×
KÜRESEL

ANALİZ

Bir Ulusal Güvenlik Meselesi Olarak Uzay Çalışmaları: Uzay 2.0 ve Yeni Uzay Teknolojileri

Bugün uzay ve uzay çalışmalarını stratejik hale getiren temel etken, uzay / uydu teknolojilerinin altık devletler için bir ulusal güvenlik bileşeni haline gelmesi ve sınır ötesi her türlü bilgi ve iletişim etkinliği için yüksek bir kapasitesi sağlamasıdır.
YENİ DÜNYA denilen topraklar keşfedilirken dünya nasıl bir çalkantı yaşadı?
 
Amerika Kıtası’ndaki üç medeniyet % 90 yok oldu, büyük göç akınları gerçekleşti, ekonomik havzalar başkalaştı, melez toplumlar üredi, 1900’den bu yanan dünyayı yöneten ABD ortaya çıktı.
 
Şimdi uzayın derinlikleri keşfediliyor. “Ulus”lar arası düzen neredeyse “galaksi”ler arası versiyona sinyal çekiyor. Açıklanmayan çalışmaları var devletlerin ve bu büyük meraklar uyandırıyor.
 
Bu dönemde uzayın fonksiyonları, güç savaşları, yeni teknolojiler; sürecin temel anlamlarını vurguluyor. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yeni bir siyasal rekabet alanı olarak değerlendirilen Uzay 1.0 dönemi tecrübeleri sonunda, günümüzde bambaşka uzay teknolojileri var ve bunlar geleceği belirleyecek. 
 
Artık uluslararası ilişkilerde devletlerin rekabet içinde olduğu alanlar kara, deniz, deniz altı, hava ve son olarak uzayın eklenmesiyle toplamda beş başlık mevcut. 
 
Silah teknolojisinde yaşanan yeni gelişmeler, askeri gücün türlerinin önemini vurguluyor. Örneğin, yapay zekâ ve otonom silah sistemlerinin gelişmesi sonucunda, üç temel savaş aracı olan tank, gemi ve uçakların etkinliklerinin azalacağı ve savaş kültürünün değişeceği öngörülüyor.
 
Bu sebeple bu çalışma, devletlerin, dünya üzerinde kara, deniz ve hava alanlarını kontrol edebilmesi için uzay alanında üstünlük sağlaması gerektiği tezini savunuyor. Bu makalede yine örneğin neden askeri bir güç olarak uzay alanının stratejik olarak diğer askeri güç alanları olan kara, deniz, hava alanlarından daha önemli olduğu soruluyor. 
 
Bu minvalde, küresel güçler ABD, Çin ve Rusya tarafından geliştirilen uzay silahlarının ne düzeylerde olduğu hangi tarafın uzay teknolojilerinde daha önde olduğu konusu tartışılıyor. 
 
*** 
Uzay Rekabetinin Başlangıcı ve Yaşanan Dönüşüm 
 
Uzay ve uydu teknolojilerinin devletler için öneminin artması ve askeri olarak bir rekabet alanına dönüşme süreci iki döneme ayrılarak incelenebilir. İlk dönemde, uzay teknolojilerinin gelişimi, ABD ve Sovyetler Birliği arasında soğuk savaş döneminde yaşanan rekabete dayanmaktadır. Bu dönemde insanlığın ilk yapay uydusu olan Sputnik – 1, 1957 yılında Sovyetler Birliği (SB) tarafından uzaya gönderilmiş ve yine Sovyetler tarafından uzaya gönderilen Vostok uzay aracıyla Yuri Gagarin 1961 yılında dünya yörüngesinde tur atmayı başarmıştır. Bu dönemde, SB’nin hamlelerini izleyen ABD ise ilk defa özgün bir adım atarak, 1969 yılında dünyanın kendi uydusu olan Ay’a insan göndermeyi başarmış ve uzay teknolojileri alanında Sovyetlerin önüne geçmeyi başarmıştır. Dönem boyunca uzay alanını süper güçler için önemli yapan stratejik neden ise nükleer başlıkları olan kıtalararası balistik füzelerin gönderilebilmesine imkân tanımasıydı. Buna göre, kıtalararası yolculuk yapabilecek olan bir nükleer başlıklı füze, atmosferin dışına çıkarak uzay alanında oldukça kısa bir zaman diliminde süper güçlerin birbirlerini doğrudan vurabilmesine olanak tanımaktaydı. 1970’li yıllarda soğuk savaşın yumuşama dönemine girmesinin ardından 1970’li yılların sonlarından itibaren uzay teknolojileri tekrar önem kazanmaya başlamıştır. Bu dönem içinde, ABD başkanı Ronald Reagan’ın açıkladığı Yıldız Savaşları projesi olarak bilinen “Stratejik Savunma Girişimi” kapsamında Washington, nükleer başlıklı kıtalararası füzeleri uzay ortamında imha etme imkânı tanıyan teknolojiyi geliştirdiklerini ilan etmiştir. ABD tarafından açıklanan bu projenin oldukça yüksek bir maliyeti olması ekonomik açıdan zor durumda olan Sovyetler Birliği’nin siyasal ve toplumsal olarak daha da zayıflamasına yol açmış ve birliğin dağılmasına neden olacak sürece neden olmuştur. 
 
