×
ALMANYA

ANALİZ

Almanya’da Din ve Müslümanlar

Bugün Almanya’nın 6 milyonluk bir nüfusunu oluşturan Müslümanlar, bir yandan devlet tarafından Berlin’de ağırlanıyor ve meselelerini tartışıyorlar; bir yandan da entegrasyon ve asimilasyon tartısında kendilerine “yeni yerli” rütbesinde bir yer arıyorlar.
1960’TAN BU YANA özellikle göç yoluyla ve yeni doğumlarla Almanya’nın artık 6 milyonluk bir nüfusunu oluşturan Müslümanlar, bir yandan devlet tarafından Berlin’de ağırlanıyorlar-meselelerini tartışıyorlar; bir yandan da entegrasyon ve asimilasyon tartısında kendilerine “yeni yerli” rütbesinde bir yer arıyorlar. Kanımca bu her iki tarafın da ortak ödevi, ülkenin ve bu göçmenlerin geleceği için hayati önem taşıyor.
 
Bu yazıda Almanya’daki Müslümanlar ile ilgili kimi konular işlenecektir.
 
***
Romano Prodi: Bir hayalim var!
 
İtalya eski Başbakanı (1996-1998, 2006-2008) ve Avrupa Komisyonu Başkanı (1999-2004) Romano Prodi ile Bologna’da çalışma ofisinde yaptığımız görüşmede çok samimi bir dille bana şunu söylemişti: Sayın Ermağan, benim büyük bir hayalim var. Avrupa Birliği çeşitlilikte birlik ilkesini paylaşıyor. Savaşa hayır diyor. Keşke bir köyde huzur içinde bir yanda kilise, bir yanda cami ve bir yanda sinagog barış içinde olabilseler, asli misyonları “insanı mutlu etme” hedefiyle ortaklaşabilseler.
 
Hayatta ütopyalar her zaman olmalılar; onlar insana can veriyor, ruh veriyor Sayın Başkan!
 
Her yerde ve her toplum için geçerli olan bu ilkeyi destekliyoruz.
 
***
Almanyalı Müslümanlar Kimler, Hangi Genel Özellikler Var?
 
Çoğunluğun Türkiyeli nüfus olduğu, o sebeple ötelemenin de övgünün de sanırım en fazla yöneldiği Müslüman göçmen grubu Türkiye kökenli topluluklar. Fas, Cezayir, Pakistan, Azerbaycan, Arabistan, Suriye; dünyanın hemen hemen tüm diğer Müslüman ülkelerinden de temsilcilerin bulunduğu İslam menüsü bir din-sosyoloji gerçeği Almanya’da! Bunun yönetilmesi konusu zor bir ödev midir sizce? Köklü bir deneyim olacaktır mutlaka.
 
Federal Göç ve Mülteciler Kurumu’nun “Almanya’da Müslüman Hayatı 2020” (“Muslimisches Leben in Deutschland 2020”) başlıklı araştırmasında şu bilgiler kayda değer:
 
• Müslümanların yaklaşık yarısı Alman vatandaşı. 18 yaşından küçüklerinse yüzde 68’i Alman vatandaşı.
 
• Müslümanların çoğunluğu Türkiye kökenli (% 45). Yüzde 19,2’si Orta Doğu’dan, yüzde 19,2’si Güneydoğu Avrupa’dan, yüzde 8,8’i Orta Asya’dan ve yüzde 7,6’sı Kuzey Afrika’dan geliyor.
 
• Müslüman göçmenler yerli halka oranla daha genç. Zira yüzde 21’i 15 yaşın altında. Bu oran yerli halkta yüzde 14. Yüzde 22’si 15-24 yaş arasında. Almanya’da yaşam süresi ortalama 32 yıl ile en fazla Türkiye kökenlilerde.
 
• Çoğunluğu Sünni (% 74). Dindarlık açısından yüzde 82’si kendisini inançlı görüyor. Gıda tüketiminde dinî kurallara yüzde 70’i riayet ediyor. Yüzde 56’sı oruç tutuyor. Yüzde 39’u günlük namaz kılıyor. Yüzde 25’i hiç namaz kılmamış ve yüzde 24’ü oruç tutmuyor. Başörtüsünü kadınların yüzde 30’u kullanıyor ve kullanma sebebi olarak yüzde 89’u dinî bir emir olmasını belirtiyor.
 
