×
ARAP DÜNYASI

ANALİZ

Ortadoğu'nun Küresel Konumu Değişiyor -II: "Şiddetin Gölgesinde"

Ortadoğu’da büyük güçlerin hakimiyeti azaldıkça, bölge ülkeleri kendi çıkarlarının peşinden gitmeye başlıyor. Ancak bölgedeki en büyük sorun, İsrail’in Filistinlilere yönelik uyguladığı şiddet.
İSRAİL, Ortadoğu’da kontrolsüz bir geçiş süreciyle karşı karşıya. Siyonizm’in kurucuları Aşkenazlar, Avrupalı Hıristiyan hasımlarıyla Yahudilerin dini bir topluluktan ziyade etnik bir grup olduğu konusunda hemfikirdi. Bu nedenle Siyonizm, Avrupa’da çöken imparatorluklardan geriye kalan etnik azınlıklar gibi Yahudilerin de kendi kaderini tayin etme hakkına sahip olduğunu ileri sürdü.  Siyonistler, Filistin’de Yahudilerin bağımsızlığını aradılar; burayı -Avrupalı olmayan yerli halklara karşı dönemin tipik ırkçı küçümsemesiyle- “halkı olmayan bir toprak” olarak tanımladılar ve Filistinli yerleşik nüfusu bırakın tanımayı, kabul edilmeye bile layık görmediler. Böylece, İsrail’de Arap İsraillilere karşı ayrımcılık uygulayan, Batı Şeria’daki Filistinlilerin temel haklarını reddeden, onları evlerinden çıkararak, çiftliklerini yok ederek ve onlara karşı katliamlar düzenleyerek sürgüne göndermeye çalışan ve Gazze’de hapsettiği yaklaşık 2,2 milyon Filistinliyi kasıtlı olarak göç ettiren ve zaman zaman katleden günümüz Siyonist devletinin tohumları atılmış oldu.

İsrail’in izlediği bu siyaset, hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde, hem İsrail’e karşı geniş bir Arap nefretini hem de Siyonizm’e karşı küresel nefreti körüklüyor. Yine bu siyaset, ABD destekli “İbrahim Anlaşmalarının”, İsrail’i gayri meşru, yabancı destekli, Arap karşıtı bir işgalci devlet olarak gören Arap halklarına, otokratik Arap yönetici aileleri tarafından, dayatılan sinik bir proje olarak görülmesine neden oluyor.  Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya (İslam’ın üçüncü kutsal şehri) Müslümanların erişimine izin vermemesi, engel olması ve Yahudi aşırılık yanlılarının buraya yönelik saldırılarını arttırması, küresel Müslüman toplumunu rahatsız ediyor. İsrailli aşırılık yanlıları, sadece Hindutva’nın yükselişte olduğu Hindistan’da, Hıristiyanlık ve İslam’a karşı kendi antipatilerine uygun bir dini milliyetçilik bulabilmişlerdir.

Şu anda İsrail hükümetini kontrol eden aşırılık yanlısı partiler, her gün, Filistinlilere yönelik ırkçı nefretlerinin, Amerikalı ve Avrupalı Yahudileri küçümsemelerinin, liberal İsraillileri aşağılamalarının, Yahudi olmayanları hor görmelerinin ve yerleşimci haydutluğu ve şiddetine tam destek verip kışkırtmalarının örneklerini sergilemektedirler. Ülkelerinde yargı bağımsızlığını daha yeni hükümsüz kıldılar. Hükümete, Yahudi İsrail vatandaşlarını, yargılama öncesi tutuklama yetkisi vermeyi teklif ediyorlar. Tıpkı uzun yıllardır Filistinlileri hapsettikleri gibi.

