×
ALMANYA
4.12.2023

ANALİZ

Sağ ve Sol Arasında: Almanya’da Muhafazakâr Siyasetin Açmazları!

Bugün Hıristiyan Demokratları zorlayan birçok mesele var. Bunlardan biri Merkel’in mirası. Bir diğeri, Alman siyasetinde koalisyonun zorunluluğu. En önemlisi de popülist aşırı sağdan gelen ve giderek büyüyen tehdit.
ALMAN MUHAFAZAKÂRLARI için mutlu bir zaman olmalı. Gerçekten de merkez sağ parti Hıristiyan Demokrat Birliği (CDU), Angela Merkel’in 16 yıllık başbakanlığı 2021’de sona erdiğinden beri iktidardan uzak. Ancak merkez sol Sosyal Demokratlar (SPD) liderliğindeki iktidar koalisyonu sadece iki yıl içinde kamuoyu yoklamalarında geriledi. Hükümetteki üç partinin ortak oy oranı %35’i ancak bulabiliyor. CDU ve Bavyera’daki bağlı partisi Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU), tek başlarına %30 civarında bir oy oranına sahipler ki bu da 2021’deki oylamada elde ettikleri %24’lük orana kıyasla kayda değer bir artış anlamına geliyor.

Parti son yerel seçimlerde de başarılı oldu. Ekim ayı başında CDU, Hessen eyaletinde sekiz puanlık bir artışla %35 oy alarak zafere ulaştı. Bavyera’da ise Hıristiyan Sosyal Birliği 1957’den bu yana Almanya’nın en büyük eyaletinde (yüzölçümüne göre) sahip olduğu üstünlüğü korudu. CDU milletvekili ve eski Sağlık Bakanı Jens Spahn’a göre, “Almanların çoğunluğu artık sol olmayan partilere oy veriyor.”

Yine de ana akım muhafazakârlar arasındaki ruh hali kendini beğenmişlikten uzak ve bir tedirginlik hakim. Çünkü CDU’yu zorlayan birçok mesele var. Bunlardan biri Merkel’in mirası. Merkel’in hakimiyetinin uzunluğu, partinin lider olarak haleflerinin kaçınılmaz olarak küçük görünmesi anlamına geliyor. 1 milyondan fazla mülteciyi kabul etmek ve nükleer enerjiyi aşamalı olarak durdurmak gibi bazı tartışmalı politikaları nedeniyle zarar görmeye de devam ediyorlar. İkinci mesele ise CDU’nun Almanya’nın en güçlü partisi olmasına rağmen hâlâ koalisyon ortaklarına ihtiyaç duyması. Muhafazakâr seçmenler en olası koalisyon ortaklarının solda olduğunu biliyor. Jens Spahn, insanların “şayet size oy verirsek eski sistemin bir türevini elde ederiz” düşüncesine sahip olduklarını düşünüyor.

Kısmen bu iki zorluk nedeniyle CDU şimdi bir üçüncüsüyle de karşı karşıya: Popülist aşırı sağdan gelen ve giderek büyüyen bir tehdit. On yıl önceki kuruluşundan bu yana marjinal olarak görülen göçmen karşıtı, elit karşıtı, Avrupa karşıtı ve Rusya yanlısı “Almanya için Alternatif Partisi” (AFD), hükümete yönelik hayal kırıklığından oldukça kazançlı çıkmış görünüyor. Öyle ki CDU’dan bile daha fazla. Anketler AFD’nin yaklaşık %22 ile Almanya’nın en popüler ikinci partisi olduğunu gösteriyor. Gelecek yıl oylama yapılacak üç doğu eyaletinde de CDU’yu geride bırakıyor. Görünüşte pragmatik bir seçenek, ikisi arasında muhafazakâr bir ittifak olabilir. Ancak çoğu Alman, özellikle de daha liberal olanlar AFD’ye dehşetle bakıyor.

Resmi olarak CDU da öyle. Partinin yükselen yıldızlarından biri olan ve geçen yıl en kalabalık eyalet olan Kuzey Ren-Vestfalya’nın başbakanı seçilen Hendrik Wüst bu konuda kesin konuşuyor. AFD, mahkemeler tarafından karara bağlandığı şekliyle demokratik değil faşizan bir parti: “Demokrasimizin temellerini, özgürlüklerimizi, Batı’ya, Avrupa’ya olan bağlılığımızı sorguluyorlar” diyor. “Onlar bizim rakibimiz, potansiyel bir müttefikimiz değil.” Kuzey Ren-Vestfalya eyaletini Yeşiller ile koalisyon halinde yöneten Wüst, CDU’nun kendi temel değerlerine ve merkezci içgüdülerine sadık kalması gerektiğini düşünüyor.

