geleneği doğrultusunda çalışan kişileri onurlandırmak amacıyla her yıl Hannah Arendt Siyasi Düşünce Ödülü vermeye başladı. Ödül, bu yıl Yahudi asıllı Amerikalı yazar Masha Gessen'e verilecekti. Ancak Böll Vakfı geçen hafta yaptığı açıklamada Gessen’e verilmesi için düzenlenecek törenden çekildiklerini bildirdi. Gerekçe olarak Gessen'in New Yorker'da yayınlanan bir makalesi gösterildi. Gesssen makalesinde, son iki ayda nüfusunun yüzde 90'ı yerinden edilen ve 15,000'den fazla sivilin öldürüldüğü Gazze'de yaşayanların durumu ile işgal altındaki Avrupa'da gettolarda yaşayan Yahudilerin tasfiyesi arasında bir benzerlik kurmuştu.
Bu son haber, Berlin'de İsrail-Hamas savaşında ateşkesi destekleyen protestoların yasaklanmasının ve pek çok başka iptal ve ertelemenin hemen ardından geldi. Bunların arasında Aachen'daki sanatçı grubu Forensic Architecture'ın bir üyesinin yaptığı konuşma, Saarland'da sanatçı Candice Breitz'in düzenlediği sergi, bir başka Batı Almanya yazarı Peter Weiss'in adını taşıyan bir ödülün Sharon Dodua Otoo'ya verilmesi ve Böll'ün ifade özgürlüğünü savunma alanlarından biri olan Frankfurt Kitap Fuarı'nda Filistinli yazar Adania Shibli'ye verilen ödül de var. 2019 yılında Alman Parlamentosu boykot, tasfiye, yaptırım (BDS) hareketine verilen desteği antisemitizmle bir tuttuğunu ilan etmişti. Bu kararın yasal bir ağırlığı yok ama pek çok kişi bu kararı, devlet tarafından finanse edilen kurumların, çatışmanın şiddet içermeyen bir şekilde çözülmesini savunan akademisyenlerle ilişkilerini kesmelerini gerektirdiği şeklinde yorumladı. En şaşırtıcı olanı ise Forensic Architecture'dan Eyal Weizman ve Breitz gibi bu kültürel üreticilerin birçoğunun Yahudi olması. Naomi Klein'ın Twitter'da söylediği gibi "Bu gidişle Almanya'nın yasaklayacak Yahudi entelektüeli kalmayacak."
Peki Axel Springer Press'e ne oldu? O da gelişiyor. Politico ve Insider'ı da bünyesinde barındıran medya holdingi, bu hafta bir duyuru yaptı. Şirket, OpenAI ile anlaşma yapan ilk basın kuruluşu olduğunu duyurdu, yani ChatGPT artık bu holdingin yayın akışında kendini geliştirecek. Aynı hafta şirketin CEO'su Mathias Döpfner, Alman Yahudi rapçi Ben Salomo ile birlikte "Özgür Filistin yeni Heil Hitler'dir" başlıklı bir podcast yayınladı ki bu da yarım asır önce Springer Press'in yaptığı hatalı benzetmelere bir yenisini ekledi.
İtalya gibi Almanya'da da 1970'ler "kurşun günleri" olarak anılıyordu. O yılların geri geldiğini görmemek mümkün değil. Ancak bu kez durum daha da kötü. 1970'lerde AfD'nin bir benzeri yoktu. AfD, Angela Merkel'in Avro Bölgesi krizindeki politikalarına karşı kurulan, ordoliberal ekonomistler tarafından oluşturulmuş bir parti ve şimdi İslamofobi ve beyaz ırk dışındakilere yönelik göç karşıtlığını ana söylemi haline getirmiş durumda. Anketler, önümüzdeki hafta ulusal seçimlerin yapılması halinde AfD'nin oyların yaklaşık dörtte birini, yani iktidardaki SPD'den yüzde 6 daha fazla oy alacağını gösteriyor.
Radikal merkez, evleri, okulları, hastaneleri ve arşivleri yerle bir edilen Gazze halkıyla dayanışma işaretlerini ortadan kaldırmaya ve kendisini ateşkese karşı çıkan küçük bir küresel azınlığın içine yerleştirmeye odaklanırken, sağ giderek güçleniyor. Militan demokrasinin mevcut versiyonu, kendi çöküşüne giden yolun açılmasına neden olabilir.
Bu yazı, The New Statesman’da 15 Aralık 2023 tarihinde “Germany’s new years of lead” başlığıyla yayımlanmıştır. Çeviri yapılırken yazının belirli kısımlarında editoryal düzenleme yapılmıştır.