ANALİZ
Orta Doğu Güvenlik Mimarisinin Dönüşümü: İsrail Neden Saldırıyor?
Orta Doğu güvenlik mimarisinde yaşanan köklü değişim, İsrail’in son dönemde iç politikada Filistinlilere, dış politikada ise komşu Arap devletlere karşı baskıcı ve tavizsiz bir politika izlemesine yol açtı.
2010 yılı sonlarında başlayarak tüm Orta Doğu bölgesini saran ve daha sonra Arap Baharı olarak isimlendirilen sokak hareketlerinin başladığı dönemlerde nispeten istikrarlı kalmayı başaran Filistin coğrafyası, 2020’li yıllara doğru ciddi bir istikrarsızlık sürecine girdi. Bu dönemde Filistin coğrafyasında istikrarsızlığa yol açan en temel gelişme hiç şüphesiz İsrail’in iç politikada daha baskıcı, dış politikada daha iddialı ve revizyonist bir politikaya yönelmiş olmasıydı. Son dönemde İsrail iç ve dış politikasında ortaya çıkan bu değişimi yansıtan beş kritik gelişme yaşandı.
İlk olarak; 2018 yılında kabul edilen Yahudi Ulus Devlet Yasası, İsrail’de yaşayan Filistinlilerin Arap ve Filistinli olma halleri kamusal alanda sınırlandırılarak, sivil ve siyasi haklarını önemli ölçüde kısıtlayarak İsrail iç siyasetinde önemli bir dönüşüme yol açtı.
İkinci olarak; 2020 sonrası dönemde İsrail güvenlik güçlerinin Filistinlilere karşı uyguladığı sistematik şiddetin oranı geçmişte benzeri görülmeyen ölçüde arttı. BM’nin İsrail askerlerinin sistematik olarak öldürdüğü Filistinlilerin istatistiğini tutmaya başladığı 2005 yılı sonrası dönem göz önüne alındığında, 2022 yılının Filistinliler için en ölümcül yıl olduğu görülüyor.
Üçüncü olarak; Filistinliler lehine bile olsa zaman zaman nispeten objektif kararlar verebilen İsrail Yüksek Mahkemesi’nin yapısını değiştirmeye yönelik girişimler İsrail iç siyasetinde köklü bir dönüşüme yol açabilecek bir gelişme oldu.
Dördüncü olarak; İsrail’in Batı Şeria’da genişleyen yerleşim politikası ve Netanyahu hükümetinin Oslo Anlaşması’nın ortaya koyduğu ilkelere aykırı olarak Batı Şeria’nın yaklaşık 1/3’ünü teşkil eden Ürdün Vadisi’ni ilhak etme ve Ürdün Vadisi’ndeki Filistin varlığını sonlandırma planları, İsrail iç ve dış politikasında önemli bir dönüşümü simgelemekte.
Son olarak; yaşanan tüm bu gelişmelere ilaveten İsrail’in Ekim ayı itibariyle bir taraftan Gazze ve Batı Şeria’ya diğer taraftan Suriye, Lübnan ve Mısır gibi komşu Arap devletlerine yönelik saldırgan ve revizyonist politikasında önemli bir artış yaşandı.
Bu çalışma, İsrail’in, son dönemde iç politikada Filistinlilere karşı daha baskıcı, dış politikada ise komşu Arap devletlerine karşı daha iddialı ve revizyonist bir politikaya yönelmesinin en önemli gerekçesinin bölge güvenlik mimarisinde yaşanan köklü değişim olduğunu iddia edecektir.
Orta Doğu Güvenlik Mimarisinde Yaşanan Köklü Değişim
Güvenlik mimarisi; sınırları coğrafi olarak tanımlanmış bir bölge için, o bölgenin politik kaygılarının çözümünü kolaylaştıran ve güvenliğe dair hedeflerine ulaştıran, tutarlı ve kapsamlı bir güvenlik yapılanması olarak tanımlanabilir. Orta Doğu güvenlik mimarisi, bölgesel aktörler arasındaki güç, kapasite dağılımı ve küresel aktörlerin bölgeye dönük ilgisi arasında kurulan bağlantı sayesinde teşekkül etmiştir. Yaşanan üç önemli gelişme bölge güvenlik mimarisinde köklü bir değişimi ortaya çıkarmıştır.