Bu aşırılık yanlıları Yahudi İsrailliler arasında derin bir çatlak yaratıyor, İsrail ekonomisini istikrarsızlaştırıyor, İsrail’in geleceğine yönelik güven kaybına yol açıyor ve yabancı yatırımcıların kaçmasına neden oluyor. Sokaklar hala protestocularla dolu ve İsrail hava kuvvetlerinin büyük bir kısmı grevde. Abraham Lincoln’ün (1858’de) “bölünmüş bir ev ayakta duramaz” şeklindeki ileri görüşlü gözlemi İsrail’in geleceği için çok uygun görünüyor.  İsrail’in İran’a saldırma tehditleri artık bir plandan ziyade kabadayılık içeriyor. İç bölünmeleri örtbas etmek ve İsrail’in zayıflığını gizlemek için yabancı bir tehdidi kullanma çabaları, aynı zamanda bölgedeki diğerlerini İsrail’in önde gelen askeri gücü olmaya devam ettiği konusunda uyarıyor.

İddialı Bir Suudi Arabistan Krallığı

Suudi Arabistan Krallığı da benzer bir meydan okumayla karşı karşıya kalmış ve buna kendi jeopolitik yeniden konumlanışıyla yanıt vermiştir.  Suudi-Amerikan yabancılaşması, New York ve Washington’a yönelik 11 Eylül terör saldırılarından bu yana geçen yirmi iki yıl boyunca giderek derinleşti. Bu saldırılar, Suudi Arabistan’ın, diğer Arap ülkelerinin ve dahası İslam’ın Amerikan siyasetinde başarılı bir şekilde kötülenmesine yol açtı. Amerikalıların Suudi müesses nizamı ile el-Kaide destekçileri arasındaki farkı ayırt etmemesi, daha önce Amerikan yanlısı olan sıradan Suudiler ve iktidardaki el-Suud için şok oldu. Washington’un 2011’de Mısır’da Hüsnü Mübarek’i -uzun süredir himaye ettiği- iktidardan indiren çevrelere karşı çıkmaması, daha önce ABD’nin desteğine güvenen el-Suud ve diğer Arap yöneticilerin güvenini kaybetmesine neden oldu. ABD’nin Suudi ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin petrol tesislerinin yanı sıra Hürmüz Boğazı’ndaki gemilere ve Abu Dabi’deki askeri üslere yönelik İran destekli saldırılara karşılık vermemesi endişeleri daha da derinleştirdi. Suudiler ve diğer Körfez Arap ülkeleri bu durumun Amerika’ya bağımlılığa alternatifler geliştirmek için acil bir zorunluluk oluşturduğunu gördüler. Bunun için çabalarını iki katına çıkardılar.

ABD’nin suçlayıcı diplomasisi, İsrail’e koşulsuz destek vermesi ve İran’a karşı topyekûn düşmanlığa dayalı politikaları Körfez Arap ülkelerinde geçerliliği çoktan kaybetti.

Suudi Arabistan, ABD’ye olan eski saygısını yenilemek yerine, Rusya ile güçlü bir işbirliği geliştirdi ve bu ülkeyi OPEC’e dahil etti.  En büyük ve en umut verici ihracat pazarı ve en büyük ithalat kaynağı olan Çin’e yaklaştı. Krallık, İran ile ilişkilerini normalleştirerek ABD-İsrail’in Körfez Arap ülkeleri ve İsrail’i İran karşıtı bir koalisyona çekme planına ağır bir darbe indirdi.  Her ne kadar İsrail’le ticari anlaşmalar yapmaya hazır olsa da Siyonist devletle ilişkilerin normalleşmesinin hem ABD’ye hem de İsrail’e her ikisinin de teklif edebileceğinden çok daha fazlasına mal olacağını açıkça ortaya koydu. İsrail ve Batı Asya’nın geri kalanı (İran hariç) gibi Suudi Arabistan da Ukrayna savaşında Batı’nın ya da Rusya’nın yanında yer almayı reddetti. Ve -Amerika’nın itirazlarına rağmen- Krallık şimdi Suriye ile diplomatik ilişkilerini normalleştirmeye başladı.

Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Politikası

Batı’da istenmeyen adam ilan edildiğinde Çin, Hindistan ve Rusya’ya yönelen Veliaht Prens Muhammed o günden bu yana Fransa Cumhurbaşkanı Macron ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ile karşılıklı ziyaretlerde bulundu. Başkan Biden ve eski İngiltere başbakanı ve onların önemli bürokratlarını ülkesinde kabul etti. Kısa bir süre önce Londra’yı ziyaret etmek üzere davet edildi. Suudi çıkarlarına en iyi şekilde hizmet edeceğine inandığı diğer ülkelerle ilişkiler kurma ve dostlarını seçme çabalarını iki kat arttırdı. Sonuç olarak, Amerikan önceliğini atlayan veya ona meydan okuyan benzer gerçekçi dış politikaları benimseyen BAE ve Katar ile birlikte Krallık, önemli küresel erişime sahip orta düzey bir güç olarak ortaya çıktı. Aynı zamanda Riyad, son on iki yıldır devirmeye çalıştığı Suriye hükümetiyle yakınlaşarak bölgesel nüfuzunu arttırmaya çalıştı. Ve Hamas ile uzun süredir aktif olmayan diyaloğunu yeniden başlattı. 

Bir yabancı olarak görülmekten çok uzak olan Suudi Arabistan, artık küresel ve bölgesel jeopolitik ve finans alanlarında kilit bir oyuncu olarak görülüyor ve küresel kaygılara yol açan pek çok konuda önemli bir işbirliği ile onay verme ya da vermeme kapasitesine sahip.
 
Suudi Arabistan’ın İslam’ın üç kutsal şehrinden ikisine sahip olması, Hac ve Umre ziyaretlerini gerçekleştirmenin dini bir görev olduğu küresel Müslüman toplumunun yaklaşık iki milyar üyesiyle insani bağları güçlendiriyor. Veliaht Prens Muhammed yönetimindeki Krallık, İslam’ın dar görüşlü anlayışını yumuşattı ve dinin hoşgörülü geleneklerine yaklaştı. Bu durum ve Krallığın İslam İşbirliği Teşkilatı ile İslam Askeri Terörle Mücadele Koalisyonu’na liderlik etmesi, daha müsamahakâr olan diğer Müslüman toplumlarla daha önce yaşanan sürtüşmeleri azalttı. 

Krallık’ta bireysel ve grup davranışları üzerindeki dini kısıtlamaların azalması, kadınların yeteneklerinin ortaya çıkmasına olanak sağlamaya başlamıştır. Bu aynı zamanda yabancıların Suudi Arabistan’ın genişleyen petrol dışı ekonomisine ve “Vizyon 2030” kapsamında başlattığı mega projelere yatırım yapma isteğini de kolaylaştırdı.

Körfez Arap Silah Endüstrisine Doğru

Suudi Arabistan uluslararası siyasi-ekonomik ilişkilerini genişletme ve çeşitlendirme arayışında yalnız değil. Yorumların çoğu BAE ve Katar’ın Çin ve Rusya ile bağlarını güçlendirme çabalarına odaklanıyor. İsrail gibi Dubai de Batı yaptırımlarının ülkelerinde yarattığı zorluklardan kaçınmak isteyen Ruslar için önemli bir sığınak haline geldi.  ABD, BAE’nin İsrail ile normalleşmesini teşvik etmek için söz verdiği F-35’lerin transferini iptal etmesine gerekçe olarak BAE’nin Çin ile olan samimi askeri ilişkisini gösterdi.  Ancak Dubai’nin uluslararası bir girişim, iş ve finans merkezi olarak başarısı, Suudilerin BAE ile finans, ticaret, yatırım, gözetleme teknolojisi ve silah üretiminde artan rekabetini teşvik ediyor.  Suudi Arabistan, ana yatırım aracı olan Kamu Yatırım Fonu’nun 2030 yılına kadar 2 trilyon doların üzerinde bir büyüklüğe ulaşarak dünyanın en büyüğü olmasını bekliyor. Suudi Arabistan, ‘BRICS’ olarak adlandırılan birliğe ve bu birliğin Yeni Kalkınma Bankası’na üyelik için başvuruda bulunmuş durumda.

