×
TÜRKİYE

ANALİZ

Bir "Altılı Masa" Hikayesi: Müzakere Siyasetinden Restleşmeye Türkiye Siyaseti!

Akşener ve İYİ Parti, "Altılı Masa"yı ve Türkiye’yi "üzeri uzlaşı söylemiyle örtülmüş" Türkiye siyaset gerçeklerine uyandırdı. Bir şok etkisiyle...
ALTILI MASA etrafında toplanan muhalefet, düne kadar, kağıt üzerinde, her şeyi halletmiş görünüyordu. CHP ve kendisini milliyetçi siyaset çizgisinden merkez sağ çizgiye taşımak isteyen bir parti olarak kurulan İYİ Parti’nin başını çektiği muhalefet blokunun politika belgelerinde, Erdoğan sonrası için bir gelecek planı vardı. 

Masa, anayasa değişiklikleriyle, “Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığını kaldıracak, sarayın sahip olduğu yetkileri parlamentoya geri verecek, başbakanlık makamını geri getirecek, mahkemeleri siyasi etkiden kurtaracak ve küçük partileri parlamento dışında tutan seçim barajını %7'den %3'e indirecekti”. Parçalı bir Meclis yapısında “hükümetler kolay kurulacak zor yıkılacaktı.” Merkez Bankası, para politikası konusunda yeniden özerk ve tam yetkili kılınacak, hükümete yakın şirketlerin “bedava kredileri kesilecek” ve enflasyonun kontrol altına alınmasıyla yabancı yatırım fışkıracaktı. Türkiye on yıl içerisinde bir ticaret ve yatırım merkezi haline gelecekti. Altılı Masa’da yer alan parti sözcüleri ya da yönetici kadroları bu görüşleri dile getiriyordu sürekli.

Ne var ki kağıt üzerindeki bu planlar, dün itibariyle Altılı Masa’nın kucağında patladı. İYİ Parti lideri Meral Akşener, dün, iki ay sonra yapılması planlanan seçimler için blok adayını belirleme konusunda yaşanan anlaşmazlık nedeniyle İYİ Parti’nin Altılı Masa’dan çekildiğini açıkladı. Aylardır süregelen anlaşmazlığın ardından gelen bu karar, 14 Mayıs’ta yapılması planlanan seçim öncesinde muhalefeti beklenmedik bir krizin içerisine sürükledi. 

Ankara'da Parti Genel Merkezinde konuşan İYİ Parti lideri Meral Akşener, konuşmasında, perşembe günü aday belirleme gündemiyle gerçekleştirilen Altılı Masa toplantısında, “ittifaktaki diğer beş partinin Cumhuriyet Halk Partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nu cumhurbaşkanı adayı olarak öne sürdüklerini” söyledi. Altılı Masa ittifakının ikinci büyük ortağı olan İYİ Parti'nin Genel Başkanı Meral Akşener, “Kılıçdaroğlu'nun adaylığını kabul etmesi yönündeki baskılara boyun eğmeyeceğini” belirtti. “Geldiğimiz noktada İYİ Parti kıskaca alınmıştır ve elbette buna boyun eğmeyecektir" diyen Akşener, Cumhurbaşkanlığı için her ikisi de CHP'li olan İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanları Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'ı aday gösterdi. Kamuoyu yoklamalarının, iki ismin Erdoğan'a karşı büyük bir farkla kazanacaklarını gösterdiğini paylaştı. Akşener, “Milletimiz, bugün çok kritik bir kırılmanın eşiğinde, sizi göreve çağırıyor,” ifadeleriyle İmamoğlu ve Yavaş’a adaylık için çağrıda bulundu. 

Akşener’in bu açıklaması, Türkiye siyasetinin gündemine bomba etkisiyle düştü. Açıklama, muhalefet ve muhalefetin ittifak sürecine destek veren, ittifakın Türkiye siyasetinin geleceği için kritik bir öneme sahip olduğunu düşünen entelektüel çevrelerde bir deprem ve şok etkisi yarattı. Sosyal medyadaki açıklamalara bakıldığında entelektüel / akademik çevrenin, İYİ Parti’yi haklı bulanlar ve CHP’yi haklı bulanlar hattında ayrıştığını söylemek mümkün.

Peki Şubat 2022’de kurulan masada, bir yılın sonunda, neden ve nasıl bu noktaya gelindi? Yaşanan dağılma, Türkiye siyaseti açısından ne anlama geliyor?