Soğuk savaş sonrası dönemin bir önceki dönemden iki temel farkının olduğu ifade edilebilir. Birincisi Çin, ABD ve Rusya’nın yanında üçüncü bir büyük devlet olarak bu alanda iddiasını ortaya koymuştur. İkinci olarak ise, I. Körfez Savaşı’yla birlikte Uzay teknolojilerinin dünyadaki savaşlara olan yakın etkisinin görülmesiyle birlikte bölgesel ve orta büyüklükte devletlerin de bu alana yönelik atılımlarda bulunmasıdır.  Buna göre, uzay alanında askeri uyduların imhasına dayalı yeni bir savaş konsepti oluşmuş ve bu durum da uzayın silahlanmasına yol açmıştır. Özetle, dönemin başında, ABD’nin Kuveyt’i işgal eden Irak ordusuna karşı uzay ve uydu teknolojilerinden yoğun bir şekilde faydalanması, uzayın sadece kıtalararası balistik füzeler için kullanılmasının dışında devletlerarası geleneksel ve asimetrik savaşların kazanılması için de oldukça önemli rol oynadığını göstermiştir. Günümüzde ise Çin, ABD ve Rusya’nın dışında Asya bölgesinde Japonya ve Hindistan, Avrupa bölgesinde, Fransa ve İngiltere ve Ortadoğu bölgesinde ise İsrail ve İran gibi ülkeler uzay gücü oluşturma çabası içindedir.
 
*** 
Uydu Teknolojileri ve Yeni Savaşlar
 
Bu başlık uzay alanında bulunan yapay uyduların dünya üzerinde yaşanan siyasal – askeri olaylara olan pasif etkisine odaklanacak. Uzay alanını stratejik hale getiren temel etken, devletlerin yapay uydular kullanarak sınırlarının ötesinde bulunan her türlü bilgi ve iletişime ulaşabilme yeteneği. Uydular taşıdıkları özel görev aygıtları doğrultusunda, haberleşme uyduları, gözetleme / keşif uyduları ve küresel / bölgesel konumlama ve zamanlama uyduları olmak üzere üç grup içinde toplanabilir. Buna göre, uzayda bulunan yapay uydular dünyada yaşanan savaş ve çatışmalara doğrudan müdahil olmasa da sahada kullanılan kara, deniz ve hava araçlarına etkisi bakımından stratejik bir önem taşımaktadır. 
 
Uzay alanında bulunan haberleşme uyduları dünyada askeri faaliyetlere yönelik olarak ilk pasif destekleme unsuru olarak gözlemlenmektedir. Haberleşme uyduları farklı konumlarda ve oldukça uzak noktalarda bulunan kara birlikleri, denizde bulunan gemiler ya da hava da bulunan uçak ve füze sistemleriyle anlık haberleşme imkânı sağlamakta. Bir diğer ifadeyle, haberleşme uydularına sahip olmak, bir devlete, yalnızca sınırları ötesinde değil denizler ve hatta okyanus ötesinde bile askeri sevk ve idare yapabilme kapasitesi sunmakta. Bunun yanında, uzay alanında askeri birliklere stratejik ve taktiksel anlamda pasif destek veren bir diğer sistem ise gözetleme/keşif uydularının varlığıdır. Devletlerin sıklıkla faydalandığı gözetleme/keşif uyduları görüntü istihbaratı (Imaginary Intellegence/IMINT), sinyal istihbaratı (Signal Intellegent/SIGINT) ve ölçüm ve işaret istihbaratı (Measurement and Signature Intellegent/ MASINT) olmak üzere kendi içinde üç gruba ayrılabilir.
 