Partinin şu anki ulusal lideri Friedrich Merz de AFD ile anlaşma yapmayı reddediyor. Ancak CDU’nun daha muhafazakâr kanadı, aynı zamanda popülist sağın desteğini arttıran aynı konular üzerinde durarak onun şimşeklerini üzerine çekmeye çalışıyor. En bariz olanı, AFD için sürekli bir baş belası olan göç. Geçen yıl 1 milyon Ukraynalı mülteci akını, başka yerlerden gelen sığınmacı sayısındaki büyük artış ve yabancılara atfedilen suçların popüler medyada saplantılı bir şekilde yer alması nedeniyle halkın göç korkusu belirgin bir şekilde artmış durumda.

Eski bir şirket avukatı olan Merz, Ukraynalı mültecileri “fayda turistleri” olarak tanımlayarak, çok sayıda göçmenin yaşadığı bir Berlin’in artık Almanya’nın bir parçası olmadığını ima etti ve “zaten çok fazla antisemitimiz var” diyerek Gazze’den mülteci kabul etme fikrini reddetti. Spahn ise “Müslüman-Arap kültüründen” gelen insanların Almanya’yı daha şiddet yanlısı hale getireceğini iddia ederek ve Alman makamlarının düzensiz göçü durdurmak için güç kullanması gerektiğini öne sürerek eleştirilerini sürdürdü. Merkel’in 2015’teki Suriyeli mülteci krizinin doruk noktasında yaptığı “bununla başa çıkabiliriz” şeklindeki yüce gönüllü açıklamayla açıkça çelişen Spahn, “Bu gerçeği basit bir şekilde kabul etmemiz gerekiyor” diye ısrar ediyor.

Bu tür söylemler, göçün şu anda seçmenlerin kaygılarının başında geldiğini gösteren son anketlerin de altını çizdiği gibi, kamuoyunda yankı buluyor. Ancak Berlin Free Üniversitesi’nden siyaset bilimci Julia Reuschenbach, CDU’nun aşırı sağcı söylemleri benimsemesinin riskli olduğu uyarısında bulunuyor. Diğer Avrupa ülkelerinde de benzer şekilde radikal çıkışları geride bırakmaya çalışan merkez sağ partiler, neredeyse her durumda kendilerine daha fazla zarar veriyor. Reuschenbach, “İtalya’nın muhafazakarları aşırı sağı yatıştırmaya çalıştı ve sonuçta artık yoklar” diyor ve ekliyor: “Onların yerine üç aşırı sağcı parti var.”

Oxford Üniversitesi’nden Tarik Abou-Chadi bir başka güçlü örnekten bahsediyor. Bavyera’daki seçimlerde CSU’nun popüler ve uzun süredir liderliğini yapan Markus Söder, Berlin’deki iktidar koalisyonuna ve özellikle de Yeşiller’e, sözde otoriter tavırları ve idealizmden uzak olmaları nedeniyle saldıran coşkulu bir kampanya yürüttü. Bu muhafazakarlara yeni oylar kazandırdı; ancak bu oylar CSU’ya değil AFD’ye ve yerel bir popülist parti olan Özgür Seçmenler’e gitti. İki parti, birlikte %30’a yükselirken, CSU %37’de kaldı. Abou-Chadi, “Kültür savaşlarına odaklanmak, bu konuların kamusal söylemde baskın olmasına izin veriyor ve bunu teşvik ediyor” diyor. Bu da “AFD’nin normalleşmesine yardımcı oluyor.”

Diğer taraftan Julia Reuschenbach, CDU’nun yetkinlik ve ılımlı muhafazakâr değerleri vurguladığı son eyalet seçimlerinde güçlü bir performans gösterdiğini belirtiyor. Wüst de aynı fikirde; kendi eyaleti bunun en iyi örneği. “Değişebilir ve uyum sağlayabiliriz” diyor, ancak bu “Hıristiyan değerlerimiz ve orta sınıfın tutumları temelinde” olduğu sürece.

Herhangi bir partinin salt çoğunluğu elde etmesinin imkansız olduğu Alman siyasetinin doğası ve genellikle sakin bir güveni kızgınlığa tercih eden halkın yapısı göz önüne alındığında, CDU’nun sert söylemlerle potansiyel koalisyon ortaklarını yabancılaştırmamaya özen göstermesi gerekiyor. Alman kamuoyu biraz sağa kayıyor olsa da CDU’nun iktidara giden tek yolu hâlâ solla anlaşmaktan geçiyor. Parti genel başkanı Merz sağa kayarak bunu daha da zorlaştırıyor.


Bu yazı, The Economist web sitesinde 9 Kasım 2023 tarihinde “Germany’s Christian Democrats are unsure whom to hug” başlığıyla yayımlanmıştır. Çeviri yapılırken yazının belirli kısımlarında editoryal düzenleme yapılmıştır.