Bölgesel güç denkleminde dönüşüm
Bölge güvenlik mimarisinde köklü değişimi başlatan ilk olay 2000 sonrası dönemde Irak, Suriye ve Mısır’ın zayıflayarak bölgesel güç denkleminden çekilmesi. Her üç ülke de tarih boyunca demografik, askeri, kültürel ve entelektüel açıdan Orta Doğu’nun merkezinde yer almış, kalabalık ve gelişmeye müsait insan kaynağına ve giderek daha da artan eğitimli ve kabiliyetli bir nüfusa sahip. Her üç ülke de hem İslam öncesi dönemde hem de İslami dönemde bölgede liderlik rolü oynamış ve engin bir askeri tecrübeye sahip. Yakın dönemde Sosyalist Arap Milliyetçiliği/Baas ideolojisi üzerinden bölgede liderlik iddiasında bulunan bu ülkelerden Mısır ve Suriye, İsrail’e karşı yapılan savaşlarda hep ön cephede yer almış ve 1948, 1956, 1967, 1973 gibi tarihlerde gerçekleşen Arap-İsrail savaşlarında büyük bedeller ödemiş ülkeler. Dolayısıyla her üç ülkenin de ana ulusal düşmanı İsrail.
2003 yılındaki ABD işgalini takip eden süreçte Irak’ın içine düştüğü istikrarsızlık ülkenin içe kapanarak bölgesel meselelerden uzaklaşmasına yol açmıştı. 2010’lu yıllarda ABD’nin çekilmesiyle İran nüfuzuna düşen ülke Şii-Sünni çatışması üzerinden İran ve Suudi Arabistan arasında yaşanan vekâlet savaşlarının alanına dönüştü. 2010’lu yıllarda Kürtler’in ayrılıkçı iddiaları ile uğraşmak zorunda kalan ülkede, İŞİD’in 2014 yılında Musul’u işgal etmesiyle gerilim ve istikrarsızlık zirve noktasına ulaşmıştı.
2010 yılında başlayan sokak hareketleriyle Mısır ve Suriye ciddi bir istikrarsızlık sarmalına düştü. Suriye’de Beşşar Esat rejiminin sokak gösterilerine askeri güçle müdahalesi ülkeyi on yılı aşkın bir süredir devam eden iç savaş ve istikrarsızlık ortamına çekildi. Bu süreçte ayakta kalabilmek ve isyanı bastırabilmek için Rusya ve İran’a dayanmak zorunda kalan Esat rejimi, uzayan iç savaş neticesinde zayıflamış, içe kapanarak bölgesel meselelere olan ilgisini kaybetti.
Arap Baharı sürecinde Mısır’ın da siyasi ve ekonomik istikrarı ciddi bir yara aldı. 2013 yılında Müslüman Kardeşler iktidarına karşı gerçekleştirilen askeri darbe sonrası ülke ciddi bir istikrarsızlık dönemine girdi. Arap Baharı sürecinde Yemen ve Libya gibi ülkelerde ortaya çıkan iç savaş, Sudan’ın yaşadığı bölünme ve Etiyopya’nın inşa ettiği Rönesans Barajı Mısır’ın dikkatini bu alanlara yöneltmesine yol açtı. Bu süreçte ekonomik olarak da oldukça zor bir döneme giren Mısır, Körfez ülkelerinin sağladığı cömert yardımlar sayesinde siyasi ve ekonomik istikrarını korumaya çalıştı. Yaşanan tüm bu gelişmeler Mısır’ın bölgesel siyasetteki merkezi rolünün zayıflamasıyla sonuçlandı.
2000 sonrası dönemde ortaya çıkan bu bölgesel istikrarsızlıklar Arap devletlerini kendi iç işleriyle meşgul etmiş ve bu nedenle Arap siyasetçiler Filistin sorununa olan ilgilerini kaybetmişlerdir. Bu dönemde Suriye, Libya ve Yemen’de yaşanan iç savaşlar sonrası ortaya çıkan zayıf ve çökmüş devlet sistemleri, bölge genlinde İŞİD’in yükselişinin yol açtığı tehditler, İran’ın artan politik ve ideolojik nüfuzunun muhafazakâr rejimlerde yol açtığı tehdit sonrası genişleyen Sünni-Şii mezhepsel gerilimi ve İran ve Suudi Arabistan arasında derinleşen vekâlet savaşları gibi konular Arap siyasetçiler nezdinde Filistin sorununun önüne geçmiştir.
