×
ALMANYA
3.09.2023

ANALİZ

Almanya Avrupa’nın Hasta Adamı mı?

Almanya son yıllarda jeopolitik, teknoloji, enerji dönüşümü, demografi ve nitelikli iş gücü konusunda kritik sorunlarla karşı karşıya. Koalisyon hükümetleri ve temkinli bürokratlar tarafından yönetilen bir ülkede bu sorunların aşılması kolay olmayacak.
YAKLAŞIK YİRMİ BEŞ yıl önce Almanya, [...]  “yeniden birleşme, iş piyasasında daralma, ihracat talebindeki yavaşlama sonucu zora giren ülke ekonomisi ve çift hanelere çıkan işsizlik” bağlamında büyük sorunlarla karşılaştı. Ardından 2000’lerin başında yapılan reformlar ülke için adeta bir altın çağ başlattı. Böylece Almanya, diğer ülkelerin gıpta ettiği bir konuma yükseldi. Bu konum, ülkede trenlerin zamanında kalkmasından ziyade, dünya çapındaki mühendisliğiyle ihracatta bir güç merkezine dönüşmeyi ifade ediyordu. Ancak, Almanya gelişirken nihayetinde dünya da yerinde saymadı. Sonuç olarak Almanya bir kez daha geride kalmaya başladı.

Son yıllarda Avrupa’nın en büyük ekonomisi, büyüme konusunda zirvedeki yerini kaybederek alt sıralara geriledi. 2006-2017 döneminde büyük ekonomiler arasındaki performansıyla dikkat çeken ve ABD’yle yarışır durumda olan Almanya, bugün üst üste üç çeyrektir ekonomik daralma yaşıyor. Böylece ülke, 2023 yılında küçülen tek büyük ekonomi olmuş oldu. Üstelik, sorun geçici de görünmüyor. IMF’ye göre, Almanya önümüzdeki beş yıl içinde ABD, İngiltere, Fransa ve İspanya’dan daha yavaş büyüyecek.

Elbette, durum 1999’da olduğu kadar endişe verici değil. Nitekim, işsizlik bugün yüzde 3 civarında ve eskiye kıyasla ülke daha zengin. Yine de Almanlar ülkelerinin gerektiği kadar iyi durumda olmadığından giderek daha fazla şikayet ediyor. Anketlere göre, her beş kişiden dördü, Almanya’nın yaşamak için ideal bir yer olmadığını söylüyor. Trenler artık o kadar rötarlı çalışıyor ki İsviçre, rötarlı trenleri kendi tren ağından çıkardı. Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock ise resmi uçağının arızalanması nedeniyle bu yaz ikinci kez yurtdışında mahsur kaldı ve sonrasında Avustralya gezisini iptal etti.

Almanya’nın eski sektörlerdeki üstün başarıları sayesinde, yeni sektörlere yeterince yatırım yapmaması pek dikkat çekmedi. Öte yandan, rehavetle birlikte mali ihtiyatlılık takıntısı, demiryolları ve silahlı kuvvetler de dahil kamu sektörüne çok az yatırım yapılmasına neden oldu. Genel olarak, ülkenin bilgi teknolojilerine yaptığı yatırımın milli gelire oranı ABD ve Fransa’nın yarısından daha az. Bir diğer sorun da bürokratik tutuculuk. Bir işletme için ruhsat almak 120 gün sürüyor. Bu süre, OECD ortalamasının tam iki katı. Tüm bunlara, büyüyen jeopolitik sorunlar, karbon emisyonunu azaltma konusundaki zorluklar ve yaşlanan nüfus sorunu da eklenince çözümün kolay olmayacağı anlaşılıyor.

Jeopolitik gelişmeler, imalatın artık eskisi gibi para getiren bir iş olmaktan çıkabileceğini gösteriyor. Büyük Batı ekonomileri arasında Almanya, Çin’den gelen etkilere en fazla maruz kalan ülke durumunda. Geçen yıl iki ülke arasındaki ticaret hacmi 314 milyar dolara ulaştı. Bu ilişki bir zamanlar kâr temelinde yönetilebilmiş olsa da işler şimdi daha karmaşık. Alman otomobil üreticileri Çin’deki pazar payı mücadelesini yerli rakiplerine karşı kaybediyor. Hatta, Batı - Çin ilişkilerinin olumlu seyretmesiyle Alman şirketleri bazı sektörlerdeki etkinliklerini tamamen kaybedebilir. Bununla birlikte, gelişmiş üretim ve sağlam tedarik zinciri için verilen mücadele, yerli sanayiyi teşvik etmeyi amaçlayan geniş sübvansiyonların önünü açıyor. Sonuç olarak, bu da ya Alman firmalarını tehdit edecek ya da Avrupa Birliği içinde bir sübvansiyon talebi doğuracak.

Diğer bir zorluk ise enerji dönüşümü noktasında ortaya çıkıyor. Almanya’nın sanayi sektörü, Avrupa’daki en yakın rakibinden neredeyse iki kat daha fazla enerji tüketiyor. Dahası, bu tüketim Fransa ya da İtalya’dakinden çok daha büyük bir karbon ayak izi bırakıyor. Öte yandan Almanya, ucuz Rus gazı artık bir seçenek olmaktan çıkmışken, nükleer enerjiden vazgeçmeyi planlayarak kendi kalesine büyük bir gol atmış oluyor. Enerji altyapısına yatırım yapılmaması ve yavaş işleyen ruhsat sistemi ise hem ucuz ve yenilenebilir enerjiye geçişi engelliyor hem de üreticilerin rekabet gücünü zayıflatıyor.

