ANALİZ
Çin Otoriterizmi Nasıl İhraç Ediyor?
Pekin'in sahip olduğu para ve teknoloji, dünya genelinde küresel bir baskıyı besliyor.
ÇİN LİDERİ Xi Jinping, temmuz ayında üst düzey Çin Komünist Partisi (ÇKP) yetkililerine yaptığı konuşmada, Çin'in partinin başarı “hikayesini” dünyanın geri kalanıyla paylaşmak için daha fazlasını yapması gerektiğini açıkladı. Xi hem ülkenin hem de partinin uluslararası etkisini artırmak için Çinli yetkililerin yurtdışında Çin'in otoriter yönetim modelinin erdemlerini yüceltmeleri gerektiğini vurguladı.
Bazı analistler, Çin'in hakim demokratik normlar için ideolojik bir tehdit oluşturmadığını ve ÇKP'nin kendi ideolojisini ihraç etmediğini iddia etmeye devam etse de, ÇKP'nin otoriter yönetim biçimini dünya üzerinde liberal olmayan aktörlere teşvik etme konusunda siyasi bir hamle yaptığı aşikar. Partinin amacı Marksizmi yaymak veya bireysel demokrasilerin altını oymak değil, daha çok siyasi ve ekonomik üstünlüğü elde etmek. Ve bu yöndeki çabaları (ki bu çabalar, propagandayı yaymak, bilgi operasyonlarını genişletmek, ekonomik nüfuzu pekiştirmek ve yabancı siyasi sistemlere müdahale etmek şeklinde özetlenebilir) ülkeler içinde ve ülkeler arasında demokratik kurum ve normların içini boşaltıyor. (…)
“Rejim seçme hakkı”
Pekin, yabancı toplumlara Marksist-Leninist bir ideolojiyi empoze etmekten çok, oralarda kendi otoriter sistemini meşrulaştırmaya ve teşvik etmeye çalışıyor. ÇKP ideolojik uyumluluk değil, Çin ve kendisi için güç, güvenlik ve küresel etki arıyor. (…) Xi, Çin'in liberal olmayan yönetim modelini sözde Batılı siyasi sistemlere göre daha üstün gördüğünü ve bu “Çin bilgeliğini” “insanlığa bir katkı” olarak dünya genelinde yaygınlaştırmaya çalıştığını açıkça belirtti.
Xi ve diğer Çinli liderler, sık sık Çin'in ekonomik başarısını, refaha giden yolun artık liberal demokrasiden geçmediğinin kanıtı olarak gösteriyor. Xi'nin 2017'deki 19. Parti Kongresi'nde belirttiği gibi, Çin modeli, demokratikleşmeye yönelik dış baskılara boyun eğmeden, “bağımsızlıklarını korurken aynı zamanda kalkınmalarını hızlandırmak isteyen ülkeler ve uluslar için yeni bir seçenek” sunuyor. Bu mesaj, halkının taleplerine cevap vermeden ekonomik başarıya ulaşmayı umut eden liderler için oldukça çekici. Çinli yetkililer artık, demokratik ya da otoriter, ulusların siyasi sistemlerini seçme “hakkından” ve demokrasinin tercih edilebilir tek seçenek olduğunu varsayan ABD gibi ülkelerin kibrinden söz ediyor.
Ülkelerin demokratik olmayan rejimler tarafından yönetilme hakkını savunmak, Sovyetler Birliği'nin Soğuk Savaş sırasında yaptığı gibi, dünya çapında zorla otokratik yönetimler kurmaktan farklı bir durum. Ancak ÇKP'nin otoriter rejimleri üstün bir yönetim modeli olarak giderek daha fazla teşvik etmesi, özellikle Çin'in dünya genelinde otoriter rejimleri destekleyen, demokratik rejimleri zayıflatan ekonomik ve politik önlemleri ile birleştiğinde, demokrasiye meydan okuma konusunda Sovyetlerden geri kalır tarafı yok.