Reformcu İslamcılık düşüncesinin zayıflaması
Bölge güvenlik mimarisin etkileyen gelişmelerin ikincisini; Filistin meselesine kitlesel destek ve yüksek kamuoyu duyarlılığı uyandırma kabiliyetine sahip Müslüman Kardeşler’in temsil ettiği “Reformcu İslamcılık” düşüncesinin zayıflamasına karşılık “Statükocu İslamcılık” düşüncesinin güçlenmesi oluşturuyor. Müslüman Kardeşler hareketinin liderlik ettiği Reformcu İslamcılık düşüncesi, yaklaşık bir asır boyunca hem Orta Doğu devletleri ve toplumları hem de Batı kamuoyu nezdinde Filistin meselesini ve Filistinlilerin yaşadığı mağduriyeti güçlü bir biçimde gündemde tutmayı başarmıştı. Bölge genelinde Müslüman Kardeşlerin öncülük ettiği Reformcu İslamcılık düşüncesi, Arap Baharı sürecinde Mısır, Suriye ve Tunus gibi ülkelerde politik değişim taleplerine de liderlik etti. Liderliğini Suudilerin yaptığı “Statükocu İslamcılık” düşüncesi ise her türlü değişim taleplerini fitne olarak tanımlayarak politik değişim taleplerine karşı koyan bir pozisyon sergiledi.
Arap Baharı sürecinde Suriye’de beklenen değişimin gerçekleşmemesi, Mısır’da 2013 yılında yaşanan askeri darbe sonucu ve Tunus’ta 2021 yılında yaşanan kriz sonrası Müslüman Kardeşlerle iltisaklı yapıların yönetimden dışlanması Reformcu İslamcı düşüncenin başarısızlığı olarak kabul edildi. Uzun yıllar Filistin meselesine kitlesel destek ve yüksek kamuoyu duyarlılığı uyandıran, Orta Doğu ve İslam dünyasında değişim taleplerine en yüksek toplumsal zemini teşkil eden bu örgütleyici ideolojinin Arap Baharı sürecinde anlamlı bir başarı elde edememesi, kitlelerin gözünde Müslüman Kardeşler hareketini ve hareketin liderlik ettiği Reformcu İslamcı düşüncenin itibarını zayıflattı. Başta Suudi Arabistan olmak üzere bazı ülkelerin Hareket’i terör örgütü olarak tanımlaması ve ABD gibi küresel güçlerin Hareket üzerinde kurduğu baskı da “Reformcu İslamcı” düşüncenin “Statükocu İslamcı” düşünce karşısında zayıflamasında önemli bir rol oynayacaktı.
Bölgesel çapta popüler İslami düşüncede meydana gelen bu önemli değişimin Filistin meselesindeki en önemli sonuçlarından birisi İsrail karşıtı bloğun toplumsal tabanının zayıflaması oldu. Filistin sorununa kitlesel destek sağlayan ve yüksek kamuoyu ilgisi uyandıran Müslüman Kardeşler hareketinin zayıflamasıyla, yukarıda sayılan gerekçelerle Arap siyasetçiler nezdinde, Filistin sorununa olan ilgisizlik Arap kamuoyu tarafından da paylaşılmaya başlandı.
Körfez ülkelerinin yükselen siyasi profili
Bölge güvenlik mimarisini etkileyen gelişmelerin sonuncusu; Arap Baharı sürecini ciddi bir hasar almadan atlatan Suudi Arabistan ve BAE gibi Körfez ülkelerinin bölgesel ve küresel siyasette yükselen profili oldu. Tüm bölgenin sokak hareketleriyle sarsıldığı siyasal istikrarsızlık atmosferinde hidrokarbon ticaretinden elde ettikleri büyük paralar ve uluslararası destek sayesinde nispeten sakin kalan bu ülkeler, Arap Baharı sürecini hasarsız atlatmayı başardı. Hatta son yirmi yıl boyunca yüksek seyreden petrol fiyatları sebebiyle önemli bir ekonomik güce de kavuştu.
2000’li yılların başlarından itibaren Orta Doğu bölgesinde yaşanan tüm bu gelişmeler neticesinde Orta Doğu’nun ağırlık merkezi ekonomik olarak bir “dev” olsa da askeri olarak “cüce” olan Körfez ülkelerine kaydı. Bu süreçte BAE ve Suudi Arabistan başta Filistin meselesi olmak üzere bölgesel meselelerde liderlik rolü oynamaya başladı. Irak, Suriye ve Mısır’ın aksine askeri kabiliyet ve kapasite, demografik avantajlar, kültürel ve tarihsel tecrübe konusunda son derece yetersiz olan BAE-Suudi ekseninin başta Filistin sorunu olmak üzere bölgesel meselelere liderlik rolü oynamaları, bölge siyasetini önemli bir dönüşüme uğratacaktı.
