ANALİZ
Shinzo Abe: Bir İmparatorluk Hayali ya da Her Şey Vatan İçin!
Abe’nin Japonya siyasetindeki öncelikli hedefi, ABD işgali tarafından getirilen ve Japonya siyasi sınıfının bir kısmı tarafından da benimsenen savaş sonrası düzenin temel kurumlarını dönüştürerek tarihî ve güçlü bir ulus vizyonu inşa etmekti.
OCAK 2007'DE, 52 yaşında, savaş sonrası dönemin en genç başbakanı olarak seçilmesinden sadece birkaç ay sonra, Shinzo Abe, yeni dönem parlamento (Japonya Ulusal Dieti) açılış oturumunda politik önceliklerini özetleyen bir konuşma yaptı.
Konuşma çoğunlukla sıradan bir öneriler listesiydi. Ancak bir satır özellikle Abe’nin siyasi karakteri hakkında açıklayıcıydı. Abe o konuşmasında “Benim görevim, önümüzdeki 50 ila 100 yıl boyunca şiddetli dalgalara dayanabilecek yeni bir ulus vizyonu çizmekten başka bir şey değil,” dedi.
Bu ifade, Abe'yi bir politikacı olarak neyin motive ettiğine dair önemli bir işaretti. O küçük düşüncelerle yetinen bir politikacı değildi. Ailesi, batı Japonya'daki Yamaguchi Eyaletinden geliyordu. Bölge, Meiji Restorasyonu'nun (1867'de imparatorun göstermelik bir lider olarak dönüşü ve reformist unsurların modern Japon devletini inşasının) önde gelen mimarlarına ev sahipliği yapmıştı. Abe bu liderlere hayrandı.
Meiji Japonya'sının mimarları sadece kendi iyilikleri için bir modern devlet inşa etmediler. Aynı zamanda Asya'yı bölmeye çalışan Avrupa ve Amerika imparatorluklarına karşı koyabilecek, onlarla rekabet edebilecek bir devlet inşa etme hedefindeydiler. “Azgın dalgalara dayanacak” bir ulus inşa etme ifadesinin de gösterdiği gibi Abe, bu temel duyarlılığı paylaşıyordu.
Abe, 1993 yılında genç bir milletvekili olarak Japonya Temsilciler Meclisi'ne gelişinden itibaren tartışmalı hedefler peşinde koştu. Her şeyden önce, ABD işgali tarafından getirilen ve Japonya'nın siyasi sınıfının bir kısmı tarafından da benimsenen savaş sonrası düzenin temel kurumlarını dönüştürmek istedi. Eğitim sistemi ve 1947 Anayasası (-ki büyük ölçüde ABD işgal güçleri tarafından yazılmıştı) Abe’nin dönüştürmek istediği kurumların başında geliyordu. Zira Abe, bu kurumların Japonya'yı dünyanın büyük güçleri arasında hak ettiği yeri geri almaktan alıkoyduğuna ve Amerika Birleşik Devletleri karşısında “tabi bağımsızlığa” sevk ettiğine inanıyordu.
Abe bu zihniyeti, anne tarafından dedesi Nobusuke Kishi’den miras aldı. Dedesi, savaş dönemi hükümetinde görev yapan, sonrasında bir süre savaş suçlusu olarak hapse atılan ve ardından Japonya’nın “Özgür Dünya”nın bir üyesi olarak tam bağımsızlığını geri kazanması için 1950’lerde siyasete geri dönen bir isimdi. Soğuk Savaş'ın bitişinin Japonya dış politikasını sarsmasıyla birlikte, Abe ve diğer muhafazakarlar bu vizyonu sürdürmek için yeni fırsatlar aradılar. Anayasayı gözden geçirmek, Japonya ordusunu güçlendirmek, eğitim sisteminde reform yapmak ve genç Japonlara Japonya tarihinin, özellikle de II. Dünya Savaşı sonrasının (ezikliği yansıtan, alttan almaya dönük) “mazoşist” bir versiyonunu öğrettiğine inandıkları solcu öğretmenler birliğinin gücünü kırmayı hedeflediler.
Bu gündem, Abe ve müttefiklerini siyasi sınıfın birçok üyesiyle karşı karşıya getirdi. Savaş sonrası anayasasını şiddetle savunan Japon solu, Abe'den nefret etti, onu ve Yeni Sağ'ı militarist olarak gördü. Diğer yandan Abe’nin fikirleri, kendi partisi Liberal Demokrat Parti (LDP)’deki bazı eski kuşakları da yabancılaştırdı. Zira bu isimler, birçoğu savaşı görmüş ve ayrıca savaş sonrasının başbakanı Shigeru Yoshida'nın ABD ile sıkı bir şekilde mutabık kaldığı hafif silahlı, pasifist bir Japonya vizyonuna bağlı olan isimlerdi. Abe, Japonya’nın “sivil” bir ekonomik süper güç olma rolüne odaklandı.
Abe'nin planları zaman zaman ABD ile olduğu kadar Japonya'nın komşularıyla da gerilimin artmasına neden oldu. Zira Abe ve Yeni Sağ'ın “mazoşist tarih” anlayışını bir kenara bırakma kararlılığı, esas itibariyle Asya halklarına veya Amerikan savaş esirlerine uygulanan tarihi şiddeti hafife almak veya inkar etmek anlamına geliyordu.
Abe bir milliyetçiydi; ülkesini uluslararası arenada şiddetli bir rekabet içinde görüyor ve bir politikacının görevinin her şeyden önce halkının güvenliğini ve refahını sağlamak olduğuna inanıyordu. Ama aynı zamanda bir devletçiydi, çünkü bu görevi yerine getirmenin nihayetinde devletin ve liderlerinin sorumluluğunda olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden Abe'nin bir ideolog mu yoksa bir realist mi olduğu tartışmaları asıl noktayı kaçırıyor. Kariyeri boyunca, tehlikeli bir dünyada Japon halkını koruma çabasıyla ve Japon devletini güçlendirme düşüncene uygun olarak davrandı.
