×
KÜRESEL

ANALİZ

Küresel Revizyonist Dalga: Çin, Rusya… Ve Şimdi Amerika!

Çin ve Rusya’dan sonra ABD de bugün mevcut küresel düzene karşı çıkan ve onda radikal değişiklik arayan revizyonist bir güç haline geldi. Küresel düzenin ABD’ye zarar verdiğini düşünen Trump, her unsuruna -ticaret, ittifaklar, çok taraflılık, insan hakları- karşı çıkmaya hazır.
DONALD TRUMP'IN Amerika Birleşik Devletleri başkanı olarak göreve başlaması, Davos'taki Dünya Ekonomik Forumu'nun açılışıyla aynı gün gerçekleşti.

Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana, dünyanın dört bir yanından iş ve siyaset liderlerini bir araya getiren yıllık Davos toplantısı, elit odaklı küreselleşmenin sembolü haline geldi.

Ancak Trump, "küreselleşme" dediği şeyin yeminli düşmanı olarak görünüyor. Davos katılımcıları serbest ticareti teşvik ediyor; Trump, "gümrük vergisi"nin en sevdiği kelime olduğunu söylüyor. Dünya Ekonomik Forumu, uluslararası iş birliği üzerine sayısız forum düzenliyor; Trump "Önce Amerika" ve MAGA milliyetçiliğine inanıyor.

Dünyanın büyük güçleri, otuz yıldır Davos dünya görüşünü büyük ölçüde benimsemiş durumda. Bu otuz yıl, ekonomik bağımlılığın jeopolitik rekabetleri bastırdığı bir dönemdi. Trump, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, geçmişte Dünya Ekonomik Forumu'nda konuşma yaptılar.

Ancak şimdi, farklı şekillerde, ABD, Çin ve Rusya, mevcut dünya düzeninde radikal bir değişiklik arayan revizyonist güçler haline geldiler.

Putin 2022'de Ukrayna'ya tam ölçekli bir işgal başlattığında, ülkesinin batıyla olan ekonomik bağlarını Rus ihtişamı vizyonu uğruna feda etti. Xi'nin Çin'i daha milliyetçi ve Tayvan'a yönelik siyasetinde daha tehditkâr hale geldi. Ve şimdi Trump, uluslararası ticaret sisteminde ve Amerika'nın müttefikleriyle ilişkilerinde temel değişiklikler talep ediyor.

Rusya ve Çin'in dünya düzeninde değişiklikler talep etmesi çok da şaşırtıcı değil. Rusya, kaybolan etkisini yeniden inşa etmeye çalışan eski bir süper güç. Çin, dünyanın kendi hırslarına uyum sağlamasını isteyen yükselen bir süper güç. Hem en şaşırtıcı hem de sonuçları bakımından en kapsamlı olan ise Amerikan revizyonizmi.

ABD hala dünyanın en güçlü ülkesi ve dünyanın en büyük ekonomisi. Dolar dünyanın rezerv para birimi. Yine Amerikan ittifak sistemi Avrupa, Asya ve Amerika'nın güvenliğinin temelini oluşturur. ABD uluslararası taahhütlerini köklü bir şekilde yeniden düşünmek konusunda ciddiyse, o zaman tüm dünya buna uyum sağlamak zorunda kalacak.

Şimdilerde olan bu gibi görünüyor. Uluslararası ilişkiler alanında önde gelen bir teorisyen olan Princeton Üniversitesi'nden John Ikenberry'ye göre, "liberal uluslararası düzene karşı çıkmak için sahneye revizyonist bir devlet ve aktör çıktı... bu devlet kuşkusuz ABD. Aktörse Oval Ofis'te, özgür dünyanın atan kalbi olan Trump."

Ikenberry'nin gördüğü gibi, Trump "liberal uluslararası düzenin hemen hemen her unsuruna - ticaret, ittifaklar, göç, çok taraflılık, demokrasiler arası dayanışma, insan hakları" - karşı çıkmaya hazır.

Sonuç olarak, ABD uluslararası statükoyu ve düzeni desteklemek yerine, önde gelen bozucu aktör olmaya hazır. Chicago Küresel İşler Konseyi'nden Ivo Daalder, "Dünyada karşılaştığımız jeopolitik riskler hakkında verdiğim her konuşma Çin ve Rusya ile başladı, Ancak artık en büyük risk biziz. Amerika."