Buna göre, anlık görüntü istihbaratı, hedef ülkenin stratejik ve taktiksel askeri alanları hakkında bilgi akışı sağlarken, sinyal istihbaratı ise yayın iletişimi ve radar, radyo ve diğer elektronik sistemler gibi iletişim dışı sistemlerden gelen yayınları algılayabilmekte. Başka bir ifadeyle, bu uydular devletlere, cep telefonu konuşmalarını, radyo sinyallerini ve mikrodalga yayınlarını yakalayabilme ve izleyebilme yeteneği vermektedir. Son olarak ise uyduların ölçüm ve işaret istihbaratı her türlü silah sistemlerinden (örneğin, uçak, tank, denizaltı füzeler vs.) yayılan elektro manyetik dalgaları fark edebilmektedir. Bu imkân sayesinde balistik füzeler daha fırlatılmadan önce nükleer aktiviteler ve patlamalar hakkında bilgiler tespit edilebilmekte. 
 
Uzay çalışmalarının askeri harekâtlara verdiği bir diğer önemli pasif destek görevi ise küresel veya bölgesel konumlama ve zamanlama uyduları vasıtasıyla gerçekleşmektedir. Temel görevi seyrüsefer (navigasyon) olarak adlandırılan bu tür uydular, yaydıkları radyo sinyallerinin yeryüzünde alıcı sinyalleriyle kesişmesi sonucunda dünya üzerinde herhangi bir noktanın konumu ve zamanının belirlenmesini sağlamaktadır. Askeri seyrüsefer görevi dışında, bu tür uydular sayesinde, hedefleme, kurtarma, bomba ve füze güdümü, harita güncelleme gibi pek çok farklı görevin hem savaş hem de barış zamanlarında yapılması mümkün hale gelmekte. Yukarıda bahsedilen bilgiler ışığında, uzay ve uydu teknolojilerinin, dünyada yaşanan savaş, çatışma ve hatta siyasal, ekonomik ve sosyal olaylara doğrudan olmasa da dolaylı, bir şekilde etkisi yadsınamaz durumda. Bir diğer ifadeyle, uzay sistemleri teknolojisinde faydalanan devletler, yüksek çözünürlükte fotoğraf alma, gizli dinleme yapma ve uydu telefonlarına dayalı gizli iletişim yapma imkânına sahip olarak bu sistemlere sahip olmayan devlet karşısında tartışılmasız bir üstünlük geliştirmektedir. 
 
*** 
Uzay’da Silahlanma Yarışı Nereye ve Nasıl?
 
Uluslararası ilişkilerde yapılan savaşların silahlarla kazanıldığı varsayımından hareketle gelişen günümüzde bilimsel ilerlemeler temelinde devletlerin uzay teknolojilerinden faydalanması stratejik düzeyde bir ihtiyaç haline dönüşmüştür. Bir önceki bölümde ifade edildiği gibi, bir devletin uzay alanı dışında olması o devletin, küresel yer belirleme sistemi, uydu telefonları, füze savunma sistemleri ve alan görüntüleme kapasitesi devre dışı kalacak şekilde savaş yapmasına neden olacaktır. Bahsedilen bu durum, küresel veya bölgesel çapta güçlü olmak isteyen herhangi bir devletin uzay alanında güçlü olmasını gerekli hale getirmektedir. 
 
Uluslararası ilişkilerde, savaşın yeni bir boyutu olarak önem kazanmaya başlayan uzay savaşları esas olarak askeri uyduların imhasına dayanmakta. Ayrı bir savaş alanı olarak değerlendirmeye başlayan uzay alanı için büyük devletler kara, deniz ve hava birliklerinin yanında uzay gücü de oluşturmaya başlamıştır. Örneğin, Rusya, 2015 yılında silahlı kuvvetlerin yeni bir şubesi olarak hava – uzay kuvvetleri birimini kurduğunu açıklamıştır. Benzer bir şekilde Çin’de stratejik Destek Gücü kapsamında uzay, siber ve elektronik savaş güçlerini birleştirirken, ABD başkanı Trump var olan askeri birimlerden ayrı olarak yeni bir askeri uzay gücü oluşturulması kararını almıştır. Uzay sahasında büyük devletleri uzay alanında böylesi adımlar atmaya yönelten en temel nokta uzay alanına özgü yeni silah sistemlerinin oluşturulmasıyla bir büyük gücün uzayı kontrolü altına alabilme olasılığıdır. Bu bağlamda uzaya yönelik silah sistemleri; katil uydular, uydu savar füzeler, lazerler, mikro dalga silahları, kinetik enerji silahları, nükleer ya da nükleer olmayan füzeler, yörünge bombaları, manipülasyon silahları ve bilgisayar ağlarıyla siber saldırılar olarak ifade ediliyor.
 
