×
ASYA

ANALİZ

Jeopolitiğin Yeni Merkezi: Asya

Asya'nın yükselişi, bir bölgenin 21. yüzyıl jeopolitiğinin merkezi haline gelişinin hikayesi. Asya'nın güvenliği, ekonomik, teknolojik ve ekolojik dinamikleri önümüzdeki dönemde küresel meseleleri tanımlayacak.
ASYA'NIN DÜNYADA yeni bir güç merkezi olarak ortaya çıktığını iddia etmek artık orijinal bir tespit değil – neredeyse sıradan, basmakalıp bir şey. Politika yapıcılar ve analistler Çin ve Hindistan'ın ekonomik yükselişine, Asya'nın küresel tedarik zincirlerindeki merkeziliğine ve tabii ki ABD-Çin stratejik rekabetine ve çatışma riskine işaret ediyor. Bunların hepsi doğru, ancak aynı zamanda yanlış. Hem bölgede hem de günümüz jeopolitiğinin doğasında meydana gelen temel değişiklikleri gözden kaçırıyor.  

Asya'nın yükselişi, bir bölgenin 21. yüzyıl jeopolitiğinin merkezi haline gelişinin hikayesi. Bugün Asya'nın güvenliği, ekonomik, teknolojik ve ekolojik dinamikleri, küresel meseleleri tanımlayacak nitelikte. Tıpkı Avrupa'nın 20. yüzyılın ikinci yarısında (hem Soğuk Savaş'tan önce hem de sonra) jeopolitiğin merkezi haline gelmesi gibi, Asya da bugün hızla bu rolü üstleniyor. Artık Asya'da olanlar jeopolitiği tanımlayacak ve dünyada olanlar da doğrudan Asya'yı etkileyecek. Bölgesel ve küresel politika arasındaki bu etkileşimin doğası, bugün uluslararası meselelerdeki en önemli değişken.  

Asya şu anda dünyanın en hızlı büyüyen 20 ekonomisinin yarısına ev sahipliği yapıyor. Küresel büyümenin üçte ikisini üretiyor ve küresel GSYİH'nın %40'ını oluşturuyor. Birçok Asya ekonomisi, bugün inovasyonu ve refahı yönlendiren endüstriyel teknolojiler için küresel tedarik zincirlerinin merkezinde yer alıyor. Dijitalleşme ve yeşil teknolojilere ilişkin küresel eğilimler, Asya ekonomilerinden gelen inovasyonlar tarafından kolaylaştırılıyor ve Batı'dan daha hızlı benimseniyor. Dahası, dünya nüfusunun yüzde 60'ı bu kıtada yaşıyor. Asya orta sınıfının (Çin ve Hindistan dahil) 2030 yılına kadar yaklaşık 2,3 milyar kişiye veya dünya toplamının %65'ine ulaşması bekleniyor. Sonuçta Asyalılar, orta sınıftaki bir sonraki milyar insanın yüzde 88'i ile en büyük payını oluşturacak.

Asya aynı zamanda dünyanın en büyük 10 ordusundan yedisine; ABD, Çin, Rusya, Fransa, Hindistan, Pakistan ve Kuzey Kore'yi içeren dokuz nükleer silah devletinden (ilan edilmiş ve edilmemiş) yedisine ev sahipliği yapıyor. ABD'nin Asya'da beş resmi anlaşma müttefiki mevcut. Yine şu anda Hawaii'deki Hint-Pasifik Komutanlığı da dahil olmak üzere, 350.000'den fazla ABD askeri bölgede konuşlandırılmış durumda. 

20. yüzyılın büyük bölümünde Asya, küresel ilişkilerde “fiyat alıcı” (edilgen), bölge konumundaydı. Bu dönemde bölgedeki ekonomik, politik ve stratejik eğilimler, Soğuk Savaş'ın temel dinamiklerinin çoğunu yansıtıyordu. ABD-Sovyet vekalet rekabeti Asya'da gelişti. 21. yüzyılda Asya, jeopolitik olarak “fiyat alıcısı” bölge konumundan fiyat belirleyici bölge konumuna doğru kaydı. Asya'daki gelişmeler bugün küresel ilişkilerin merkezinde yer alan, büyük güç rekabeti, ekonomik küreselleşme, teknolojik yenilik, ekolojik koruma gibi dinamiklerin çoğunu yönlendiriyor. Ayrıca küresel düzene yön veren kural, norm ve kurumların etkinliğini de biçimlendiriyor.

Kuşkusuz bu yapısal dönüşümün kritik sonuçları olacak. Asya stratejik ilişkilerindeki merkezi stratejik ikilem, hızla küresel politikadaki merkezi stratejik ikilem haline geliyor: Güvenlik rekabeti ve karmaşık karşılıklı bağımlılık (ekonomik, teknolojik ve ekolojik bağımlılık) arasındaki gerilim bu yüzyılda hem Asya'yı hem küresel siyaseti hem de irili ufaklı pek çok devletin jeopolitik konumlarını belirleyecek. Çoğu ülke için Çin ile ilişkileri yönetmek bu ikilemin merkezinde yer alıyor.

