ANALİZ
Bilgi Çağının Dönüşümü: WEB 3.0 ve Merkeziyetsizlik
Web 3.0, kişi veya kurumların tekelinde olan bilgi paylaşım ağlarını “merkeziyetsizleştirme” ihtiyacına bir cevap olarak ortaya çıktı. Ve bilginin paylaşımını engelleyen mekanizmayı, bilgiyi saklama mekanizmasında değişikliğe giderek ortadan kaldırmayı amaçlıyor.
21. YÜZYILDAN bahsederken bilgi çağı tabirinin kullanılması, popülist bir yaklaşım ya da çağın içinde yaşayanlarca üretilen bir yüceltme değil. Bu adlandırma ne yazık ki bilgiye verilen kıymetin göstergesi de değil. Bilginin, iktisadi büyümenin merkezinde olmasının bir tezahürü. Dolaşımdaki bilgi miktarının artması, yeni düzenlemeler ve yeni bir konsensüs ihtiyacını hızla masaya getirmiştir. Web 3.0’a giden süreç ve blockchain teknolojisi de bu ihtiyaca cevap verebilmek adına mücadele etmekte.
Kısaca özetlemek gerekirse 20. yüzyılın son çeyreğinde internet, bilginin, bilgi paylaşıcıları tarafından, bilgi paylaşıcılarına ait mecralarda erişime açılması olarak ortaya çıktı. Bu dönemi web 1.0 olarak adlandırmak mümkün. İlk dönemlerinde internet, klasik medya araçlarının daha hızlı birer kopyası olmaktan öte bir anlam ifade etmiyordu. Karşılıklı etkileşimin olmadığı merkezi kaynaklardı. Buna karşın kendi içerisinde gelecekte ortaya çıkmaya müsait bir fırsatlar yelpazesini de barındırıyordu. Ağlar yaygınlaştıkça dönüşüm olanakları da belirginleşmeye başladı.
Web 1.0’ın sağladığı hız, bir noktadan sonra genişleyen ağ katılımcıları tarafından Web 2.0’a evrildi. Artık internet ağlarında karşılıklı etkileşimden söz etmek mümkün. İçerik tüketicileri aynı zamanda içerik üreticileri olmaya başladı. Bilgiye kaynaklık etmek belli bir grubun tekelinden alınarak geniş bir kitleye verildi. Bir trafik kazası ya da bir konseri, uygun açıyla kamera kaydına alan herkes popüler bir içerik sağlayıcı olmaya namzet. İşin sosyal ve psikolojik yönü elbette bu yazının konusu olmaktan uzak.
Bir noktada Web 2.0 kendi engelleri ile karşı karşıya kaldı. Bunu özellikle son 10 yılda tecrübe ettik. Üretilen içerik üçüncü bir servis sağlayıcısının aracılığı ile merkezi bir şekilde paylaşıldığında ve gerek devletler gerekse şirketlerin çıkarları söz konusu olduğunda içeriğin erişimi kısıtlanabiliyor ya da organik kitlesinden farklı bir kitleye ulaşabilmesi için suni bir şekilde erişim kapasitesi artırılabiliyordu. İnternetin sağladığı imkanlar göz önünde bulundurulduğunda, bu durumun kabul edilebilir olmadığı kısa sürede yüksek sesle dillendirilmeye başladı. İşte birçok kişinin içeriğinin ne olduğuna değinmeden ezberden konuşarak bahsettiği web 3.0 burada devreye girdi.
Web 3.0 kişi veya kurumların tekelinde olan paylaşım ağlarını “merkeziyetsizleştirme” ihtiyacına cevap verebilmek adına ortaya çıktı. Bu bağlamda Ortaya çıkan birçok yapı, kendi ağı üzerinden kullanıcıların paylaşımlarının üçüncü taraflarca saklanıp korunduğu bir hizmet sunmayı hedeflemekte.
Bu durum neyi değiştiriyor?
