×
KÜRESEL
22.11.2023

ANALİZ

Aşırı Milliyetçilik Siyaseti Nasıl Yozlaştırır?

İstatistiklere göre, 2012’den bu yana dünya genelinde hükümetler, milliyetçiliğe daha fazla kayıyorlar ve milliyetçilik arttıkça ülkede yozlaşma ve yolsuzluk da orantılı bir şekilde artış gösteriyor.
İNSANLAR, güç ve teselliyi kabile, inanç ya da uluslarında ararlar. Bu, bir dereceye kadar anlaşılır bir durum. Çünkü aynı ulusa mensup insanların ortak fayda etrafında bir araya gelme ihtimali daha yüksek. 

Ne yazık ki “biz sevgisi”nin sevimsiz bir kuzeni var: “onlar korkusu ve şüphesi”. Bu korku ve şüphe, “yabancı kişilere ve yeni fikirlere yönelik hoşgörü” gibi değerlerin karşısında yer alan paranoyak milliyetçilik tarafından üretilir. Daha kötüsü ise bazı politikacıların, güvensizlik ve nefreti körükleyerek kendilerine ve yandaşlarına çıkar sağlamak için bu tür bir milliyetçiliği kullanabilmeleri.

Açık ticaret ve evrensel değerler üzerine kurulu savaş sonrası küresel düzen, ABD ve Çin arasındaki çekişme nedeniyle bozuluyor. Küresel düzendeki bu bozulmayla birlikte, sıradan insanlar açlık, yoksulluk, iklim değişikliği ve savaş gibi büyük sorunlarla karşı karşıya kalmış durumda. Bunu fırsat bilen çıkarcı politikacılar ise paranoyak milliyetçiliği kullanarak insanların korkularını körüklüyorlar. Böylece, kendi çıkarlarını garanti altına alıyor olsalar da aynı zamanda küresel düzenin bozulmasına ortam sunuyorlar.

Paranoyak milliyetçilik, abartı ve yalan üzerinden işliyor. Örnek vermek gerekirse, Putin, Ukrayna’nın NATO kuklası olduğunu ve Nazi kliklerinin Rusya’yı tehdit ettiğini iddia ediyor; Hindistan’ın iktidar partisi, Müslümanların Hindu kızları baştan çıkarmak için “aşk cihadı” yürüttüğü uyarısında bulunuyor; Tunus Devlet Başkanı, ülkesindeki Arap çoğunluğun yerini almak için siyahi Afrikalıların “komplo” kurduğunu söylüyor. Görüldüğü üzere paranoyak milliyetçiliğin vaizleri, hedef aldıkları kişi ya da yapıya zarar vermeyi amaçlıyor. Ancak, asıl niyetleri kendi takipçilerini manipüle edebilmek. Kendi konumlarını düşünen liderler, seçimi daha kolay kazanmak için milliyetçi coşkuya başvuruyor. İktidarı ele geçirdikten sonra da sürekli olarak sözde düşmanlara sesleniyor. Bu sayede, yaptıkları manipülasyonun kamuoyunun dikkatinden kaçmasını sağlıyor.

Nikaragua Devlet Başkanı Daniel Ortega, bunun en tipik örneklerinden birini sunmakta. İktidara geldiği 2006 yılından bu yana ABD’yi şeytanlaştırarak muhaliflerini “Yanki imparatorluğunun ajanları” olarak damgaladı. Öte yandan hem medyayı tamamen kendi kontrolüne geçirmiş hem de en kritik devlet kadrolarına kendi aile üyelerini yerleştirdi. Ülkedeki yolsuzluk ve baskı nedeniyle 2018’de patlak veren rejim karşıtı kitlesel protestoların ardından Ortega, protestocuları “vampir” olarak nitelendirdi. Bu süreçte birçok protestocu tutuklandı. Son olarak da 23 Ağustos’ta uzun yıllar boyunca ülkede faaliyet gösteren Katolik tarikatı Cizvitlerini, tarikata ait üniversitenin “terör merkezi” olduğu bahanesiyle yasakladı.

Milliyetçi duyguları kışkırtma politikasıyla yolsuzluk arasında yakın bir ilişki var. Bu politikayla Ortega gibi milliyetçi liderler, devleti kendi yandaş ve akrabaları ile doldurarak ele geçirmeye çalışır. Bu da ülkede yolsuzluğun artmasına yol açar. Örneğin, Güney Afrika’nın eski devlet başkanlarından Jacob Zuma’nın bu politikayı benimsemesi, ülkenin ulusal enerji şirketinin elektrik faturasını ödeyemeyecek kadar yolsuzluğa batmasıyla sonuçlandı. Dolayısıyla istatistiksel analizimiz, hükümetlerin 2012’den bu yana milliyetçiliğe daha fazla kaydığını ve milliyetçilik arttıkça ülkedeki yolsuzluğun da orantılı bir şekilde artış gösterdiğini ortaya koymaktadır.

