×
ALMANYA

ANALİZ

Almanya’da Koalisyon Hükümetleri: Günümüz Siyaseti İçin Ne Vadediyor?

Almanya’daki koalisyon hükümetlerinin en büyük zaafı, ani gelişen siyasi, ekonomik ve uluslararası gelişmeler karşısında koalisyon taraflarının ortak karar almakta zorlanmaları ve süreci doğru yönetememeleridir.
DÜNYA GENELİNDE koalisyonla kurulan hükümetler, nadir bir istisna olarak değil, en azından dünyanın bazı bölgelerinde tipik bir siyasi durum olarak görülüyor. Avrupa’da halen ülkelerin büyük çoğunluğu koalisyon hükümetleri tarafından yönetiliyor. On yıllardır koalisyonlarla yönetilen bir ülkenin klasik örneği Almanya. İlk demokratik Alman Devleti olarak adlandırılan Weimar Cumhuriyeti’ndeki (1919-1933) hükümetler koalisyonlardan oluşuyordu. 1949’da kurulan Almanya Federal Cumhuriyeti bu geleneği sürdürüyor. O tarihten bu yana tüm Federal Alman hükümetleri istisnasız olarak koalisyonlardan oluşuyor. Bu doğrultuda Almanya’nın bir Koalisyon Cumhuriyeti olduğunu söylemek mümkün.

26 Eylül 2021’de gerçekleştirilen Alman federal seçimleri neticesinde Alman Federal Meclisi Bundestag, 7 partinin 736 temsilcisinden oluştu: Sosyal Demokrat Parti (SPD), Hristiyan Birlik Partileri (CDU-CSU), Birlik 90/Yeşiller, Liberal FDP (Hür Demokratik Parti), AfD ve Sol. Federal Meclis seçimlerinden yaklaşık 2 ay sonra seçimlerin galipleri olan SPD, Yeşiller ve FDP arasında “Trafik Lambası” olarak adlandırılan Almanya Federal Cumhuriyeti’nin 25. koalisyon hükümeti kuruldu. Almanya Federal Cumhuriyeti’nde hükümetler birkaç parti arasında koalisyon olarak kurulur. Mutlak çoğunluk, özellikle federal düzeyde istisna olarak kalmış durumda.

Almanya’nın 75 yıllık siyasi tarihinde sadece bir kez, o da 1957 yılında tek başına iktidara gelen CDU/CSU dışında bugüne kadar tek başına iktidara gelen başka bir parti yok. Aslında Birlik partileri için en yüksek seçim zaferlerini elde eden Konrad Adenauer, tek başına iktidara gelebilmesine karşın burjuva kamptan Alman Partisi “Die Deutsche Partei (DP)” ile koalisyon kurmayı tercih etmişti. Alman seçim sistemi nedeniyle tek başına iktidara gelmenin zor olduğu Almanya’da koalisyon hükümetlerine en çok Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) ve Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) partisinden oluşan Birlik Partileri önderlik yapmış durumda. Bunun yanında tüm hükümet başkanları iki büyük partiye mensup olmuş: CDU/CSU ve SPD.

Bu bağlamda Almanya’nın bugünkü siyasi ve ekonomik durumunu düşündüğümüzde, koalisyon hükümetleri istikrarsızlığa ve krizlere yol açar iddiasını, kurulduğu günden bugüne koalisyon hükümetleri tarafından yönetilen Almanya Federal Cumhuriyeti örneği yanlışlamakta mıdır? Gerçekten de Almanya’daki koalisyon hükümetleri tek başına çoğunluğu sağlayan hükümetlere göre daha başarılı mı olmuştur? Bu çerçevede koalisyon Almanya’da bir tercih mi ya da zorunluluk mudur? Bu sorulara kısaca bakmak gerekir. 

Almanya’nın birliğini sağladığı 1871’den Weimar Cumhuriyeti’nin son bulduğu 1949 arası döneme baktığımızda imparatorluk (II. Reich) liderliği veya Şansölyesi her zaman Alman İmparatoru tarafından seçildiği için koalisyonlar gerekli değildi. Ancak parlamentoda muhafazakârlar ve ulusal liberallerden oluşan adını Reich Şansölyesi Bernhard von Bülow’dan alan “Bülow Bloku” gibi ittifaklar kesinlikle vardı. 1907’de İmparatorluk Meclisi Reichstag’da on altıdan fazla parti vardı ve farklı fikirler göz önüne alındığında, parlamentarizasyonu zorlayabilecek sürdürülebilir bir koalisyon kurmak ise mümkün değildi. I. Dünya Savaşı sonrası Almanya’da siyasi partilerinin hızla çoğalması ve küçük burjuva partilerine verilen imtiyazlar 1933’te Weimar Cumhuriyeti’nin çöküşüne önemli katkıda bulundu. Adolf Hitler’in Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (Nationalsozialistische Deutsche Arbeiterpartei – NSDAP) ile Alman Ulusal Halk Partisi (Deutschnationale Volkspartei – DNVP) 30 Ocak 1933 tarihinde koalisyon hükümeti kurdu. Ancak bu koalisyon DNVP’nin kendisini kısa bir süre sonra feshetmesiyle bitti ve milletvekilleri NSDAP’a katıldılar.