Masayı dağılma noktasına getiren nedenlerin başında, masanın kuruluşundaki pratik amaç ile yapısal amaç arasındaki makasın çok geniş olması gösterilebilir. Farklı siyasal çizgilerden ve farklı kültürel/ideolojik/kimliksel zeminlerden gelen altı partiyi bir araya getiren en pratik bileşen çok açık bir şekilde Erdoğan iktidarının sandıkta, seçim yoluyla yenilgiye uğratılması ve devrilmesiydi. Muhalefet seçmenini ve parti tabanlarını (bütün kimliksel şerhlerini/rezervlerini paranteze alarak) altılı masa koalisyonunu desteklemeye, sahiplenmeye sevk eden somut ve pratik neden buydu.

Öte yandan muhalefet masasının bir de yapısal gündemi, ilkesel programı ve ideal vizyonu vardı. Bu yapısal gündem, siyasi sistemin, gücün dağıtılması ve iktidarın dengelenmesi temelinde yeniden tasarlanmasıydı. Pratik hedef, masanın çok pratik bir şekilde siyasal güç hiyerarşisi (“temsil çapları”) üzerinden şekillenmesini gerektirirken, yapısal hedef, masadaki ortakların güç eşitliği (“proje çapları”) üzerinden ilerlemesini gerektiriyordu. Bu iki nokta, masadaki partiler için birbirine hayli uzak parti/ittifak pozisyonları almayı zorunlu kılıyordu. Başka bir ifadeyle ilk nokta reel politikle, ikinci nokta ise ideal politikle hareket etmeyi gerektirmekteydi. Ama Türkiye siyasetinde genel olarak üzeri örtülmeye ve aşılmaya çalışılan reel politik, günün sonunda kendisini dayatıyor. İdeal politik, yani sistemi dönüştürme meselesi ikincilleşiyor.

Erdoğan’ı sandıkta devirmek üzerine kurulu pratik bir plan kapsamında, masanın geleceği açısından "en başta konuşulması gereken konu: “Yeni lider/aday kim olacak?” konusudur. Süreç içinde "en başta konuşulması gereken konuyu” siyaseten "en sona bırakmak" ve dahası siyasi partilerin çıkar/lider hesapları açısından ikincil olan meseleye (sisteme ilişkin mutabakat metinlerine) odaklanmak, günün sonunda muhalefeti, planın masada patladığı bir finale götürdü. İdarecilikle "ilkeselciliğin”, lidercilikle, siyasi güzellemelerin, hesapların ve hüsnü kuruntuların iç içe geçtiği siyaset projesi sonunda ağır bir yara aldı.

Masanın yarılmasıyla ilgili ikinci bir husus, Türkiye siyasetini biçimlendiren siyasal/toplumsal bir gerçeklik olarak "siyasal kimliklerin" ve kimlik temelli siyaset, çıkar, güç hesaplarının ilkesel olarak üzerinin örtülmesi, üzerinden atlanması ve bir veri olarak “yok sayılması”dır. Evet, herhangi bir siyasi sistem içerisinde kimlik siyasetlerinin parlaması, siyaseti tıkayan bir özelliğe sahiptir, o nedenle bu dinamiğin siyaseten ehlileştirilmesi, sönümlendirilmesi, dengelenmesi gerekir. Ama daha en baştan bu kimliksel siyaseti yok saymak ya da görmezden gelmek, atılacak siyasi adımların, ittifak süreçlerinin, programların, politikaların, yapı ve kurumların belli bir noktada tökezlemesine yol açıyor. Siyasal kimlikler en baştan dikkate alınmadığında, "siyasal çıkarlar" da doğru düzgün gerçekleştirilemiyor, sağlıklı siyasal düzlemler ve düzenler, istikrarlı siyasal sistemler oluşturulamıyor. Kimliksel siyasetler ve çıkarlar, günün sonunda süreçlere ve siyasete kendisini dayatıyor. Bir fay hattı gibi patlıyor.

Özellikle son üç dört aydır, aday belirleme tartışmalarında, Altılı Masa’da hem sosyolojik tabana hem seçmen desteğine hem de kültürel/ideolojik farklılaşmalara dayalı bir hiyerarşinin kurulmasına yönelik bir eğilimin varlığından söz etmek mümkün. Cumhurbaşkanı adayının masanın büyük ortakları CHP ve İYİP tarafından (HDP’yi de dikkate alarak) belirlenmesi gerektiğine, seçmen tabanı bilinmeyen diğer muhafazakar/liberal partilerle parlamento seçimleri düzeyinde bir ittifak kurulmasına dair bir taraftan güç, diğer taraftan kimlik temelli bir eğilim kendini gösterdi. Bu noktada Altılı Masa’daki aday belirleme meselesinde “elitist ulusalcılığa” dayalı bir yaklaşımın son dönemde süreci yavaş yavaş domine ettiğini ifade etmek mümkün. Ve günün sonunda bu eğilimin kendi içerisinde oluşan güç mücadelesiyle yarıldığını, söz konusu kimliksel eğilimin seçime ve iktidara ilişkin kendi içindeki iç çatışmanın patlayarak süreci bu noktaya getirdiğini belirtmek mümkündür.

