×
ALMANYA

ANALİZ

“Bir Aşırı Sağ Hayaleti Dolaşıyor!”: Avrupa ve Fransa Seçimlerinin Almanya’ya Yansıması

Ana akım Alman medyası, aşırı sağın yükselişinden endişe duyduğunu ifade ediyor. Ancak, aynı medyanın sık sık ülke içindeki yabancıları, özellikle Türk ve Müslümanları, tüm sorunların kaynağı olarak gösterip hedef tahtasına oturtması, aşırı sağın güçlenmesine katkı sağlıyor.
HAZİRAN AYINDA yapılan Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde başta Fransa’da Marine Le Pen’in Ulusal Birlik Partisi ve Almanya’da AfD gibi AP içinde aşırı sağ partilerin elde etmiş olduğu yüksek oy ve buna bağlı olarak Fransa’da Cumhurbaşkanı Macron’nun meclisi fesih ederek, erken seçim kararı alması, Avrupa Birliği ülkelerinde büyük sarsıntıya neden oldu. Özellikle Almanya bağlamında aşırı sağcı AfD’nin AP seçimlerinde 4 eyalette birinci parti olarak çıkması ve Batı eyaletlerinde de oyunu artırması ve Fransa’da 30 Temmuz günü yapılan erken genel seçimlerinin ilk turunu, Le Pen’in parti yönetimini devrettiği Jordan Bardella’nın önderliğindeki aşırı sağcı Ulusal Birlik Partisi’nin açık ara birinci bitirmesi, Almanya’da AfD’ye yönelik tartışmaları ve endişeleri artırdı. Bu endişeye göre; AfD, Le Pen’in partisinin başarılı politikalarını benzer bir şekilde kopyalayarak, Brandenburg, Saksonya ve Thüringen eyaletlerinde Eylül 2024’te yapılacak eyalet seçimlerinde önemli bir başarı elde ederek 2025 genel seçimlerinde oylarını yükseltecek ve böylece yakın bir gelecekte federal hükümetin bir parçası olma hatta tek başına iktidara gelme gibi fırsatı elde edecekti. Bu noktadan hareketle aşırı sağcı AfD’nin yükselişinin durdurulması önem arz etmekteydi. 

Almanya’da AfD’ye yönelik tartışmalar devem ederken Macron’nun “Aşırı sağa boyun eğmeyeceğiz” sloganı ile aşırı sağcı Ulusal Birlik’e karşı yaptığı birlik çağrısı ile birlikte Fransa’da 7 Temmuz’da gerçekleştirilen erken genel seçimlerin ikinci turunda Fransa siyasal (seçim) sisteminin de katkısı ile sol partilerin ittifakı Yeni Halk Cephesi ikinci turda en çok oyu aldı. Böylece ikinci turda alınan netice ile Ulusal Birlik Partisi’nin mecliste çoğunluğu alması engellenmiş oldu. Bu bağlamda Fransız siyasal ve seçim sisteminin (iki turlu 50+1 çoğunluk) kazanmaktan daha çok istenmeyen kişileri/partileri (aşırı sağ ve demokratik görülmeyen vb.) engellenmeye/dışlamaya ve onlarla mücadele etmeye odaklı yapısı sayesinde hem Cumhurbaşkanlığı hem de genel seçimlerin ikinci turunda, siyasi ittifaklar önemli rol oynuyor. Bunun yanında Fransa Yarı-Başkanlık sisteminin Cumhurbaşkanına tanıdığı seçimleri yenileyebilme (Meclisi fesih etme) gücü gibi geniş yetkilerle donatması Almanya’ya göre Fransa’nın siyasal krizlerden daha kolay çıkmasını sağlıyor. Ancak siyaset bilimci Dominique Reynié’nin de ifade ettiği gibi birilerini engellemek, durdurmak ve hatta dışlamak üzere kurulan Fransa’nın bu siyasal sistemi, sorunları çözebilecek siyasetin oluşmasını engellemekte ve sürekli baraj kurarak sistemin kendisini anti-demokratik bir yapıya dönüştürerek, sürdürülebilir olmaktan uzaklaştırmakta. İkinci tur öncesi kurulan ittifakın Ulusal Birlik Partisi’nin durdurulması dışında neredeyse hiçbir ortak pozisyonu olmaması, sistemin sorunları çözmek yerine engellemeye ve durdurmaya odaklı olmasının yaşanacak krizleri ertelemekten başka bir işe yaramadığını bize açıkça göstermekte. Bu bağlamda Le Pen/Bardella ve onun siyasi düşüncesinin bugüne kadarki gelişimine baktığımızda onun Ulusal Birlik Partisi parlamento seçimlerinde üçüncü olmasına karşın, Le Pen’in “ertelenmiş bir zaferden” bahsetmesi sebepsiz değil.