• Almanya’daki Müslümanların yüzde 38’i ankette yer alan 13 İslami kuruluştan en azından bir tanesi tarafından temsil edildiğini düşünüyor. Türkiye kökenliler arasında bu oran yüzde 57.
 
• Yüzde 79’u Almanca dil bilgisini çok iyi noktada görüyor. Okul diploması olmayanların oranı yüzde 15. Yüzde 59’ununsa meslek eğitimi veya yüksek okul diploması yok. Yerli kesime kıyasla bu oran ciddi seviyede düşük. Çoğunluğu toplumda dışlanma yaşamıyor. Yüzde 65’i yerli kesimle aile, komşuluk veya iş yeri ortamında ilişki içerisinde.
 
*** 
Almanyalı Müslümanların Temel Sorunları
 
Kamuoyu yoklamaları, elit röportajları-kitap yayınları vb. kimi kaynakların analiz edilmesi sonucu en temelde dört soruna işaret edilebilir.
 
• Entelektüellerde bile İslam’a karşı terörize edilmiş-genelleştirilmiş negatif algı,
• Müslüman kesimler için halkın merkez çoğunluğunda toleransın varlığına karşın “bizden bir parça” gerçekliğinin yani “Hoş geldin” duygusunun henüz oluşamaması,
• Aşırı sağcı kesimlerin öldüren (cami, kişi vb.) saldırıları,
• Müslüman hassasiyetlere dikkat eden işçilerin-öğrencilerin vb. kısmi dışlanmaları.
 
Diğer yandan siyasal, kültürel ve dini entegrasyon konularında Alman devletinin gerçekleştirdiği desteklere ve Avrupa ülkelerindeki cami sayılarına bakılacak olursa Almanya’nın sağladığı imkanlara dikkat çekmek de elzemdir. Bodrum katlarında bile ülke ibadethanelerle örülmüştür dense çok abartı olmaz. Tabi artık camilerin inşası, birinci sınıf vatandaşlığa giden tedbirlerden biridir. Berlin’de Müslümanların farklı kesimleri ile yapılan toplantılar bu noktada can alıcı uygulamalardan bir diğeridir. 
 
Bu karşılıklı ortamın daha ilerlemesi her iki tarafın da menfaatine; çünkü “yeni nesil” Müslümanlar Almanya’da “yabancı” olmak istemiyorlar. “Eleştirilerin ötesinde hakaret olarak algılanan” Fransa’nın Charlie Hebdo çizgisi, Avrupalı ve Alman Müslümanları aşırıcılaştırmanın en “çakal” yollarının başında geliyor. 
 
Çözüm mü? 
 
*** 
Avrupa, Avrupa Duy Sesimizi; Deneyimle Tecrübelerimizi!
 
Din konusunda merkeziyetçi Fransa’yı baz alan Türkiye’nin muhafazakar kesime yönelik kimi militan demokrasi uygulamaları, devletin 2000 sonrası (Prof. Dr. Ergun Özbudun gibi elitlerin de akademik alandan destekleriyle) liberal demokrasi uygulamaları sonucu ortadan kaldırıldı. Başörtülülere üniversite yasaklamaları ile devlet bireylerini, dolayısıyla onların akıllarını kendinden uzak tuttuğunu kabul etti. Dönüşüm-değişim-gelişim yolunda karşılıklı ve iç içe bir süreç başlatıldı. Burada sistemin kendini de koruması hedef alındı. Ve başarılmışa benziyor. Nilüfer Göle de bu tezi savunuyor ve Avrupa’nın bu Türkiye deneyiminden öğrenmesi gereken dersler var diyor.
 
Bu anlamda Almanya militan demokrasiye abanmadı; Müslüman nüfus çoğaldıkça, devletten talepler geldikçe, kurallara göre yaşandıkça buna karşılık verdi; örneğin Fransa veya Yunanistan’a göre farkını gösterdi. Mesela kurduğu İslam Konferansı isimli kurum etrafında ülkenin kültür kodları ile uyum içinde olacak bir İslam anlayışının gelişmesi için kimi girişimlerde bulundu. Bu vesile ile İslam teolojisi eğitimi veren fakültelerin açılması, camilerde görev yapacak imamların Almanya’da eğitim görmesi gibi adımlar atıldı. Hamburg gibi bazı eyaletlerde devlet ile dini cemaatler arasında anlaşmalar yapılarak Müslümanların hayat tarzlarını dikkate alan düzenlemelere gidildi. Başörtülü kadınların devlet memuru veya öğretmen olması bu sürecin sonucudur.
 