Altılı Masa ve Türkiye siyaseti

Gelinen noktada, Türkiye’de siyasetin çok fazla ilerlemediği, sadece üst üste katlandığı söylenebilir. Belli “siyasal idealar ve siyasal değerler”e dayalı “hüsnü kuruntulara”, fetişizme varacak iyi niyetli okumalara inat, ilerleme kaydedildiğinin düşünüldüğü noktada birden, her şeyin aynı yerlerde durduğuna, tekrar en başa sardığına, en baştakine benzer bir katman oluştuğuna, öyle yeni “yabancı diyarlarda” filan olmadığımıza tanık oluyoruz.

İlk evrede millet ittifakı, ardından Altılı Masa etrafında gelişen muhalefet bloku içerisinde, “önce memleket”, “kazanacak aday”, “ortak akıl”, “müzakareci siyaset”, “istişare kültürü”, “seçim barajını %3’e düşürerek farklı siyasi hareketlerin yönetim, karar süreçlerine dahil edilmesi” gibi büyük kavramlara dayalı sürecin, sert bir restleşme ve meydan okumayla noktalandığı görülüyor. Hem de “bunlar sanki bir yıl boyunca hiç aynı masaya oturmamışlar ve adaylık meselesini sanki hiç konuşmamışlar” dedirtecek türden bir restleşmeyle. Türkiye’de partiler arası müzakere kültürünün, koalisyon kültürünün gelişmediğini, günün sonunda müzakere süreçlerinin meydan okuma ile sona erdiğini gösteren bir gelişme olarak kayıtlara geçti Akşener’in çıkışı. Türkiye’de siyaset genel olarak partilerin kültür/kimlik temelli çıkar hesapları etrafında şekilleniyor. Bu hesapların üzerleri, olabildiğince liberal demokratik siyasetin kavramsal aygıtlarıyla örtülmeye çalışılıyor ama günün sonunda siyasal kimlikler bütün ideal kavramları zayıflatarak ve içlerini boşaltarak kendisini var ediyor. Geriye “önce memleket”, “güçlendirilmiş parlamenter sistem” “ortak akıl”, “müzakere kültürü” diye üretilen illüzyonlar, güzellemeler kalıyor. “Müzakere kültürü” ile başlayan süreçler reel “restleşmelerle” sona eriyor.

Diğer yandan, Altılı Masa’da ittifakın yarılması, masanın savunduğu parçalı, çoklu ama müzakereci, uzlaşıya dayalı siyaset anlayışının, Türkiye siyaset gerçeklerine çok fazla tekabül etmediğini de gösteriyor. Zira ittifaktaki yarılma, siyasi partiler arası iktidar ilişkilerine ve parçalı Meclis yapısına dayalı Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem modelinin, yönetimde istikrar açısından kritik sorunlara ve krizlere yol açabileceğine dair açık bir örnek sunuyor.

Dün itibariyle Türkiye koşullarında “gerçek siyasete” dönülmüş oldu. Altılı Masadaki söz konusu yarılma, partiler arası müzakere, ortak akıl, “önce memleket” söylemlerinin Türkiye’de siyasetin dayanabileceği bir kaldıraç, bir tempo olmadığını; son kertede güç ve kimliksel/ideolojik angajmanların, parti içi ve partiler arası hesapların siyaseten belirleyici olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla Altılı Masa, Türkiye siyasetinde parti ortaklığı bakımından sayıca çok/büyük olmanın, siyasi güç olarak büyük olmaya değil, zayıf ve kırılgan olmaya tekabül ettiğinin bir göstergesi olarak öne çıkıyor. Dahası, Türkiye’de siyaset ve toplum arasındaki ilişkinin zayıfladığını, siyasal partiler üzerindeki toplumsal etkinin, etkileşimin sınırlı bir nitelik edindiğini gösteriyor.

Akşener ve İYİ Parti, "Altılı Masa"yı ve Türkiye’yi "üzeri uzlaşı söylemiyle örtülmüş" Türkiye siyaset gerçeklerine, (siyasal kimlik temelli güç istencine) uyandırdı. Bir şok etkisiyle...

Sonuçta muhalefet, seçim kazanmak için sağlam bir vizyon ve strateji geliştirmek yerine, Erdoğan ve Ak Parti'nin kendiliğinden kaybetmesini bekliyor gibi. Bu pek yeterli olmayabilir!

ŞÜKRÜ MUTLU KARAKOÇ

Lisans eğitimini Marmara Üniversitesi’de, yüksek lisansını İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nde tamamladı. Doktorasını İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde yaptı. Karşılaştırmalı siyaset, siyasi sistemler, siyaset sosyolojisi, Türkiye siyaseti ve muhafazakar siyaset konularıyla ilgileniyor.