Abe’nin ideolojik görünebilecek kararları (örneğin, Abe ve diğer muhafazakar politikacıların Japonya'nın vatansever eğitim anlayışını okullara yayma ve savaş zamanı vahşetlerini ele alan “mazoşist” tarih yazımına dayalı ders kitaplarını değiştirme çabaları) esas olarak devleti güçlendirmeye yönelik adımlardı. Eleştirmenleri, değişikliklerin Japonya'nın barışçıl varlığını korumaya yardımcı olduğuna inandıkları ders kitaplarının ana felsefesini baltalayacağından endişe duyuyorlardı. Ancak Abe, güçlü bir devletin, ülkesiyle gurur duyan ve gerekirse silaha sarılarak da olsa onun için fedakarlık yapmaya hazır vatandaşlar yetiştirmesi gerektirdiğine inanıyordu.
Onun devletçiliğini diğer alanlarda görmek daha kolaydı. İlk başbakanlığı sırasında “savaş sonrası rejimden kaçmak” sloganını kullandı ve ikinci başbakanlığında aynı vizyonunu karakterize etmeye devam etti: ABD'nin Japonya'yı işgali sırasında ve sonrasında oluşturulan savaş sonrası kurumları kökünden sökmek için bilinçli bir çaba. Abe bu kurumların, özellikle de savaş sonrası Anayasa’sının ülkenin kendini savunma kabiliyetini kısıtladığına inanıyordu.
İkinci Başbakanlık döneminde hükümete, Anayasa’nın 9. Maddesinin, Japonya silahlı kuvvetlerine belirli durumlarda bir müttefikin yardıma gelmesini sağlayacak ve böylece ülkenin geniş bir meşru müdafaa hakkı kullanmasına izin verecek şekilde yorumlamasını emretti. Daha sonra, 9. madde de dahil olmak üzere 1947 Anayasa'sında değişiklik teklifinde bulundu ve bu değişikliği 2020 yılına kadar onaylayacağını taahhüt etti. Ancak bu çaba, başarısız oldu.
Abe, geçmişinden pişmanlık duyan bir ülke yerine, ABD ve diğer benzer ülkelerde var olan ulusal güvenlik kurumlarına sahip bir ülke oluşumu için güçlü ve yukarıdan aşağıya bir yönetim inşa etmeyi hedefledi. Kuzey Kore nükleer bir cephanelik geliştirdikçe ve Çin ordusu ekonomik gücüyle birlikte büyüdükçe bu proje daha da acil hale geldi. Pekin ile istikrarlı siyasi, ekonomik bağlar geliştirmekten çekinmese de Çin'in Japonya'nın ulusal güvenliğine karşı oluşturabileceği tehlikeleri asla gözden kaçırmadı.
Abe'nin Abenomics olarak bilinen programı benimsemesi de benzer şekilde onun devletçiliğini yansıtıyordu. Abenomics, parasal teşvik, mali teşvik ve sanayi politikalarından oluşan üç aşamalı bir ekonomi programıydı. Programın temel amacı, yeni yüksek teknolojili büyüme sektörlerini ve sürdürülebilir işgücünü teşvik etmekti. Abe, diğer uluslarla rekabet edebilmek için Japonya'nın uzun vadeli ekonomik durgunluğuna son vermesi gerektiğini geç de olsa fark etmişti.
Daha güçlü bir Japon devleti vizyonu çok fazla popüler değildi. Devleti, özellikle de ulusal güvenlik teşkilatını güçlendirmeye yönelik değişiklik hevesi, çoğu zaman büyük protestolara yol açtı. Yaşlı kuşak Japonlar, savaş durumunu çok iyi hatırlıyorlardı ve Japonya'nın askeri gücünü yeniden inşa etmekten rahatsızlık duyuyorlardı. Genç Japonlar ise zaman zaman onun politik adımlarına karşı çıkmak için harekete geçtiler.
Ancak tam da Abe’nin ölümü sırasında, Japon halkının, onun vizyonuna yaklaştığına dair emareler var. Kısmen Rusya'nın Ukrayna'daki savaşı sayesinde, Japonya’da güçlü bir çoğunluk, daha yüksek askeri harcamaları destekliyor gibi.
Kendisini liberal bir güvercin olarak ilan eden Başbakan Fumio Kishida bile bugünlerde, Japonya'nın Öz Savunma Güçlerinin kapasitesini artırmak için daha yüksek askeri harcamaları desteğini açıklıyor. Bu açıklama, Abe’nin 30 yıllık siyasi kariyerinde partisi LDP’nin onun vizyonunu paylaşamaya ne kadar çok yaklaştığının bir göstergesi aslında.
Abe, zaman zaman yalnız başına bir mücadele yürüttükten sonra, tam da Japon halkı onun tehlikeli bir dünyada ulusu savunabilecek güçlü bir devlet vizyonunu takdir etmeye başladığı sırada öldü.
Bu analiz, Tobias Harris’in 9 Temmuz 2022 tarihinde New York Times’da “The Postwar Japan That Shinzo Abe Built” başlığıyla ve yine aynı tarihte, Washington Post’ta “Shinzo Abe was the most polarizing Japanese political figure of his time” başlığıyla yayınlanan yazılarının kısaltılmış çevirisidir. Çeviride editoryal düzenleme yapılmıştır.
Center for American Progress'te Asya uzmanı olan Tobias Harris, The Iconoclast: Shinzo Abe and the New Japan kitabının yazarıdır.