Rejim ihracı için ticari araçlar
Çin'in demokrasinin düşüşüne yönelik uluslararası çabaları üç geniş kategoride şekilleniyor. Bunlardan ilki, gelişmiş ülkelerde, Çin’le ilgili söylemi şekillendirme girişimlerini içeriyor. Kanada ve Almanya'dan Avustralya ve Japonya'ya kadar uzanan ülkelerde Pekin, bir yandan Çin'e yönelik eleştirilerin önünü kesmeyi; diğer yandan Çin'in daha olumlu tasvirini veya Pekin’le daha yakın ilişkileri destekleyen kişi ve kurumların seslerini güçlendirmeyi amaçlıyor. Pekin bu amaçla hem tehdit hem de teşvik yöntemini kullanıyor. Olumlu söylemleri ödüllendirirken eleştirileri cezalandırıyor. Çin'in İsveç büyükelçisinin 2019'da işaret ettiği gibi, "Dostlarımıza kaliteli şarap ikram ediyoruz, ancak düşmanlarımız için pompalı tüfeklerimiz var."
Çin, dost hükümetlere, akademik kurumlara ve işletmelere tercihli pazar erişimi sunuyor. Ancak Çin'in çıkarlarına düşman olarak gördüklerine karşı ise mali olarak misilleme yapıyor. Aynı zamanda Çinli muhalifleri ve ailelerini tehdit ediyor, yurtdışındaki Çinli öğrencileri izliyor, Pekin'e karşı saldırgan sayılan akademik söylemleri bertaraf ermeye çalışıyor. Ayrıca yabancıların Çin’le ilgili eğitim süreçlerini kontrol etmeye çabalıyor. Pekin ayrıca yabancı medya ayak izini genişletmeye, yurtdışında Çince yayın yapan medyayı kontrol etmeye ve Çin diasporasını, Çin’in çıkarlarını tehdit ettiğini düşündüğü partilere veya adaylara karşı yönlendirmeye çalışıyor. Hepsi birlikte ele alındığında, bu eylemler dünya genelinde Çin algısını biçimlendirmek, anlatmak ve nihayetinde kontrol etmek için kapsamlı bir strateji oluşturuyor.
Çin’in demokrasiyi zayıflatmaya yönelik eylemlerinin ikinci kategorisi, gelişmekte olan ülkelerde gerçekleşiyor. Çin'in siyasi ve ekonomik baskısının ve “kurt savaşçı” diplomasisinin artan bir tepkiye yol açtığı gelişmiş dünyanın aksine, Pekin, yöneticileri Çin'in dünyanın en büyük ikinci ekonomisi olmasını sağlayan bir siyasi sistemden faydalanmaya hevesli birçok gelişmekte olan ülkede hayli sıcak bir şekilde karşılanıyor. Pekin, giderek artan sayıda kırılgan demokrasilerde, küçük seçkinler zümresini kontrolü altına alıyor. Onları sivil toplumun taleplerinden yalıtarak gücü merkezileştirmelerine yardımcı oluyor. Bu noktada seçkinlerin vatandaşları baskılamalarını ve iktidarı süresiz olarak korumalarını sağlamak üzere bu ülkelere Çin teknolojisini konuşlandırıyor. ÇKP dünya genelinde otoriterliği, bazı analistlerin iddia ettiği gibi Marksist ideoloji üzerine seminerler düzenleyerek değil, geniş bir antidemokratik uygulamalar yelpazesi aracılığıyla ihraç ediyor.
Çin bunu elbette ideolojisini yayma arzusundan ziyade nüfuzunu ve ekonomik avantajını genişletme arzusuyla yapıyor. Tercih ettiği ortaklar (…) daha çok, yetkililer, iş dünyası liderleri, medya devleri ve iktidarı azınlığın elinde toplayarak çoğunluğu dışlayan, demokratik olmayan bir yönetim modelinin benimsenmesini uzun vadeli bir etki yolu olarak gören diğerleri. Bu antidemokratik çevrelere yönelik tercih, Çin'in şeffaf olmayan yatırım uygulamalarıyla birleştiğinde, Çin bankaları ve devlete ait işletmeler arasında yapılan kapalı anlaşmalar, kişisel çıkarları için ülkelerinin uzun vadeli varlığını baltalama konusunda fazlasıyla hevesli bir siyasi seçkinler sınıfını daha fazla cesaretlendirirken demokratik kurumları daha fazla aşındırıyor.