Asya'nın jeopolitiğin merkezine kaymasının kısa vadede başka bir sonucu daha var. Asya önümüzdeki yıllarda hem derin stratejik zorluklar hem de önemli fırsatlar sunacak. Asya, hem yoğun risklerin hem de olağanüstü beklentilerin olduğu bir bölge. Asya yüksek büyüme oranlarına, çok sayıda teknolojik yeniliğe, bol miktarda sermayeye ve bunları harekete geçirecek siyasi iradeye ev sahipliği yapıyor. Asya aynı zamanda eski ve yeni güvenlik sorunlarının doğal olarak istikrarsız bir karışımı. Gerilimler ve rekabetler tarihi derinlere uzanıyor ve sıcaklığını koruyor. Tayvan ve Kuzey Kore meseleleri Soğuk Savaş'tan kalma sorunlar. Bölgede çatışmalar için aktif nokta olmaya devam ediyor. Son zamanlarda, Asya'da ABD-Çin güvenlik rekabeti yoğunlaşıyor. 

Merkezi İkilem: Ulusal güvenlik ya da Karşılıklı bağımlılık

Uluslararası politika bugün giderek daha fazla merkezi bir ikilemle tanımlanıyor: Devletler karmaşık karşılıklı bağımlılık ve güvenlik rekabeti arasındaki gerginlikleri nasıl yönetiyor. Hiçbir ülke karşılıklı bağımlılık (ve bununla birlikte gelen refah, yenilik) ve ulusal güvenlik çıkarları arasında seçim yapmak istemiyor. Ancak ülkeler, özellikle ulusal güvenlik endişeleri önem kazandıkça, bazı seçimlerin yapılması gerektiğini görüyor. Bu, Çin'in yükselişiyle Asya'da başladı ve hemen ardından Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etmesinin ardından Avrupa da baş gösterdi. Asya artık bu dinamiklerin evriminin potası. Bu politika seçimlerinin nasıl ve ne şekilde biçimleneceği önümüzdeki yıllarda Asya'yı ve dünyayı şekillendirecek.  

Bu ikilemin kökenleri birkaç on yıl öncesine dayanıyor. 1990'lardaki küreselleşme, dünya genelinde ülkeler arasındaki çok daha yüksek ticaret, yatırım ve finansal bağlantı seviyeleriyle tanımlanıyordu. Çin bunun merkezindeydi. Ülke, 2010 yılında Japonya'yı geride bırakarak ikinci büyük ekonomi haline gelerek ABD, Avrupa ve çoğu Asya ekonomisinin en önemli ticaret ortağı oldu. Çin aynı zamanda küresel üretimin merkezi olarak ortaya çıktı ve bu da ulus ötesi tedarik zincirlerinin gelişmesini sağlayarak ülkeleri birbirine daha fazla bağladı ve yeni bir küresel refah dönemini başlattı. Çoğu Asya ekonomisi için, 1990'larda ve 2000'lerde ABD ve Avrupa hala Asya ihracatına yönelik nihai talebin kritik kaynaklarıydı ve ABD doları küresel olarak birbirine bağlı bir ekonomide hüküm sürüyordu.

Asya'da küresel karşılıklı bağımlılık geliştiği gibi, güvenlik rekabeti de gelişti. Rekabet Asya-Pasifik için yeni olmasa da, yoğunlaşıyor ve merkezi ikilemi vurguluyor. Bu yeni rekabet dönemini üç eğilim yönlendiriyor. Birincisi, 2012'de Başkan Xi Jinping'in gelişi daha saldırgan ve iddialı bir Çin'e yol açtı. Xi, eski lider Deng Xiaoping'in düşük profilli kalma ve bölgeyi Çin'in yükselişi konusunda rahatlatma yaklaşımını terk etti. Xi, Çin'in ekonomik ve askeri yeteneklerini Çin'in çıkarlarını ilerletmek için kullanmaya çok daha istekli ve bunu yapmak için riske ve sürtüşmeye çok daha hevesli. ABD-Çin stratejik rekabet dönemi, büyük güç çatışması riskinin düşük bir olasılıktan yüksek bir ihtimale dönüşmesiyle ortaya çıktı.   

İkinci olarak, Asyalı liderler kendi askeri modernizasyonlarına yatırım yapmaya başladılar ve ayrıca ABD ve birbirleriyle güvenlik ortaklıkları kurmaya başladılar. Akademisyenlerin "iç" ve "dış" güvenlik dengeleme stratejileri olarak adlandırdıkları bu kombinasyon, nadir olduğu kadar sonuç vericiydi de. Birçok Asya ülkesi, Çin'in zorlama ve saldırganlığını caydırmak için ABD'ye daha da yakınlaştı. Asyalı liderler, Çin'in Asya'daki ABD gücüne meydan okuduğunu ve bölgesel hegemonya için çabaladığını gören Washington'da istekli bir karşılık buldu. Obama'nın Asya'ya "dönüş"ü bu olaylar bağlamında gerçekleşti. 