Orta Doğu Güvenlik Mimarisinin Değişiminin İsrail İç ve Dış Politikasına Etkileri
2000’li yılların başlarından itibaren bölgede askeri sahada İsrail’i dengeleyebilecek/sınırlayabilecek Suriye, Irak ve Mısır gibi aktörlerin zayıflaması ve Filistin meselesine yüksek kamuoyu duyarlılığı sağlayan örgütleyici ideoloji Reformcu İslamcılık düşüncesinin gerilemesi İsrail’in iç politikada Filistinlilere, dış politikada ise komşu Arap devletlerine karşı elini güçlendiren bir sonuç üretti. Bu süreçte BAE ve Suudi Arabistan gibi aktörlerin bölgesel meselelerde artan nüfuzu da İsrail’in sayılan alanlarda elini güçlendiren başka bir faktör oldu.
“Reformcu İslamcılık” düşüncesinin zayıflamasına karşın “Statükocu İslamcılık” düşüncesinin yükselişinin ve Suriye, Irak ve Mısır’ın zayıflamasına karşın BAE ve Suudi Arabistan’ın bölgesel liderlik iddialarının ön plana çıkmasının yol açtığı Orta Doğu güvenlik mimarisindeki değişim, İsrail açısından iki temel sonuç ortaya çıkardı. İlk olarak İsrail yerine İran’a odaklanmaya yol açan tehdit algısının değişimi ve ikinci olarak askeri kabiliyet ve kapasite yerine ekonomik araçların ön plana çıktığı dış politikanın yol açtığı güç dengesinde yaşanan değişim. Her iki sonuç da İsrail’in son dönemdeki iç ve dış politikasını önemli ölçüde etkileyecekti.
İlk olarak Suriye, Irak ve Mısır’ın zayıflamasına karşın BAE ve Suudi Arabistan’ın güçlendiği bölgesel düzenin İsrail açısından ortaya çıkardığı en önemli sonuç, bölgedeki istikrarsızlığın ve tehdidin kaynağına dair bakışın değişmesi oldu. Suriye, Irak ve Mısır açısından ana ulusal düşman ve bölgesel istikrarsızlığın kaynağı İsrail iken BAE ve Suudi Arabistan açısından ana ulusal düşman ve bölgesel istikrarsızlığın kaynağı İran’dı. BAE ve Suudi Arabistan açısından ise bölge genelindeki Şiiler üzerinde kurduğu ideolojik ve politik nüfuz sayesinde devrim ihracı politikası takip eden İran, en büyük düşman ve bölgesel istikrarsızlıkların kaynağı olarak görülmekteydi.
İsrail’den tehdit algılayan aktörlerin bölgesel meselelerdeki zayıflayan pozisyonuna karşın İran’dan tehdit algılayan aktörlerin bölgesel meselelerde yükselen profili İsrail’in elini güçlendiren bir sonuç üretti. Hatta İran’ın bölgede genişleyen politik ve ideolojik nüfuzu, İsrail ve BAE-Suudi Arabistan gibi aktörlerin İran’dan algıladığı tehdidin örtüşmesine yol açtı. Ortak tehdit algısı, İsrail ile BAE- Suudi Arabistan arasında son dönemde örtülü bir ittifakın ortaya çıkmasıyla da sonuçlandı. 2019 yılında Polonya’nın başkenti Varşova’da Körfez ve İsrail dışişleri bakanlarının da katıldığı bir konferansta Bahreyn Dışişleri Bakanı Ahmed el Halife’nin; “Çocukluğumuzdan beri İsrail-Filistin ihtilafının en önemli sorun olduğunu, öyle ya da böyle bunun çözülmesi gerektiğini dillendiriyoruz ancak geldiğimiz noktada çok büyük bir meydan okumayla karşı karşıya olduğumuzu gördük. O da modern tarihimizin en tehlikeli meydan okuması olan İran İslam Cumhuriyeti'dir. Dolayısıyla hâlihazırda İran tehdidi ile mücadele Filistin davasından daha önemlidir” şeklindeki sözleri bu kanaati açıkça desteklemekte.