Çin, demokratik olmayan bir yönetişim modeli için basit bir ilhamdan fazlasını sunuyor: Gelişmekte olan ülkelerde liderlerin, demokratik ülkeler tarafından yardım ve yatırım için ön koşul olarak sunulan iyi yönetişim ve bireysel haklara saygı kriterlerini görmezden gelmelerine fırsat veren araç, eğitim ve kaynakları sağlıyor. ÇKP, yabancı yetkililer için kamuoyunu nasıl yönlendirecekleri, sivil toplumu nasıl kontrol edecekleri ve Çin tarzı siber güvenlik politikalarını kendi ülkelerinde nasıl uygulayacakları konusunda düzenli olarak büyük ölçekli eğitim programları yürütüyor. Giderek artan sayıda ülke, sosyal medyayı kontrol yasalarını uygulamak veya Çin'in “Büyük Güvenlik Duvarı”nı model alan internet güvenlik duvarları inşa etmek üzere Çin'den ilham alıyor. Çin ayrıca, yerleşik otoriter ve kırılgan demokratik hükümetlere, muhalefeti daha sıkı bastırmaları ve kendi vatandaşlarını kontrol edebilmeleri için, giderek daha karmaşık gözetim teknolojileri ve iç güvenlik eğitimleri sunuyor. Uganda ve Zambiya gibi ülkelerde, ÇKP'ye bağlı kuruluşlar, teknoloji ve eğitimi otokratik ve otokratik eğilimli hükümetlerle paylaşarak bu hükümetlerin vatandaşları izlemelerine, medyayı ve sivil toplumu kontrol etmelerine ve sert internet kuralları geliştirmelerine imkan sunuyor.
ÇKP ayrıca, Çin dostu politikacıları ve politikaları desteklemek üzere ülkelerin siyasi süreçlerine doğrudan müdahale ediyor. Ayrıca Çin'in uluslararası varlığına yönelik olumsuz yaklaşımları engellemek ve yerel seçkinlerle bağlantılarını muhafaza edebilmek üzere yerel sivil gruplar ve gazetecilerle iş birliği yaparak açık bir siyasi müdahalede bulunuyor. Bu çabalar, demokrasileri veya diğer farklı rejimleri devirmeyi değil, ülkede kimin iktidarda olduğuna bakılmaksızın Çin dostu politikaların ve yatırım ortamlarının hüküm sürmesini sağlamaya yardımcı olmayı amaçlıyor. Bununla birlikte, bu tür çabalar liderlerin vatandaşlarına karşı hesap verme sorumluluğunu aşındırıyor; medyanın, sivil toplumun bağımsızlığını zayıflatıyor. Nihayetinde bu çabalar, oyun alanını, Çin yönetim modelinin temel unsurlarını ülkelerinin siyasi sistemlerine ithal etmek isteyen, illiberal liderlerin lehine düzenliyor. (…)
ÇKP'nin başarılı yönetim vizyonunun, bağımsız bir sivil toplum veya sağlıklı muhalefet gibi devlet gücü üzerinde bağımsız kontrol mekanizmalarına yer olmaması şaşırtıcı olmamalıdır. Pekin'in sattığı ve giderek daha fazla ülkenin satın aldığı modelde, muhalefet bireysel çıkarların meşru bir ifadesi değil, kolektif ulus inşa etme çabalarını sabote etme girişimidir. Başka bir ifadeyle muhalefet, bir siyasal katılım değil, devletin yıkımıdır. Bu fikirlerin giderek artan sayıda gelişmekte olan ülkede popülerleşmesi, ÇKP'nin, (demokratik veya otoriter) çoklu yönetim modellerinin eşit derecede meşru siyasi tercihler olarak görüldüğü yeni bir küresel düzen vizyonunu gerçekleştirmesine yardımcı oluyor.