Web 3.0 bilginin paylaşımını engelleyen bir mekanizmayı, bilgiyi saklama mekanizmasında değişikliğe giderek ortadan kaldırıyor. Söz konusu olan şey, insan ve buna bağlı olarak bireyin veya topluluğun çıkarları olduğunda, kodifiye edilmemiş her eylem “güçlünün” çıkarları doğrultusunda karara bağlanır. Bu güçlü bazen bir grup insan bazen kamuoyu görüşü olabilir. Sistematik hale getirilmemiş bir kurallar kümesi çoğu zaman kök salmış kurallar gerekçe gösterilerek tadil edilebilir. Web dünyasında da tam olarak bu durumu müşahede etmekteyiz. Wikileaks belgeleri sızdırıldığında birçok ülke, paylaşılan belgelerin güvenlik zafiyeti yarattığı gerekçesiyle kaynaklara erişim engeli getirdi. Birçok haber paylaşımına benzer tepkilerin farklı gerekçelerle verildiğini gözlemlemişizdir. ABD Başkanı Donald Trump’ın twitter hesabının engellendiğini gördük. Bu durumların arkasında yatan gerekçelerin ahlaki olarak doğru olup olmadığı başka bir konu. Burada dikkat çekilmek istenen konu, X ülkesinin Y adlı devlet yöneticisinin Donald Trump’dan çok da farklı olmayan eylemleri nedeni ile kullanıcı hesabının askıya alınıp alınmayacağına ilişkin bir standardın olmaması. Bu standardizasyon eksikliğinin ise geniş bir kitle tarafından değil merkezi bir karar alma mekanizması tarafından giderilmesi.
Web 3.0 işte gelişimin beraberinde gelen “yeni durumları” karara bağlarken merkeziyetsiz bir ekosistem fırsatı sunmakta. Paylaşılan her veri, merkezi olmayan ağ düğümlerinin garantisi altında saklanacak. Bu durum, paylaşılan veriyi yeni bir konsensüs sağlanamazsa dokunulmaz kılacak. Hepsinden önemlisi veri kaynağının güvenliği konusunda standardizasyonun sağlandığını görmekteyiz. Geçmişten örneklendirmek gerekirse can ve mal güvenliğinin sağlanmasının kapitalizmin gelişiminin hızlanması adına ne anlam ifade ettiği söylenebilirse web 3.0’ın da bilgi kaynağının güvenliğini sağlayarak “bilgi çağının” gelişiminde aynı rolü üstleneceği söylenebilir.
Web 3.0’ın beraberinde getirdiği yeni problemler nedir?
Web 2.0’da servis sağlayıcıları veri kaynağına erişim imkanı ile verilerin paylaşımının kısıtlanmasını tek başlarına karara bağlayabiliyorlar. Bu durum değiştiğinde sonsuz bir ifade özgürlüğünden bahsediyor olacağız. Böyle bir durumun taşıdığı avantajların yanı sıra dezavantajlar da olacak. Böyle bir durumun önlenmesi için iki farklı yaklaşımdan bahsetmek mümkün. Bunlardan birincisi kullanıcıların karar mekanizmasına güvenmek. İkincisi ise ağ sağlayıcılarının karar mekanizmasına güvenmek. İlki tarihin bize gösterdiği üzere pek de işe yarar bir yöntem değil. Kullanıcıların ahlaki olarak problemli bir veriye kendi rızası ile erişmemesi dizilerde bile işlenmiş bir konu. (Black Mirror dizisinde doğrudan bu konuyu işleyen bölümler var.) Diğer taraftan ağdaki bilginin güvenliğini sağlayan validatör ya da delegatörlerin karar mekanizmasına güvenmek daha mantıklı bir durum gibi duruyor. Ağda kayıt altına alınmış bir verinin değiştirilmesi ya da silinmesi ancak bu ağdaki karar alıcıların (Bu kadar verme mekanizması ağların yapısına göre farklılık gösterebilmekte) %51’inin onayı ile mümkün. Olası bir veri erişimi kısıtlaması söz konusu olduğunda karar alıcıların vereceği oylar ile ağdan bu verilerin silinmesi ya da değiştirilmesi mümkün olacak.
Bu durumun sağladığı bir diğer avantaj ise depolanan verilerden doğan maddi kazancın tek bir merkezde birikmesi yerine merkeziyetsiz bu yapılanma içerisindeki aktörler tarafından eşit olarak paylaşılması olacak. Bir değişim dönemecinde olduğumuz şu zamanlarda dönemi anlayabilmek için “merkeziyetsizliğin” dönemin yapı taşlarından biri olduğunu iyice anlamamız gerekmekte. Böylesi bir gözlükle bakmak bize birbirine benzer görünen kurumsal yapıları ayırt etme yetisi kazandıracak.
1988 senesinde doğdu. Liseyi Saint-Benoit Fransız Lisesi’nde okudu. Lise eğitimi sonrasında Sorbonne Hukuk Fakültesi’ne kabul aldı. İki yıl eğitim aldıktan sonra buradaki eğitimini yarıda bırakıp Marmara Üniversitesi İktisat bölümünde eğitimine devam etti. İktisat Tarihi anabilim dalında Osmanlı’daki ilk Fransız elçiliği üzerine yaptığı çalışması ile yüksek lisansını tamamladı. Marmara Üniversitesi’nde halen devam ettiği doktora eğitiminde Osmanlı klasik döneminde kapitülasyon politikaları üzerine araştırma yapmakta.