Yani Avrupa’nın Attila veya Osmanlılardan kalma negatif tarihsel mirasına karşı, AB Müktesebatı (acquis communautaire) cesurca Müslüman nüfus için de normalleşmelidir! Bu bağlamda – güvenlikleştirici zihniyetten uzakta sistemi-kültürü koruma önlemlerinin yanında – Müslüman yurttaşlarına karşı “sürekli ötele” politikalarından vaz geçmenin tam zamanıdır!
 
Rusya’da 15 milyon Müslüman var; Almanya-Fransa-İngiltere’de daha fazlası. Rusya, İslam İşbirliği Teşkilatında gözlemci üye; AB? 
 
*** 
İslam Devlet-Halk Nezdinde Nasıldı, Nasıl Oldu? 
 
Bu soruyu Almanya’da yaşayan sosyal bilimci Bülent Güven’e yönelttik; şu görüşleri aldık: 
 
“Almanya’da ve aslında Avrupa’da İslam’a bakış tarihsel bir ipotek altında. Viyana Sendromu en azından bazı kesimlerin hafızalarında hala tazeliğini koruyor. İslam’a karşı olan kaygıyı artıran bir başka sebep 11 Eylül Sendromu. 11 Eylül’den sonra Almanya’da medyanın da etkisi ile bir ara tüm Müslümanlara neredeyse potansiyel terörist gözü ile bakılıyordu. Gündelik hayatta çok belli olmasa da devletin güvenlik birimleri Müslümanlara karşı uzun yıllar teyakkuz halinde kaldı. Yani İslam bir güvenlik meselesi olarak algılanıyordu. Bu süreçte Alman devleti organize ettiği İslam Konferansını, Federal İçişleri Bakanı üzerinden yürüttü. İçişleri Bakanının İslam ile ilgilenmesi, devletin olaya nasıl güvenlik perspektifinden baktığının bir yansıması idi. Bazı eyaletlerde başörtüsü gibi Müslümanların gündelik hayatlarına dokunan yasakların getirilmesi de bu güvenlikçi bakış açısının bir sonucu idi. Fakat son yıllarda hem toplum hem de devlet nezdinde bir yumuşama olduğu gözlemini yapabiliriz. Hamburg, Berlin, Köln gibi şehirlerde kent nüfusuna oranla Müslümanların toplam nüfusu içindeki payı bazen yüzde 20’lere yaklaşmaktadır. Gündelik hayatta bu görünürlükle Müslüman yurttaşların Alman toplumu ile başarılı entegrasyonu bu yumuşamanın temel nedenlerinden biri. 
 
Gelinen noktada; Almanya’da İslam’ın ve Müslümanların içinde yaşadıkları toplum ve devlet ile ilişkileri iyiye doğru gidiyor diyebiliriz. Alman devletinin hedefi, İslam Konferansını İçişleri Bakanlığı adına organize eden Markus Kerber’e göre, bir Alman İslam’ının geliştirilmesi. Bundan dolayı imamların eğitiminde Alman devleti önemli rol oynamak istiyor. Buna karşın Almanya’da kimi uygulamalar da ‘Alman İslami’ olarak eleştirilmektedir. Devletin istekleri ile toplumun gerçekleri her zaman aynı yönde gitmeyebilir, özellikle iletişim imkânlarının çok çeşitli olduğu bir dönemde. Fakat Müslümanlar ile Alman toplumunun teolojik boyutun dışında uyum halinde olması her iki tarafın da lehine.” 
 
Güven’in Almanya (ve Avrupa) için güvenilir tespitlerini ülkenin Alternatif (aşırı sağcı) siyasetçileri duyuyor mu?
 
Oysa Almanya’da bir reklamda senaryolaştırıldığı gibi; yaşlı bir Alman amcanın evine giden Türk kökenli bir çocuğun “Bir isteğin var mı amca?” sorusuna karşılık yaşlı amcanın çocuğun başını okşaması… “Karşılıklı sevgi” aşırıcılaşmanın baş düşmanı olacaktır!
 