Avrupa Parlamentosu ve ardından Fransa’da gerçekleştirilen seçimin ilk tur sonuçları neticesinde açıkça görülen aşırı sağın yükselişi ve Almanya’da AfD’ye yönelik endişe ve korkuları artırmakta. Özellikle Fransa ilk tur seçim sonuçları sonrası zaten toplumun gözünde meşruiyetini kaybetmiş trafik lambası koalisyonu ya da bugünlerde “üç benzemezler” olarak nitelendirilen ve Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller, Hür Demokrat Parti’den (FDP) oluşan Alman hükümeti ile birlikte ortaya çıkan bu olumsuz durum, Almanya gündeminde önemli bir yer işgal ederken Alman siyasilere olan güveni azaltıyor. Böyle bir ortamda Şansölye Scholz AP seçimleri sonrası ortaya çıkan sonuçları  “bir dönüm noktası”  olarak nitelendirerek, halkın hükümete olan güveninin Kovid-19 salgını ve Rusya-Ukrayna savaşının ortaya çıkardığı krizler nedeniyle sarsıldığını kabul etti ve hem Avrupa’nın hem de Almanya’nın sağ popülistlere ve aşırı sağa bırakılmaması yönünde çağrıda bulundu. 

Aşırı sağın durdurulmasına yönelik tartışmalarda, Fransa seçimlerinin ilk turunda Ulusal Birlik Partisi’nin elde ettiği başarı sonrası Almanya-Fransa ilişkilerin geleceğine yönelik kaygılar dile getirilirken, Ulusal Birlik Partisi’ne karşı demokratik partilerin ittifak kurma çağrısına destek verildi. “Önce Fransa” anlayışı ile hareket eden Ulusal Birlik Partisi’nin hem AB hem de Almanya ile ilgili olumsuz düşünceleri nedeniyle Almanya, aşırı sağcı Ulusal Birlik Partisi’nin zaferinin Fransa ile yakın ilişkilerine zarar vermesinden ve bundan da AB’nin olumsuz etkilenmesinden endişe duyuyor. Bu bağlamda AB’nin en büyük iki ekonomisi ve Avrupa entegrasyonunun motoru olarak görülen Fransız-Alman ilişkilerinin bozulmasının tüm AB’yi etkileyeceği oldukça açık.  

Özellikle ana akım Alman medyasında hem AP hem de Fransa seçimlerinin ilk turunda ortaya çıkan sonuç bir şok yarattı ve bu doğrultuda Alman hükümetine yönelik eleştirilerin artmasına neden oldu. Ana akım Alman medya organları; Fransa’nın tarihi bir dönüm noktasıyla karşı karşıya olduğunu vurgulayarak, Fransa’daki tüm partilere aşırı sağa karşı ittifak çağrısında bulundular. AfD lideri Tino Chrupalla’nın partisinin elde ettiği sonucu “tarihi” olarak nitelendirerek, kendilerine karşı koyacak bir rüzgârın olmadığı iddia etmesi ve güçlü oldukları Saksonya, Thüringen ve Brandenburg’da Eylül ayında yapılacak eyalet seçimlerini kazanacaklarını ifade etmesi, tüm gözlerin AfD üzerine çekilmesine neden oldu. Özellikle ana akım Alman medyası; AfD ya da aşırı sağ nasıl önleyebiliriz? Sorusunun cevabını bulmaya çalıştı. Her ne kadar Fransa’da yapılan ikinci tur seçimlerde yapılan ittifak sayesinde Ulusal Birlik Partisi’nin çoğunluğu alması engellenmiş ise de Alman siyasal sisteminin böyle bir durumla karşılaşması halinde nasıl bir çözüm yolu bulacağı tartışmaların en önemli konusunu oluşturdu. 

Bu bağlamda Alman siyasal sistemine baktığımızda Fransa’nın yarı-başkanlık sisteminden farklı olarak parlamenter sistemle yönetilen Alman siyasal sistemi, Weimar Cumhuriyeti ve devamında üçüncü Reich olarak nitelendirilen Nazi Almanya’sı döneminde yaşananlardan alınan dersler ve müttefiklerin etkisi/diktesi ile oluşturuldu. Bu sistemde Nazi benzeri oluşumların iktidarı ele geçirmesinin önlenmesi doğrultusunda üç önemli kurum öne çıkıyor. Bunlardan birincisi bugün her ne kadar bir onaylama/noter görevi üstlenmiş gibi gözükse de Almanya Federal Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı. Cumhurbaşkanı, olası bir aşırı sağ iktidarında anayasanın ve demokratik değerlerin korunması noktasında kilit bir role sahip. İkincisi ise 1951’de kurulan Federal Anayasa Mahkemesi. Bu mahkemenin Anayasa’nın yüce bekçisi sıfatıyla, anayasanın (temel yasa) ve demokratik sistemin korunması çerçevesinde önemli yetkileri söz konusu. Son olarak ise Almanya’nın 1949’da kurulduğundan bugüne değin hiçbir partinin tek başına iktidara gelememesi sonucunda ülkenin koalisyon hükümetleri ile yönetilmesi kültürü söz konusu. Alman siyasal sistemi ve kültürü tek partinin hükümeti kurmasına olanak tanımamış ve partiler koalisyona yatkın bir şekilde yapılanmış durumda. 

