ANALİZ
Refah Devletinin Ekonomi Politiği: Demokrasi ve Aşırılık
Güçlü bir refah devleti, demokrasiyi aşırılıktan korumanın anahtarı olabilir. Demokratlar, toplumsal sorunlarla ilgilenerek aşırılıkları daha az çekici hale getirmeyi amaçlıyor.
CUMHURİYETÇİLER SIK SIK demokratik fikirlerin sosyalist veya radikal olduğunu iddia ediyor. Ancak bu suçlamalarda derin bir ironi var: Demokratlar, geçmişi Başkan Franklin D. Roosevelt'in New Deal (Yeni Düzen) programına kadar uzanan bir sosyal güvenlik ağını büyütmeye ve güçlendirmeye çalışıyor. Radikal olmak bir yana New Deal, ABD'yi İtalyan faşizmi gibi demokratik olmayan aşırılıkçı felsefelerin artan popüler cazibesinden kurtarmayı amaçlıyordu. O tarihler, demokratik olmayan düşüncelerin, özellikle de Donald Trump ve ona bağlı olanların, Amerikalıları ikna ettiği bir zamanda iktidara gelen Başkan Biden için bir yol haritası sunuyor.
1920'lerde hükümet, endüstriyel ekonomiye geçişle başa çıkamadığı için Amerikan halkından giderek daha fazla kopmuştu. Çiftliklerdeki makineleşme borçların artmasına ve fiyatların düşmesine yol açtığı için kırsal Amerikalılar çok acı çekiyordu. Kongre on yıl boyunca çiftlik yardımını tartıştı, ancak bir anlaşmaya varamadı.
O zamanlar New York Times gazetesi yazarı olan Anne O'Hare McCormick gibi gözlemcilere göre, yasa koyucuların uzmanlık eksikliği sorunun ana parçasıydı. Bu durum, sübvansiyonlar ve sermaye fazlalıkları gibi karmaşık meselelerde bocalamalarına neden oldu. Bu zayıf yönetim, kayıtsız vatandaşları ortaya çıkardı. McCormick, 1920 ve 1924'te, kayıtlı seçmenlerin yüzde 50'sinden daha azının sandık başına gittiğini çünkü Amerikalıların seçimleri "büyük spor etkinlikleri sınıfının" dışında kalan bir “seyirci etkinliği” olarak gördüklerini yazdı.
Büyük Buhran, hükümetin her zamanki yetersizliğini gözler önüne serdi… McCormick'in Amerikan demokrasisinin durumuna ilişkin görüşleri, 1920'ler ve 1930'ların başlarındaki genel manzarayı yansıtıyordu. Amerikalıların büyük çoğunluğu hayal kırıklığına uğramıştı. Birçoğu kendi dünyasına kapandı ve siyasetten tamamen uzaklaştı.
McCormick sorunu açıkça özetledi: “Hükümet ile günlük yaşam arasındaki teması kuran fitil” “yandı”.
O ve 1920’lerin başında ABD'nin İtalya büyükelçiliği görevini üstlenen Richard Washburn Child gibi hala siyasete önem veren diğerleri, çözümü İtalyan faşizminde gördü. Child, Benito Mussolini gibi diktatörlerin, "sanayiciliğin insanlığın yüzüne giderek daha fazla dayattığı sosyal ve ekonomik sorunlara" çözüm ürettiğini düşünüyordu.
ABD’deki sıradan Kongre üyelerinin aksine, İtalya’da seçilmemiş faşist milletvekilleri, uzmanlık iddiasında bulundular ve sonuçta son derece karmaşık yasalar hazırladılar. O zamanlar Columbia Üniversitesi ahlak felsefesi profesörü Herbert Schneider, İtalyanların modernleşen bir ekonomiye uyum sağlamasına yardımcı olan - kırsal krediden tarımsal eğitime uzanan - bütün bu yasalardan övgüyle söz etti.
Büyük Buhran'ın başlamasıyla birlikte, İtalyan etkinliği ile Amerika'nın hareketsizliği arasındaki fark daha da belirgin hale geldi. McCormick'in 1931'de bildirdiğine göre İtalya, yollar inşa etmek, hidroelektrik enerji üretmek ve banliyö evleri inşa etmek için "muhteşem" bir bayındırlık programı başlattı.
Bu Amerikalı faşizm hayranlarına göre, iyi yönetişim, halk hükümetine mahsus bir şeydi. İtalya'da siyasi mitingler büyümüştü. Yüzbinlerce insan meydanlarda buluşuyor ve “Yaşasın faşizim! Yaşasın Mussolini!" sloganları atıyordu. Child, faşizmin gerçek "halk iradesini" temsil ettiğini yazdı. O, “İtalyanlar’ın özgür ve adil seçimlerde oy kullanmasalar da rejimi gönülden desteklediklerini” düşünüyordu.