Paranoyak milliyetçiliğin en önemli işlevi, iyi yönetişimin temelini oluşturan denge ve denetleme mekanizmalarının (özgür basın, bağımsız mahkemeler, sivil toplum örgütleri ve etkili muhalefet) altını oymak için iyi bir araç olması. Nitekim, liderler siyasi rakiplerini engellemek için seçim komisyonunu tasfiye etmek yerine komisyon üyelerini hain ilan etmeyi tercih ederler. Benzer şekilde, denetimden kaçmak için STK’ları bastırmak istediklerini reddederler. Ancak, yabancı fonlardan yararlanan her kuruluşu “ajan” olarak tanımlayan yasalar çıkarırlar. Böylece, bu tür kuruluşları yasaklama ya da kontrol altında tutma imkanı bulurlar. Aynı biçimde, medyayı tamamen yok etmek değil kendileri lehine çalışacak yeni bir medya oluşturmak isterler. Bu tür uygulamalar ise gittikçe artış gösteriyor. Bir tahmine göre, son yıllarda en az 50 ülkede sivil toplumu kısıtlayan uygulamalar görülmekte.

Tunus Cumhurbaşkanı Kay Said’in izlediği yol, buna iyi bir örnek. Ülkedeki ekonomik kriz nedeniyle yoğun toplumsal itiraza maruz kalan Said, temel sorunların sorumlusu olarak ülkedeki siyahi nüfusu suçlama yoluna gitti. Bunun üzerine Tunuslular onun küçük bir azınlığa karşı cesur duruşunu alkışlamaya başladı. Bu sırada Said, yargının içini boşaltıp yolsuzlukla mücadele komisyonunu kapatırken ülkedeki yolsuzluk da artış gösterdi.

Kurumların zayıflatılması, suiistimalleri kolaylaştıran etkenlerin başında gelir. Otoriter bir yönetimin denetleyici kurumlar tarafından ne düzeyde kısıtlandığı, suiistimallerin düzeyini belirler. Örneğin, Nikaragua, İran ya da Zimbabve gibi ülkelerin liderleri, herhangi bir kısıtlayıcı güç ile karşılaşmazken Macaristan ya da İsrail’deki liderler, kurumlar tarafından daha fazla kısıtlanmakta. Ancak her hâlükârda tüm bu ülkelerde iktidardakiler, mahkemeleri, basını ya da muhalefeti zayıflatmak için ya yeni ulusal tehditler üretir ya da mevcut tehditleri körüklerler. Bu da yozlaşmış yönetimin daha da fazla yozlaşmasına neden olur.

Paranoyak milliyetçilik, iyi yönetişime karşı tepkinin en önemli parçasını teşkil etmektedir. İyi yönetişim ise paranoyak milliyetçiliği engeller. Bunun en bariz örneği Soğuk Savaşın sona ermesiyle dünya çapında ortaya çıkan yeni demokrasilerde görülebilir. Bu süreçte ülkeler, serbest seçimler düzenlemeye ve yürütme erkini kısıtlayan mekanizmalar geliştirmeye başladı. Bu durum, güç peşinde koşan çıkarcı siyasetçiler için rahatsız ediciydi. Ancak, 2008 ekonomik krizinin ardından gelen genel hayal kırıklığı, bu tür siyasetçilere kontrolü ele almaları için iyi bir fırsat sundu. Bu şartlar altında paranoyak milliyetçilik, kısıtlayıcı denge ve denetleme mekanizmalarının bazılarını ortadan kaldırmayı kolaylaştırdı.

Bu kısıtlayıcı mekanizmaların genellikle Batılı güçler tarafından teşvik edilmesi, liderlerin iyi yönetişim savunucularını yabancı güçlerin ajanı olarak damgalamasını kolaylaştırmıştır. Özellikle, sömürge yönetimine ya da Latin Amerika’da olduğu gibi ABD’nin müdahalesine maruz kalmış ülkelerde, bu tür damgalamalar kolayca kabul görmektedir. Dolayısıyla, bir lider, sadakatin hakikatten önce geldiği derin bir şüphe ortamı yaratırsa kendisini eleştiren herkesi kolayca hain olarak damgalayabilir.

Kötülüğün ilk sığınağı

Paranoyak milliyetçilik yok olmuyor, aksine ilerliyor. Çünkü, liderler birbirlerinden güç alıyorlar. Ayrıca on yıl öncesine kıyasla bu liderler daha rahat hareket edebiliyorlar. Bu sırada Batı, demokrasi ve iyi yönetişimi yayma programına olan inancını yitirmiş halde. Öte yandan, azılı bir paranoyak milliyetçiliğin hüküm sürdüğü Çin, evrensel hoşgörü ve iyi yönetişim değerlerinin emperyalizmin uzantısı olduğu fikrini yayıyor. Bu bağlamda, Çin için dışarıdan bir müdahale ve içeriden bir eleştiri kabul edilemez şeylerdir. İnsanlar paranoyak milliyetçiliğin yalan üzerine kurulu olduğunu görebilirlerse, Çin’in kampanyasının ne kadar yanıltıcı olduğunu fark edebilirler. Nitekim, daha iyi bir yaşam ırkçı bir yolla elde edilemez.


Bu yazı, The Economist’de “How paranoid nationalism corrupts” başlığıyla yayımlanmıştır. Çeviri yapılırken yazının belirli kısımlarında editoryal düzenleme yapılmıştır.