ANALİZ
Batı-Sonrası Dünyayı Yönetmek: Yeni Koşullar, Yeni Kurumlar ve Yeni Düzen
ABD, Avrupa ve müttefikleri, 1945 sonrasında oluşturdukları uluslararası kurumların ve siyasal düzenin sınırlarını ne kadar çabuk kavrarlarsa, yeni bir küresel düzenin koşulları o kadar hızlı gelişir.
NATO LİDERLERİ, ittifakın yıllık zirvesi için bu ay Vilnius'a indiklerinde, Ukrayna Savaşı’yla birlikte toparlanan örgütün, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un 2019'da bahsettiği, "beyin ölümü"nden çok uzak olduğunu gösterecekler. Ancak NATO'nun yeni canlılığı daha büyük bir sorunun üzerini örtüyor: Batı'nın, Ukrayna savunmasında kendisinin payının olduğuna dünyanın geri kalanını ikna edememesi, daha geniş bir değişimin simgesi.
Hızla gelişen değişim dinamiklerinin dünyasında, bir sessizlik çok taraflılığı yeniden şekillendiriyor. Batı'yı ve kurumlarını giderek daha fazla geride bırakıyor. Hindistan Dışişleri Bakanının deyişiyle, “Batı'nın sorunları artık dünyanın sorunları değil.”
Bu gelişme, Soğuk Savaş'ın hemen sonrasında, 1945 sonrası küresel yönetişim kurumlarının dönüştürücü gücüne güvenenler için sürpriz olabilir. Batı'nın temel eğilimi, bu kurumların evrenselci doğasını vurgulamak ve kapsamlarını genişletmekti. İnatçı ülkeleri bile çadıra sokmanın, onların çadırı yakma isteklerini zayıflatacağını, “sorumlu-paydaş” haline getireceğini umut ediliyordu.
Ancak bu tahmin başarısız oldu, çünkü “sorumlu-paydaş” yaklaşımının ana hedefi olan Çin hiçbir zaman entegrasyon ve revizyonizm arasında seçim yapmak zorunda kalmadı. Masaya oturduktan sonra, küresel kurumlardan alabildiğince faydalanırken, aynı zamanda kendi egemenliğini koruyarak ve paralel kurumlar inşa ederek üç yönlü bir strateji izledi. Bunlar arasında sırasıyla BRICS grubu (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika), G7'ye alternatif olması amaçlanan Yeni Kalkınma Bankası ve Asya Altyapı Yatırım Bankası, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası yer alıyor.
2008 küresel mali krizine kadar Batı bu gerçeğin farkına varamadı. O zamandan beri Çin'in uygulamalarına benzer şekilde, üç kollu bir stratejiyle çıkarlarını ve değerlerini ilerletmeye çalıştı. Örneğin ABD, Çin etkisini geri püskürtmek için Birleşmiş Milletler ile ilişkilerini yeniledi. Aynı zamanda AB-ABD Ticaret ve Teknoloji Konseyi'ni, Dörtlü Güvenlik Diyaloğu'nu (“QUAD”: ABD, Avustralya, Hindistan ve Japonya) ve AUKUS'u (ABD, Avustralya ve İngiltere) inşa ederek kendi paralel kurumlarını geliştirdi.
Ayrıca Batılı hükümetler, Asyalı ortaklarını NATO zirvelerine davet etmek suretiyle, Avrupa-Atlantik ve Asya-Pasifik kurumları arasında daha fazla bağlayıcı doku oluşturmak için de çaba harcıyorlar. Ancak en çarpıcı olanı, özel iklim kulüplerine, karbon sınırı vergilerine ve müttefik desteğine yeniden odaklanma politikası. Batı, bu fikirlerin peşine düşerek aslında 1945 sonrası kurumları daha da baltalamış oluyor. Hatta o kurumları - ve dolayısıyla kendisini - dünyanın geri kalanının gözünde daha az güvenilir hale getiriyor.
Bu sıfır toplamlı yaklaşımla ilgili sorun, elbette, acil küresel sorunların çözümünü daha da zorlaştırması. İklim değişikliği, Ukrayna'daki savaş ve gelecekteki salgın tehdidi söz konusu olduğunda, eski küresel yönetişim kurumları, (kısmen güvenilirliklerini kaybetmeleri nedeniyle) işbirlikçi çözümler geliştirme konusunda yetersiz kalmaya başladı.
Birçoğumuz 1990'ların küresel yönetişim modelinin işe yaramasını isterdik, ancak eski "sorumlu-paydaş" etiğinin artık yerini çok kutuplu bir dünyaya daha uygun yeni bir etiğe bırakması gerektiğini inkar etmek zor.
Gelinen noktada Batılılar evrenselci kurumlara yönelik hırslarını azaltmalı, onları çözüm kaynağı olarak değil, bilgi paylaşımı, çatışma yönetimi ve çözümünü kolaylaştırma yerleri olarak görmeliler. BM büyük güçler arasındaki rekabeti önleyemez; ancak korkulukların kurulmasına yardımcı olabilir. Dünyanın, savaşı daha az olası kılmak için daha büyük bir çabaya ihtiyacı var. Ukrayna'daki gibi çatışmaları sona erdirmek için hala diplomasiye ihtiyaç var. Amaç, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan'ın “felaketsiz rekabet” dediği şey olmalı.
İşbirliğinin zayıfladığı bir çağ için küresel yönetişimin yeniden tasarlanması gerekiyor. İklim değişikliği ve COVID-19 konusunda çok taraflılık yalnızca mütevazı başarılar elde ederken, en büyük ilerlemeler rekabet ve yarıştan kaynaklandı. İşbirliği olması daha iyi olur ama bunun mümkün olmadığı durumlarda belki aynı tür rekabet yapıları başka alanlarda da işe yarayabilir.
Politik eylemlerin çoğunun artık Batı liderliğindeki kurumların dışında gerçekleştiğini de kabul etmeliyiz. Barış sağlama ve güvenlik alanında, Batı daha şimdiden parçalanmış bir dünyanın gerçekleriyle yüzleşmeye başladı. Suriye, Mozambik ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nde ve Suudi Arabistan ile İran arasındaki rekabette Batılı olmayan güçler, aracı olarak daha büyük bir rol oynuyor. Batı genellikle bu yeni mantığa boyun eğdi, gerektiğinde devreye girdi, ancak genellikle kendi hüsnükuruntuları yerine yerel gerçeklerin yönlendirdiği koşullarda.
Batılı ülkeler, Batı liderliğindeki süreçlere kimi davet edecekleri üzerinde durmak yerine dışarıya bakmalı. Batılı olmayan yeni kurum ve girişimlerden hangileriyle ilişki kurmak mantıklıdır ve Batılı güçler hangi alanlarda (düzenleyici, standart belirleme vb.) olumlu sonuçlara ulaşılmasına yardımcı olabilir?
Yeni çok kutuplu dünyaya uyum sağlamak, Batı’nın kendisini herkesten soyutlaması anlamına gelmez. Batı, kendisiyle benzer düşünen ülkelerle yeni kurumlar inşa ederken, Batılı olmayan oyuncularla yapıcı bir şekilde ilişki kurmaya devam etmek zorunda. Küresel konularda işbirliği rekabetle uyumlu olabilir. Bu, bencilliğe geri dönmenin üretebileceğinden çok daha iyi sonuçlar üretecektir.
Bu yazı 5 Temmuz 2023 tarihine Project Syndicate’te “Governing a Post-Western World” başlığıyla yayınlandı. Kısaltılarak hazırlanan metinde editoryal düzenleme yapılmıştır.