Uzay alanındaki anti uydu silahlarının (Anti Satellite Weapons/ASAT) temel olarak araştırmacıların bakış açılarına göre farklılık göstermesine rağmen dört temel grupta tasnif edilmesi mümkündür. Bunlar, dünya da konuşlu olup dünyadaki hedefleri vurabilecek, dünyada konuşlu olup uzaydaki hedefleri vurabilecek, uzayda konuşlu olup dünyadaki hedefleri vurabilecek, uzayda konuşlu olup uzaydaki hedefleri vurabilecek silahlar ve bunlardan her ikisinin birleşimi olan silahlar olarak tasnif ediliyor. Bir diğer yaklaşımla uzay silahları, kinetik fiziksel (balistik füzeler), kinetik olmayan fiziksel (lazer, yüksek güçlü mikro dalga, elektro manyetik darbeler vs), elektronik saldırılar (radyo frekans sinyalleri) ve siber saldırı silahları olarak dört grup halinde değerlendiriliyor. Bu yönde yapılmış bir diğer çalışma ise uzay silahları sistemlerini; yönlendirilmiş enerji silahları, hipersonik füzeler, kuantum teknolojisi ve 5G teknolojisi temelinde dört gruba ayırıyor.
 
*** 
Sonuç  
 
Uzay çalışmaları nereye kadar gerçekçi? Dünyada uzay araştırma merkezleri tam olarak ne planlıyor? Uzay keşfedilince yeni hegemonlar ve sömürgeler kimler olacak? Kuantumdan nanoteknolojiye hangi devrimsel teknolojik çerçeve, bu geleceği doğuracak?
 
Sorular çok. En basit haliyle uzaydan haberleşme, istihbarat artık savaşın sonucunu baştan belirleyebiliyor. Uzaydan çalılar takip edilirken yeni uzay savaşları tedavüle girecek.
 
Her halükarda, savaşın karakterinin günümüzde uzay teknolojilerinden bağımsız bir şekilde değerlendirilmesinin mümkün olmadığı anlaşılıyor. Velhasıl Türkiye olarak görevimiz tehlikede ve ödevimiz çok!

İSMAİL ERMAĞAN

Halen İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi olan Prof. Dr. İsmail Ermağan, lisansını Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi’nde, yüksek lisansını Hamburg Üniversitesi Sosyoloji ve Siyaset Bilimi Bölümlerinde yaptı. Ermağan doktora derecesini Erfurt Üniversitesinin Max Weber Yüksek Araştırmalar Merkezi’nde aldı. Başlıca çalışma alanları şunlardır: Avrupa Birliği entegrasyonu, Türkiye-AB ilişkileri, Türkiye-Almanya İlişkileri, Almanya’daki Türkler, Afrika, Latin Amerika ve Asya-Pasifik okumaları, göç ve göç yönetimi. Yurt içinde ve yurt dışında 70 civarında makalesi/kitap bölümü olan yazarın şu kitapları yayımlanmıştır: Almanya Türkleri’nin Uyum ve Ayrılım Eğilimleri; Avrupa Birliği ve Türkiye’nin Üyeliği: Türk Partilerinin ve Avrupa Parlamentosundaki Partilerin Politikaları; Türkiye’nin Yönü Avrupa Birliği’ne mi: Türkiye’de AB Şüpheciliği; Türkiye’deki Sivil Toplum Örgütlerinin AB Üyeliğine İlişkin Davranışları; 21. Yüzyılda Uluslararası İlişkilerde Yeni Trendler: İnsanımız İlk 10 Yolunda mı?; Dünya Siyasetinde Almanya 1-2; Dünya Siyasetinde Latin Amerika 1-2; Dünya Siyasetinde Afrika 1-8; Dünya Siyasetinde Doğu Asya.