Amerika'nın geleneksel müttefikleri, şimdilerde ABD'nin gücünü kullanma biçimindeki değişiklikten en çok etkilenen ve tehdit hisseden ülkeler arasında. İngiltere, Japonya, Kanada, Güney Kore, Almanya ve AB gibi tüm orta güç demokrasiler, Amerikan pazarlarının açık olduğu ve ABD'nin tehdit edici otoriter güçlere karşı güvenlik garantisi sağladığı bir dünyaya alışmıştı.

Ancak Trump, Amerika'nın en yakın müttefiklerine gümrük vergileri koymayı vadediyor. ABD’nin NATO'daki güvenlik garantilerini sorguluyor. Trump, bu yılki meşhur bir konuşmasında, savunma harcama taahhütlerini yerine getirmeyen NATO ülkelerine Rusya'nın "istediğini yapmasına" izin vereceğinden söz etti.

Trump’ın gümrük vergilerine nasıl ve ne şekilde yanıt verileceği sorusu batı dünyasında diplomatik zihinleri meşgul ediyor. Trump'ın gerçek niyetleri belirsiz kaldığı için bir cevap bulmak daha da zor. Yeni başkanı bir müzakereci olarak mı görmek lazım? Yoksa - ne olursa olsun sistemi havaya uçurmaya niyetli- bir devrimci olarak mı?

AB'nin ilk tepkisi, Trump'ın gümrük vergisi tehditlerinin sadece bir müzakere taktiği olduğunu ve tam kapsamlı bir ticaret savaşı çıkmadan çok önce makul bir anlaşmaya varılabileceğini ummak olacak. Ancak Trump tehdit ettiği gümrük vergilerini uzun bir süre boyunca sürdürürse, Brüksel'in karşılık vermesi muhtemel.

İngiltere ve Japonya gibi diğer Amerikan müttefikleri farklı tepki verebilir. İngiltere hükümeti, Trump yönetiminin İngiltere’yi tarifelerden muaf tutmasını umacaktır (belki de ABD'nin İngiltere ile küçük bir ticaret fazlası olması nedeniyle). İngiltere gümrük vergileriyle vurulsa bile, Londra ve Washington arasındaki güvenlik ilişkisinin derinliği ve önemi, herhangi bir İngiltere hükümetinin ABD ile bir ticaret savaşına girmeden önce çok düşünmesine neden olacaktır.

ABD ile büyük bir ticaret fazlası olan Japonya, Trump’ın gümrük vergileri için çok daha belirgin bir potansiyel hedef. Ancak Japon yetkililer, Tokyo'nun karşılık vermesinin pek olası olmadığını düşünüyor. İngilizler gibi Japonlar da Trump yönetimini masaya Amerikan güvenlik garantilerini koymaya teşvik edecek herhangi bir şey yapmaktan çekinecektir. Zira güvenlik garantileri, Washington'ın müzakerelerdeki bir sonraki kozu olacak.

ABD müttefiklerinin ticaret öncelikleri ile ulusal güvenlikleri arasında bir denge kurma ihtiyacı, bugün sadece küresel ekonomik düzenin tehdit altında olmadığı gerçeğini gösteriyor. Avrupa ve Asya'da yerleşik güç/güvenlik dengesi de tehdit altında.

Güvenlik söz konusu olduğunda en tehlikeli revizyonist güçler kuşkusuz Rusya ve Çin. Çünkü uluslararası sınırlarda değişiklik ve küresel - bölgesel güvenlik düzeninde yeni düzenlemeler talep eden ülkeler onlar. [Ama artık ABD, İkinci Dünya Savaşından sonra kurduğu ve savunduğu küresel düzeni sahipsiz; o düzenin içerisindeki müttefiklerini de yalnız bırakarak daha tehlikeli bir dünyanın kapılarını açıyor.] 


Bu yazı Financial Times’da “How America First Will Transform The World in 2025” başlığıyla yayınlandı. Kısaltılarak çevirilen metinde editoryal düzenleme yapılmıştır.

GIDEON RACHMAN

Financial Times'ın dışişleri baş yazarı