İkinci olarak Suriye, Irak ve Mısır gibi aktörlerin zayıflamasına karşın BAE ve Suudi Arabistan’ın bölgesel meselelerdeki etkinliğinin artırışı İsrail karşısındaki güç dengesini de değiştirdi. Zira Suriye, Irak ve Mısır gibi aktörler İsrail’i askeri sahada dengeleyebilme/sınırlayabilme kabiliyetine sahipken, BAE ve Suudi Arabistan askeri kabiliyet ve kapasite açısından İsrail karşısında oldukça zayıf bir konuma sahip. Dış politikadaki hedeflerini elde etmek için çoğunlukla hidrokarbon ihracatından elde ettikleri petro- dolarlara (çek defterine) güvenen BAE ve Suudi Arabistan’ın İsrail’i askeri sahada dengeleyebilme/sınırlayabilme kabiliyet ve kapasitesi yok. Çözümü askeri güç ve kapasiteye dayanan hiçbir bölgesel meselede varlık gösterebilme kabiliyetine sahip olmayan BAE ve Suudi Arabistan’ın en güçlü silahı olan petro-dolarların ise dış politikada her zaman başarıyı garanti etmediği bilinen bir gerçek. Hatta bu ülkelerin içeriden ve dışarıdan algıladıkları tehdidi dengelemek için ABD ve İsrail’in askeri kapasitesine güvenmek durumunda kalmaları İsrail karşısında bu ülkeleri iyice zayıflatıyor.
Bölgedeki askeri güç dengesinde meydana gelen değişme ilaveten ideolojik sahada yaşana değişim de İsrail’in elini güçlendirdi. Başta Mısır, Suriye olmak üzer tüm Orta Doğu bölgesine İsrail karşıtı bloğu örgütleyen ve Filistin Meselesine kitlesel destek sağlayan “Reformcu İslamcılık” düşüncesinin zayıflamasıyla Filistin meselesi kamuoyu desteğini yitirdi. İçeride Filistin meselesine yönelik kamuoyu desteğinin zayıflamasıyla bölge ülkelerinin İsrail karşısındaki politikaları da değişime uğradı. Çünkü uzun yıllar boyunca bölgedeki rejimlerin toplumsal meşruiyet tabanlarını genişletmelerinde İsrail karşıtı ve Filistin yanlısı bir politika takip etmeleri önemli bir rol oynamıştı. Filistin meselesinde sergilenen duyarlılık ve İsrail karşıtı politikalar bölgedeki otokratik rejimlerin içerideki meşruiyet tabanlarının genişlemesini sağlamıştı. İçinde bulunduğumuz dönemde Arap kamuoyunda Filistin meselesine olan ilgide yaşanan azalma bölgedeki rejimleri İsrail karşıtı politikalarını zayıflatmıştı. 2020 yılında İsrail ile BAE, Bahreyn arasında imzalanan İbrahim Anlaşmaları Arap kamuoyunda ve liderler düzeyinde Filistin meselesinin öneminin azaldığını göstermesi açısından oldukça önemli. Bölge genelinde güçlenen Statükocu İslamcılık düşüncesi açısından İsrail’in yerine İran’ı ve Şiiliği varoluşsal düşman olarak addetmesi bölgedeki siyasi elitlerin İsrail’le yakınlaşmasını kolaylaştıran bir işlev gördü.
Son yirmi yılda Orta Doğu’da yaşanan gelişmeler önemli ölçüde İsrail’in düşmanı olan ve İsrail’i askeri alanda dengeleyebilme/sınırlayabilme kabiliyet ve kapasitesine sahip aktörlerin zayıflamasıyla sonuçlandı. Buna karşın zayıf devlet yapıları sebebiyle rejimlerine yönelik tehditleri dengelemek için ABD ve İsrail’e dayanmak durumunda kalan ve dış politikada en güçlü silahları ekonomik araçlar olan Körfez ülkelerinin bölge siyasetindeki ağırlıkları hiç olmadığı kadar artış gösterdi. Tüm bu yaşananlara ilaveten, Orta Doğu bölgesinde İsrail karşıtı bloğun oluşumuna kitlesel kamuoyu desteği sağlayarak bölgedeki rejimleri İsrail’i caydırma/sınırlama konusunda baskılayan “Reformcu İslamcılık” düşüncesinin son dönemde zayıflamasına karşın “Statükocu İslamcılık” düşüncesinin güçlendiği bir siyasal atmosferin ortaya çıkması, Arap kamuoyunda ve siyasi elitlerde Filistin meselesine olan desteğin azalmasıyla sonuçlandı. Bölge güvenlik mimarisinin yaşadığı bu dönüşüm, İsrail'in Filistin, Suriye, Mısır ve Lübnan gibi komşu Arap devletlere yönelik politikasının daha saldırgan hale gelmesine yol açtı. Sonuçta İsrail, Filistin Meselesinde herhangi önemli bir taviz verme konusunda son derece isteksiz davranmaya başladı.
------------------------------------------------------------
NOT: Bu metin, yazarın Liberal Düşünce dergisinde yayınlanan “Orta Doğu Güvenlik Mimarisinde Yaşanan Değişimin İsrail Siyasetine Etkileri” başlıklı makalesinden özetlenerek hazırlanmıştır. Bkz. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/3280661
Mardin Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü başkanıdır.