***
Eleştirilen Diyanetin Varlığına Delil Gibi Gerçekler
 
Demokrasi ve çeşitlilik, farklı karakterler-zihinler-yorumlar evrenlerinde iyidir fakat aslolan suyun düzleminde akmasıdır. Cemaat kurma ve cami açma konusunda düzensizlik, belirsizlik ve kuralsızlıkların hakim olması hem din hem cemaat-inananlar hem de içinde yaşanılan devlet için ciddi sorunlara yol açıyor. Bir camide, “Allah’ın evinde”, bir klik, aşiret, kabile ya da bir terör örgütü propagandasının yapılması, ne kadar İslam’ın evrenselliğine uyuyor? Ya da bir grubun diğer grubun arkasında namaz kılmaması. Baştan dışlıyor, birleştirmiyor, müjdelemiyor! Bilakis gettolaşma veya kimi kayıt dışılık faaliyetleri (vergi alma, iç hüküm uygulama, dövme, öldürme vb.) üretiyor.
 
Diyanet, anti-demokratik kurumsallaşma gibi çeşitli nedenlerle eleştirilse de bu tarz kakofoninin önüne geçmek için bir hizmet sunuyor. Diyanet, son kertede Türkiye’nin kurumu, fakat Almanya gibi dış ülkelerde aslında o memleketin de bir aygıtı gibi çalışması – karşılıklı fayda ve evrensel değerler – adına daha rasyonel duruyor.
 
Buna karşın örneğin İran, Arabistan, Mısır vb. Orta Doğu veya Afrika’nın hem aşiretten-kabileden hem de mezhepten kaynaklı dargın-düşman Müslümanları bu camilerde güven içinde ibadetlerini yerine getirirken birbirlerine şunu da sormadan edemiyorlar: Biz neden kendi ülkemizde barış içinde yaşayamıyoruz ki?
 
*** 
Sonuç; Gündelik Yaşamda Uyum Kolay Değil-Karşılıklı Saygı ve Devletin Adalet Eli
 
Giyim-kuşam, dünya görüşü, boş zaman geçirme yöntemleri, gülme-yolda yürüme-tükürme alışkanlıkları gibi gündelik hayat düşünüldüğünde vatandaş arasında harmoni kolay değil.
 
Her hâlükârda içinde yaşanılan topluma saygı şart. Yılbaşı sonrası sokaklara atılan yılbaşı ağaçlarını toplayan cemaat yetkililerinin yaptığı alicenaplık ise bambaşka bir harmoni girişimi, iletişim kurma isteğinin beyaz güvencin postası ile gönderilmesi!
 
İçinizde yaşayan topluma da adalet şart; zira onlar öyle ya da böyle artık yarınınızın bir parçası!

İSMAİL ERMAĞAN

Halen İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi olan Prof. Dr. İsmail Ermağan, lisansını Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi’nde, yüksek lisansını Hamburg Üniversitesi Sosyoloji ve Siyaset Bilimi Bölümlerinde yaptı. Ermağan doktora derecesini Erfurt Üniversitesinin Max Weber Yüksek Araştırmalar Merkezi’nde aldı. Başlıca çalışma alanları şunlardır: Avrupa Birliği entegrasyonu, Türkiye-AB ilişkileri, Türkiye-Almanya İlişkileri, Almanya’daki Türkler, Afrika, Latin Amerika ve Asya-Pasifik okumaları, göç ve göç yönetimi. Yurt içinde ve yurt dışında 70 civarında makalesi/kitap bölümü olan yazarın şu kitapları yayımlanmıştır: Almanya Türkleri’nin Uyum ve Ayrılım Eğilimleri; Avrupa Birliği ve Türkiye’nin Üyeliği: Türk Partilerinin ve Avrupa Parlamentosundaki Partilerin Politikaları; Türkiye’nin Yönü Avrupa Birliği’ne mi: Türkiye’de AB Şüpheciliği; Türkiye’deki Sivil Toplum Örgütlerinin AB Üyeliğine İlişkin Davranışları; 21. Yüzyılda Uluslararası İlişkilerde Yeni Trendler: İnsanımız İlk 10 Yolunda mı?; Dünya Siyasetinde Almanya 1-2; Dünya Siyasetinde Latin Amerika 1-2; Dünya Siyasetinde Afrika 1-8; Dünya Siyasetinde Doğu Asya.