Pek çok Amerikalı bu faşizm kutlamalarına ortak oldu. Buhran'ın ilk yıllarında, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki gazeteler, Mussolini'yi İtalyanları dinleyen ve onların ihtiyaçlarına cevap veren, yoksulların savunucusu olarak övdü. McCormick, onu “yarı ölülerin yaşadığı bir dünyada bütünüyle canlı tek lider” olarak tanımladı.
Ancak bu pembe tablo, karanlık bir gerçeğin üstünü örtüyordu. İtalyan rejimi, çiftçileri toplu buğday üretmeye ve besleyici mahsulleri ihmal etmeye zorladı. İtalyanlar aç kaldı. Bu bir uzman yönetimi değildi; devlet destekli bir sömürüydü. Mussolini sıradan insanlarla fotoğraf çektirmekte iyiydi. Ama onların günlük hayatlarını daha da kötüleştirdi.
Child, McCormick ve Schneider, yönetimde aktivizm ve empati özlemi çekiyordu. Amerika Birleşik Devletleri'nde bulamadıkları için, bunun yurtdışında varlığını hayal ettiler ve İtalyan faşizmini fetişleştirdiler.
1932'de New York valisi, Roosevelt, New Deal vaadiyle Hoover'ı yendi. Roosevelt, pragmatik politikaları uygulamak için yönetim konusunda kendi deneyimlerinin yanı sıra ekonomistlerin, sosyal hizmet uzmanlarının ve iş liderlerinin uzmanlığından yararlandı. Başkan olarak ilk 100 günde, diğer büyük reformların yanı sıra bayındırlık işleri, çiftlik yardımı ve kırsal kalkınma için tahvil çıkardı.
İtalyan faşizmine sempati duyan Amerikalılar Roosevelt'i çok sevdi. Child, Roosevelt için bir Cumhuriyetçiler Birliği kurdu. McCormick, New York Times'da başkanın politikalarını savundu. Schneider, New Deal'ın başarıları hakkında konferans vermek için Roma'yı dolaştı.
Amerikan Mussolini hayranlarının Roosevelt'i, eski başkan Hoover'ın iddia ettiği gibi “New Deal bir tür ‘faşizm lite’ olduğu için” desteklediklerini hayal etmek cazip gelebilir. Ama gerçekte Roosevelt, eşitsizliğin, güvensizliğin ve etkisiz yönetimin faşizmin yeşerdiği zemini yarattığını görmüştü. O, New Deal'ın faşizmin cazibesini savuşturmak üzere demokrasinin değerini göstermesi gerektiğini anlamıştı.
Roosevelt, küçümsemek yerine empati ile teknik politika sorunlarını çoğu Amerikalının anlayabileceği terimlere çevirdi. Başkan, halkın muhalefetinin demokrasiyi diktatörlükten ayırdığının bilincinde olarak vatandaşları New Deal'ı eleştirmeye davet etti.
Schneider, New Deal'ın ailelerin kısa vadede aç kalmasını önlerken, tarımsal üretimi stabilize ettiğini ve uzun vadede işçi haklarını koruduğunu takdir etti. Child sadece Roosevelt'in yaklaşımındaki “cesaret” e hayran kaldı.
Kısacası Roosevelt, bir krize etkili bir şekilde yanıt vererek ve modern bir endüstriyel ekonomiye geçişi sağlayarak hükümet ile günlük yaşam arasındaki “fitil” i yeniden birleştirdi. Politikalarını doğrudan Amerikalılara ileterek, fikir ayrılıklarını memnuniyetle karşılayarak, geniş bir kamusal alan geliştirdi ve faşizmin cazibesini kırdı. Roosevelt, Amerikan demokrasisini yeniden canlandırabilecek ve Amerikalıların ekonomik çöküşle başa çıkmasına yardımcı olan politikalarla karşı karşıya olduğu tehditleri savuşturabilecek Biden için bir yol haritası sunabilir. En önemlisi, empatiyi geri getirebilir ve tüm Amerikalılara hükümetlerinin onlar için orada olduğunu hatırlatabilir.
The Washington Post’ta, 24 Mart 2021 tarihinde “A stronger welfare state is the key to saving democracy from extremism” başlığıyla yayımlanan analizi, kısaltarak ve editoryal düzenlemeyle yayınlıyoruz.