Bugün itibariyle baktığımızda Alman siyasal ve seçim sisteminin AfD ve benzeri aşırı sağcı partileri engellemesi mümkün gözükmemekte. Angela Merkel sonrası Almanya’da siyasilere olan güvenin her geçen gün azaldığı görülmekte. Özellikle Olaf Scholz başbakanlığı altındaki koalisyon hükümetinin uyumsuzluğu ve hükümetin göç, iklim, Ukrayna ve Rusya ile ilgili aldığı kararlar ülke içinde hükümete karşı memnuniyetsizliği artırdı. 

Sağdan oy kapma kaygısıyla sağ popülist yaklaşımlar kullanmak, Alman toplumunu ve siyasetini aşırı sağa teslim etmiş gibi görünüyor. Ana akım Alman medyası, aşırı sağın (AfD’nin) yükselişinden endişe duyduğunu ifade ederek, aşırı sağın önlenmesi noktasında çaba gösteriyor. Ancak, aynı medyanın sık sık ülke içindeki mülteci ve yabancıları, özellikle Türk ve Müslümanları, ülkedeki tüm sorunların kaynağı olarak gösterip hedef tahtasına oturtması, aşırı sağın güçlenmesine katkı sağlıyor. 

Sonuç olarak aşırı sağın Avrupa’da yükselişi çerçevesinde Almanya’da da her geçen gün aşırı sağın cazibesi artıyor. Alman toplumu ve siyaseti maalesef sağ siyasete teslim olmuş durumda. Bu durumda oy kaygısı ile yürütülen politikalar ve Alman medyasının önemli bir payının olduğu söylenebilir.  Bu bağlamda AfD’nin oylarını artıracağı ve yakın bir gelecekte hem eyalet hükümetlerini hem de federal hükümeti oluşturacak koalisyonun ortağı haline gelme ihtimali her geçen gün artıyor. Ülke içindeki sorunları çözmek yerine aşırı sağ politikalara teslim olmak ve aşırı sağı engellemeye/dışlamaya çalışmanın bir sonuç vermediği hem Fransa’da hem de Hollanda’da net bir şekilde görüldü. Bugüne kadar görmezden gelinen ve dışlanan ırkçı ve İslam karşıtı aşırı sağcı Özgürlük Partisi’nin (PVV) lideri Geert Wilders’in gölgesinde aşırı sağ-merkez sağ koalisyon hükümeti Hollanda’da kuruldu. Fransa ve Hollanda örneklerinde görüldüğü gibi Alman siyasal partileri AfD ile şu an için koalisyona karşı olduklarını ifade etseler de sürecin kaçınılmaz bir şekilde buna doğru ilerlediği aşikar. 

Bu nedenle Alman siyasi partilerinin aşırı sağ popülist söylemlerden vazgeçerek, birilerini engellemeye çalışmaktan daha çok ülke içindeki sorunlara gerçekçi çözümler üretmeye çalışmaları daha akıllıca olacaktır. 

AHMET BÜLBÜL

Münih Ludwig-Maximilians Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ana dalında, Hukuk Bilimi ve Yakın Doğu Kültür Tarihi, Türkoloji yan dallarında Lisans ve Yüksek lisans eğitimini aldı. 2007 yılında Yüksek lisans eğitimini “Avrupa Birliği ve Türkiye - Türkiye Avrupa Birliğine ait mi? Arka Plan ve Argümanlar” başlıklı Almanca teziyle tamamladı. Erciyes Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi ana bilim dalında “Başbakan Angela Merkel Dönemi Almanya’nın Ortadoğu Politikası” başlıklı doktora tezi ile 2019 yılında doktora ünvanını aldı. Nuh Naci Yazgan Üniversitesi’nde ders veren Bülbül’ün akademik çalıştığı alanlar arasında Alman Siyaseti ve Dış Politikası, Ortadoğu, Türk-Alman İlişkileri, Türk Dış Politikası, Avrupa Birliği ve Uluslararası Hukuk yer almaktadır. Bu konularda farklı dergi ve kitaplarda birçok yayını bulunmaktadır.