İkinci Dünya Savaşı sonrası 14 Ağustos 1949’daki ilk Federal Meclis seçimlerinden sonra kurulan CDU/CSU, FDP ve DP ilk koalisyon hükümetinden bugüne kurulan tüm Alman hükümetleri koalisyon hükümeti oldu. Bu koalisyon hükümetleri genellikle, CDU/CSU ile FDP ya da SPD ile Yeşiller ve son olarak CDU/CSU ile SPD birlikte kurduğu büyük koalisyon olarak adlandırılan “Große Koalition” hükümetleri olmuştur.  

Almanya’nın ulaştığı bugünkü ekonomik ve siyasi güce baktığımızda 75 yıllık tarihi içerisinde kurulan 25 koalisyon hükümetinin, istikrarı bozmadan ya da ülkeyi bir krize sokmadan başarılı ve sorunsuz bir şekilde çalıştığı düşünülebilir. Ancak geçmişten günümüze kadar baktığımızda tıpkı 2023 yılı sonunda Alman Anayasa Mahkemesi’nin verdiği bir karar ile ortaya çıkan ve haftalarca süren “Bütçe Krizi”nde görüldüğü gibi koalisyon ortakları arasında büyük krizlere neden olan ve koalisyonları dağılma noktasına getiren birçok olumsuz olay yaşanmıştır. 

Her ne kadar federal ya da eyalet seçimleri öncesi ve sonrası Alman siyasi partileri hali hazırda koalisyon kurmaya ve olası bir koalisyon hükümetinin bir parçası olma noktasında uyumlu olsalar da sorunları ve krizleri engelleyememektirler. Özellikle seçimler sonrası yapılan bazen 6 ayı bulan (Eylül 2017 seçimleri sonrası koalisyon görüşmeleri yaklaşık 6 sürdü ve bu süreçte ülke hükümetsiz kaldı) koalisyon görüşmeleri sürecinde siyasi partilerin talep ve isteklerini yaptıkları koalisyon anlaşmaları ile garanti altına almaları da ortaklar arasındaki sorunları ve krizleri tam anlamıyla çözememekte. Ani gelişen siyasi, ekonomik ve küresel olaylar karşısında koalisyonun tarafları ortak karar almakta zorlanmakta ve süreci doğru yönetemedikleri görülmektedir. İstikrar üzerine kurulu bir anayasa ve sisteme sahip olmayan pek çok ülkede Bütçe Krizi gibi bir kriz hükümetin çöküşünü tetikleyebilirdi. Almanya’da ise hükümet ister başarılı ister başarısız olsun, hükümeti çökertmek neredeyse imkânsıza yakın. 

Weimar ve Nazi dönemi siyasetinden ders alan Almanlar ve savaşın galibi müttefikler, Alman anayasasını hazırlarken bu dönemlerin siyasi olumsuzluklarının tekrarlanmasını önlemek için, çatışmaların mümkün olduğunca az kesinti ile hızlı bir şekilde çözülmesini gerektiren bir siyasi sistem oluşturarak, istikrarı sağlamaya çalıştılar. Bu doğrultuda Federal Meclis Bundestag’ın kendi kendini feshedememesi gibi getirilen bazı koşullar ile erken seçime gidilmesinin engellenmesine yönelik yüksek bir çıta belirlediler. Bu bağlamda sadece şansölye/başbakan güven oylaması çağrısı yapabilirken, yeni seçim çağrısını ise sadece cumhurbaşkanı yapabilmektedir. 

Başka bir ifadeyle Alman Anayasası’na göre, Federal Meclis erken seçimlere kendisi karar veremez. Federal Şansölye bile öyle kolayca erken seçim çağrısı yapamaz. Bu hak sadece Federal Cumhurbaşkanı’nın hakkıdır. Bu nedenle güven oyalaması Almanya’da nadir görülen bir olay durumunda. Bu çerçevede Weimar Cumhuriyeti’nin aksine, Federal Cumhuriyet şimdiye kadar kıskanılacak bir istikrarın tadını çıkarıyor. Şimdiye kadar sadece beş güven oylaması yapıldı ve genellikle siyasi konumlarını güçlendirmek isteyen şansölyelerin taktiksel hamleleri şeklinde gerçekleşti. Örneğin krizi aşmak için yeni seçim isteyen, 1972’de dönemin Şansölyesi Willy Brandt, 1982’de dönemin Şansölyesi Helmut Kohl ve 2005’te dönemin Şansölyesi Gerhard Schröder başarısız güvenoyu oylamasından sonra ülkeyi seçime götürdüler. Bunun yanında koalisyon içindeki krizler sadece Şansölye’nin aynı partiden bir üyeyle değiştirilmesiyle (1963’te Konrad Adenauer’in Ludwig Erhard’la, 1974’te Willy Brandt’ın Helmut Schmidt’le) hızla kontrol altına alınabildi.