Uluslararası antidemokratik eylemlerin son kategorisi, demokratik normları aşılayan uluslararası kurumları zayıflatmayı ve demokratik olmayan yenilerini yaratmayı, böylece mevcut küresel düzende hüküm süren liberal varsayımları etkisiz hale getirmeyi içeriyor. Çin, BM kurumlarındaki nüfuzunu pekiştirerek elde ettiği nüfuzu, Çin öncelikleriyle kurumsal uyumu sağlamak için kullanıyor. Örneğin, vatandaşları kontrol altına almak için teknolojinin otoriter kullanımını kolaylaştıran politikaları teşvik etmek için Uluslararası Telekomünikasyon Birliği'ndeki yetkisini kullanıyor. Pekin'in, Çin'in büyük bir güç olarak ortaya çıkmasının önünde bir engel olarak gördüğü mevcut liberal düzeni devirme çabaları emsalsiz. Çin, kendi ideolojik kavramlarını ve dış politika stratejilerini, uluslararası konsensüs beyanlarına yerleştiriyor. Bunu da daha küresel nitelikli değerlerin yerine “kalkınma hakkı” ve “internet egemenliği” gibi Çin kavramlarını koyarak yapıyor. Aynı zamanda, kendi insan hakları görüşünü de uluslararası topluma empoze etmeye çalışıyor. Çin’in bu insan hakları görüşü, hükümetlerin, sözde olağanüstü yerel koşullara atıfla bireysel veya azınlık haklarını göz ardı etmeyi haklılaştıran; medeni veya siyasi hakları sözde ekonomik ve sosyal haklar karşısında ikincilleştiren bir çerçeveye sahiptir.
Bütün bu husular ele alındığında, Pekin'in liberal olmayan çabaları gelişmiş dünyada, gelişmekte olan dünyada ve uluslararası kurumlarda demokrasinin altını oyuyor, dünyanın yönetildiği normlara, kurallara ve etik değerlere bir meydan okuma anlamına geliyor. (…). Sonuçta demokratik olmayan rejimler, nüfuslarına karşı daha az sorumlu olacak; bireysel haklara daha az bağlı olacak; demokratik normları ve evrensel değerleri destekleyen uluslararası kurumlara karşı daha az sorumluluk duyacak; bilgiyi kontrol etmeye ve bastırmaya daha fazla kendini adamış olacak. Kısacası, Pekin dünyayı kendi imajına göre yeniden şekillendirmeye çalışmıyorsa şayet, o zaman dünyayı kendi çıkarlarına daha uyumlu hale getirmeye ve genel olarak otoriterliğin yükselişine daha fazla sıcak bakmaya çalışıyor.
Çözüm var mı?
ÇKP'nin demokrasiye meydan okuması, dünya üzerinde bulunan savunmasız ülkelerdeki demokratik kurumları desteklemek için uyumlu ve iyi kaynaklara sahip bir çaba gerektirir. Bu çaba, bağımsız medya ve sivil toplum desteğine, kararlı bir yolsuzlukla mücadele ve kara para aklamayla mücadele önlemlerine, kapalı dijital alanlara nüfuz edebilen, siyasi süreçlere şeffaflık kazandıran teknolojilere yapılan yatırımlara öncelik vermeyi gerektirir. Amerika Birleşik Devletleri ve müttefiklerinin, Çin'in sattığı otokratik teknolojilere ve koşullu kredi limitlerine demokratik alternatifler sunmak için de çalışması gerekir. Biden yönetiminin, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi'ne karşı koymaya yardımcı olacak düşük ve orta gelirli ülkelerde altyapı geliştirmeyi amaçlayan bir G-7 projesi olan Daha İyi Bir Dünyayı İnşa Et girişimi, doğru yönde atılmış önemli bir adım olabilir. Ancak demokratik uluslar, dünya çapında savunmasız demokrasileri toplu olarak güçlendirmek için daha fazlasını yapabilir ve yapmalıdır.
Charles Edel ve David O. Shullman tarafından kaleme alınan bu yazı 16 Eylül 2021 tarihinde Foreign Affairs dergisinde yayımlandı. Kısaltılarak sunulan çeviride editoryal düzenleme yapılmıştır.