Özellikle Suudiler, onlarca yıl uluslararası silah ithalatına neredeyse tamamen bağımlı kaldıktan sonra, şimdi kendi yerli askeri sanayilerine yatırım çekmeye çalışıyorlar.

Yeni Durum

Ortadoğu’da büyük güçlerin hakimiyeti azaldıkça, bölge ülkeleri gerçekçi politikalar ile kendi çıkarlarının peşinden gitmeye başladılar. Bu da uzun zamandır çözümsüz olarak görülen konularda ilerleme kaydetmelerini sağlıyor. Beş ay önce, Irak ve Umman’ın Suudi-İran ilişkilerinin yeniden kurulmasını kolaylaştırmak için yıllardır sürdürdüğü çabalar, Çin’in iki ülke arasındaki yakınlaşmaya başarılı bir şekilde aracılık etmesiyle sonuçlandı. O zamandan bu yana hem Suudi Arabistan hem de BAE, Suriye ile daha önce düşmanca olan ilişkilerini normalleştirdi. Mısır ve Türkiye de aralarındaki anlaşmazlığı sona erdirmek için harekete geçti. 

Şu anda bölgedeki ilerlemenin en büyük istisnası İsrail-Filistin meselesi. İsrail ile tutsak Filistinliler arasında artan şiddet, İsrail’in Arap devletleriyle olan açık bağlarının gelişmesini durdurmuş durumda. İsrail’in bölgesel olarak kabul görmesi, ne kadar arzu edilir olsa da bu, İsrail’in Filistinlilerin haklarını kabul etmesine bağlı.  Ancak şu anda ne Amerika’nın ne de İsrail’in bu meseleyle uğraşmaya istekli olduğuna dair hiçbir kanıt yok. 

ABD’nin Bölgesel ve Küresel Roller Üzerindeki Etkisi

Bu meselelerin hiçbirinde ABD şu anda etkili bir liderlik sergileyemiyor. Washington’un Tahran ya da Şam ile hiçbir bağı yok. Riyad’la gergin, Ankara’yla gergin, Kahire’yle durgun ve Kudüs’le karşılıklı olarak kızgın ve kötüleşen ilişkileri var. Bölgenin ABD’den uzaklaşması, buradaki ülkelerin BRICS ve Şangay İşbirliği Örgütü’ne katılma ve ticarette dolar dışında para birimleri kullanma çabalarına da yansıyor. ABD ile ilişkilerini feda etmek istemeseler de Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi bölgesel güçler, Amerikan sonrası çok kutuplu bir dünyaya hazırlanırken bu yeni açılımlardan tam olarak faydalanmak istediklerinin sinyallerini veriyorlar.

Dedolarizasyon bu evrimin bir parçası. Süreç, halen devam eden bir çalışma olmakla birlikte, ABD ve Avrupa’nın İran, Venezüella ve Rusya’nın dolar ve altın rezervlerine el koymasının yarattığı endişelerle hız kazanmış durumda. Bu el koymalar merkez bankalarının güvene dayalı sorumluluklarını şüpheli hale getiriyor. Ayrıca ABD ve Batılı müttefiklerinin İkinci Dünya Savaşı sonrası uluslararası düzenin kurallarına istedikleri gibi müdahale ettikleri gerçeğinin tekrar altını çiziyor. 


Bu yazı, Responsible Statecraft web sitesinde 15 Ağustos 2023 tarihinde “The Middle East is once again West Asia” başlığıyla yayımlanmıştır. Yazının ikinci bölümü çevrilirken belirli kısımlarında kısaltma ve editoryal düzenleme yapılmıştır.