Tarihin bir sonucu olarak Almanya’da iktidarın tek bir kişinin ya da tek bir partinin eline geçmemesi için paylaştırılması hedeflenmekte. Bu nedenle güç sadece eyaletler arasında değil, aynı zamanda hükümet partileri arasında da dağıtılmakta. Eyalet/Yerel veya ulusal seçimlerin büyük çoğunluğundan sonra, klasik olarak nitelendirebileceğimiz bir büyük parti ve bir küçük parti veya bir büyük iki küçük partiden ya da iki büyük partiden oluşan bir koalisyon hükümetleri oluşturulur ve bu, partilerin görev süresi boyunca saygı duyması gereken bir koalisyon sözleşmesinin hazırlanmasını da içerir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Alman koalisyon hükümetlerini çökertmek neredeyse sistemin yapısı gereği imkânsıza yakın. Almanya’da bugün olduğu gibi koalisyon ortakları arasında anlaşmazlık, büyük tartışmalar ve derin krizler yaşan(mıştır)maktadır. Ülkede, nadir de olsa koalisyon içerisindeki sorunlar erken seçim ya da başbakanın değişmesi yoluyla aşılmakta. Almanya’daki koalisyon hükümetlerinin en büyük zaafı olarak; ani gelişen siyasi, ekonomik ve uluslararası gelişmeler karşısında koalisyon taraflarının ortak karar almakta zorlanmaları ve süreci doğru yönetememeleri gösterilebilir. 

Bugün itibariyle Almanya’daki koalisyon hükümetlerini bekleyen ve bu bağlamda sistemin istikrarını bozacak en büyük tehlike, iki büyük parti CDU/CSU ve SPD’nin her geçen gün oy kaybetmelerine karşın AfD ve sol partinin giderek oylarını arttırmaları. Almanya’da 2025 federal seçimleri ve sonrası için koalisyon ortaklarının hangi partilerden olacağına yönelik kaygılar yükseliyor. Özellikle Almanların dörtte üçünün şuandaki SPD, Yeşiller ve FDP arasındaki mevcut koalisyon hükümetinden memnun olmaması, koalisyonun uyum içerisinde çalışamaması, Başbakan Olaf Scholz’ün Avrupa’nın en güçlü ekonomisine liderlik edememesi ve Almanya’nın “hasta adam” olarak anılmasının yanında Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağ karşısında alınan ezici yenilgi, sistemin geleceğine yönelik endişeleri derinleştiriyor. Trafik Lambası koalisyon hükümeti, üzerindeki tüm bu olumsuzluklara, devam eden tartışmalara, erken seçim baskılarına ve klinik olarak ölü kabul edilmesine rağmen, 2025 yılında yapılacak federal seçimlere kadar çökmeden yoluna devam edecek gibi görünüyor. Bir Alman atasözünde ifade edildiği gibi “öldüğü söylenenler daha uzun yaşar - Totgesagte leben länger” mevcut federal hükümet için mükemmel bir slogan olabilir.

Koalisyonun doğası gereği üç ortak arasında gerekli uzlaşmalar üzerinde anlaşmak, iki ortak arasında olduğundan daha zor. Ancak bu ikisinden daha zoru ise dışlanan ve görmezden gelinmeye çalışılan aşırı sağcı AfD ve Sol parti ile koalisyon kurma olasılığı.

AHMET BÜLBÜL

Münih Ludwig-Maximilians Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ana dalında, Hukuk Bilimi ve Yakın Doğu Kültür Tarihi, Türkoloji yan dallarında Lisans ve Yüksek lisans eğitimini aldı. 2007 yılında Yüksek lisans eğitimini “Avrupa Birliği ve Türkiye - Türkiye Avrupa Birliğine ait mi? Arka Plan ve Argümanlar” başlıklı Almanca teziyle tamamladı. Erciyes Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi ana bilim dalında “Başbakan Angela Merkel Dönemi Almanya’nın Ortadoğu Politikası” başlıklı doktora tezi ile 2019 yılında doktora ünvanını aldı. Nuh Naci Yazgan Üniversitesi’nde ders veren Bülbül’ün akademik çalıştığı alanlar arasında Alman Siyaseti ve Dış Politikası, Ortadoğu, Türk-Alman İlişkileri, Türk Dış Politikası, Avrupa Birliği ve Uluslararası Hukuk yer almaktadır. Bu konularda farklı dergi ve kitaplarda birçok yayını bulunmaktadır.