Tüm bu sorunlarla boğuşan Almanya, ihtiyaç duyduğu nitelikli iş gücünü de kaybediyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ülkede yaşanan bebek patlaması, önümüzdeki beş yıl içinde tam 2 milyon çalışanın emekli olacağı anlamına geliyor. Buna karşılık, ülke 1,1 milyon kadar Ukraynalı mülteciyi kabul etmiş olsa da bunların çoğu yakında evlerine dönecek olan çocuklar ve çalışmayan kadınlardan oluşuyor. Şimdiden işverenlerin beşte ikisi vasıflı işçi bulmakta zorlandıklarını söylüyor. Bu, yersiz bir söylenmenin ötesinde bir gerçekliğe işaret ediyor. Nitekim, Berlin eyaleti boş öğretmen kadrolarının yarısını bile nitelikli elemanlarla dolduramıyor.

Almanya, daha parçalı, daha yeşil ve daha yaşlı bir dünyada başarılı olmak istiyorsa buna uygun bir ekonomik model benimsemek zorunda. Ancak, bunu yapıp yapamayacağı konusunda şüpheler var. Çünkü, 1999’daki yüksek işsizlik oranı Gerhard Schröder hükümetini harekete geçmeye zorlamış olsa da bu kez alarm zillerini görmezden gelmek bir seçenek olarak masada duruyor. Sosyal Demokratlar, Hür Demokratlar ve Yeşiller’den oluşan bugünkü hükümetin büyük çoğunluğu durumun aciliyetini kabul etmiyor. Gerçi koalisyon hükümeti o derece parçalı ki kabul etseler bile koalisyon ortakları bir çare üzerinde uzlaşmakta zorlanacaktır. Dahası, aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi’nin ülke genelindeki oy oranı anketlerde yüzde 20’ye ulaşırken partinin önümüzdeki yıl bazı eyalet seçimlerini kazanabileceği konuşuluyor. Dolayısıyla, çözüme yönelik radikal bir girişim bu partinin yükselişine katkı sağlayacağından, hükümetin böyle bir girişimde bulunması zor bir ihtimal olarak görülüyor.

Tüm bunlar dikkate alındığında Almanya için en cazip seçenek eski yöntemlere bağlı kalmak olabilir. Fakat bu seçenek ne Almanya’yı parlak dönemine kavuşturur ne de mevcut duruma karşı itirazları ortadan kaldırır. Çünkü, Çin gelişmeye ve rakip olarak kalmaya devam ederken jeopolitik, karbon salınımı ve demografi sorunları geçiştirilerek çözülemez.

Politikacılar çözümün en önemli parçası konumundalar. İlk olarak onlara düşen, çekingen kalmak yerine yeni firmaları, altyapıyı ve nitelikli iş gücünü destekleyerek ileriye dönük adımlar atmak gibi görünüyor. Öte yandan, teknolojiyi merkeze almak yeni firma ve sektörler için olumlu sonuçlar doğuracaktır. Dijitalleştirilmiş bir bürokrasi, yığınla evrak doldurma kapasitesinden yoksun küçük firmaları büyük bir yükten kurtarır. Daha fazla ruhsat reformu, altyapının hızlı ve bütçeye uygun şekilde gelişmesine yardımcı olur. Bunun yanı sıra, bütçe meselesi çözümün diğer önemli parçasını oluşturuyor. Hükümetin denk bütçeye yönelik takıntılı tutumu altyapı gelişimini olumsuz etkiliyor. Her ne kadar Almanya, faiz oranlarının düşük olduğu 2010’lu yıllardaki kadar harcama yapamasa da aşırı harcamaları dizginlemenin bir yolu olarak yatırımdan vazgeçmek yanlış bir politika.

Hedef 2030: Sürdürülebilir Kalkınma
 
En az öncekiler kadar önemli diğer bir konu da nitelikli iş gücünü ülkeye çekmek. Almanya göçmenlik kurallarını esnetmiş olsa da vize süreçleri hala çok yavaş işliyor. Üstelik profesyonellerin ülkeye girişi mültecilere nazaran daha zor. Yine de Almanya vasıflı göçmenleri ülkeye çekmek zorunda. Bu sayede, bir yandan kronik öğretmen açığı sorununu çözerken diğer yandan yerli personel için gelişim fırsatı sunabilir. Ancak, koalisyon hükümetleri ve temkinli bürokratlar tarafından yönetilen bir ülkede bunların hiçbiri kolay olmayacaktır. Oysa yirmi yıl önce Almanya olağanüstü bir dönüşüm gerçekleştirerek büyük bir etki yaratmıştı. Anlaşılan, sağlık çiftliğini bir kez daha ziyaret etmenin zamanı geldi.


Bu yazı, 17 Ağustos 2023 tarihinde The Economist’te “Is Germany once again the sick man of Europe?” başlığıyla yayınlandı. Çeviride editoryal düzenleme yapılmıştır.

[Görsel: Reuters]