Üçüncüsü, küresel düzeyde, Rusya'nın 2022'de Ukrayna'yı tam ölçekli işgali ve Çin'in Rusya'ya verdiği destek, ABD ile Çin'in yalnızca çatışan güvenlik çıkarlarına sahip olmadığını, aynı zamanda küresel düzene ilişkin çok farklı görüşlere sahip olduklarını da doğruladı ve hem Washington'ın hem de Pekin'in uzun vadeli stratejik ve ideolojik bir rekabet içinde olduğunu vurguladı.

Asya'da karşılıklı bağımlılık ve rekabet arasındaki ikilem nasıl işliyor? Çoğu Asyalı liderin temel dürtüsü, ABD ve Çin arasında seçim yapmaktan kaçınma yönünde, ancak Çin'in Asya'ya hakim olmasını da istemiyorlar. Çoğu Asyalı lider, stratejik pastayı hem yemek hem de saklamak ister. Ancak bunun mümkün veya sürdürülebilir olup olmadığı meçhul. Çoğu Asya ülkesi için Çin, ekonomik ve teknolojik olarak önemli hale gelirken, ABD askeri olarak daha önemli hale geliyor. ABD, ekonomik ve teknolojik olarak da önemini koruyor. Bu durum, bölge ülkelerinde çeşitlendirme, dayanıklılık ve opsiyonellik gibi ekonomik ve güvenlik stratejilerini harekete geçirdi. Bu çerçevede Çin'e maruziyeti azaltırken mutlak bir seçimden kaçınmaya çalışıyorlar. ABD'nin Asya'daki güvenlik ortaklıkları bu durum sayesinde büyüdü. Ancak Asya ülkeleri arasındaki güvenlik ilişkileri de büyüdü ve Washington'ın "örgü" olarak adlandırdığı şeyi teşvik etti.  

Asya'daki ülkelerin çoğu, Çin'e olan ağır ekonomik ve teknolojik bağımlılıklarını aktif olarak çeşitlendirmeye çalışıyor. Bunun zayıflıklarını ortadan kaldırmayacağını, ancak Çin'in onlar üzerindeki etkisini en aza indireceğini biliyorlar. Bu süreç zaman alacak ve Çin ekonomisinin büyük çekim gücü göz önüne alındığında muhtemelen doğası gereği sınırlıdır. Çin hariç Asya ülkeleri arasındaki  ticaret ve güvenlik bağları da tüm zamanların en yüksek seviyesinde. İronik olarak, Çin'in etkisini bir miktar azaltabilen bu tür bir Asya içi ekonomik ve güvenlik entegrasyonu süreci, ABD'yi dışlama olasılığına da sahip. 

ABD ve Çin'in tepkileri 

ABD'nin Asya'ya yönelik stratejisi bu merkezi ikilemin dönüşümünü şekillendirdi ve bunu yapmaya devam edecek. ABD 80 yıldır Asya'da bulunuyor ve hem büyük bir güvenlik sağlayıcısı hem de Asya ihracatı için bir pazar olarak hizmet veriyor. Bu, ikili bir güvenlik ve ekonomik mantık. Çin çoğu Asya ülkesi için en önemli ticaret ortağı haline geldikçe ve Çin ekonomisi büyümeye devam ettikçe bu durum değişti. Sonra Çin kendini göstermeye başladı ve bölgeye güçlü bir ABD rolünün değerini hatırlattı. ABD'nin ilk tepkisi, Başkan Barack Obama yönetiminde hem ABD'nin ikili rolünü hem de taahhütlerini yeniden teyit etmek için "Pivot Stratejisi"ni başlatmak oldu. Obama'nın dönüşü, Kongre bütçe kesintileri ve Kongre'nin Trans-Pasifik Ortaklığı (TPP) ticaret anlaşmasını geçirme konusundaki kararsızlığı tarafından önemli ölçüde kısıtlandı. 

Başkan Donald Trump'ın 2016'da seçilmesi ASYA stratejisine yardımcı olmadı. Trump, Amerika'nın Asya stratejisine yüksek derecede belirsizlik, oynaklık ve hatta zorlama enjekte ederek Amerika Birleşik Devletleri için yeni bir zorluk yarattı. Bu durum bugün de devam ediyor. Başkan Joe Biden, hem geleneksel müttefiklere bir güvence vererek hem de AUKUS (Avustralya'yı nükleer tahrikli denizaltılarla donatmak için Avustralya-İngiliz-Amerikan anlaşması) ve QUAD (Amerika Birleşik Devletleri, Japonya, Hindistan ve Avustralya arasındaki düzenli "dörtlü güvenlik diyaloğu") gibi Asya genelindeki güvenlik ortaklıkları için yeni ve yaratıcı mimarilerle geri döndü. Ancak kritik bir unsurdan yoksundu: Güvenilir bir ekonomik strateji. Amerika'nın iç siyaseti ticareti reddediyor ve korumacı endüstriyel politikayı benimsiyor. Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimleri, ABD'nin stratejik ikilemle boğuşan bir bölgeyle bağlarını sıkılaştıracak ya da gevşetecek bir sonraki dönemeç olacak.  

Çin'in Asya'daki stratejisi daha basit. Çin esas olarak bölgesel hegemonya peşinde ve bunu başarmak için çeşitli araçlar kullanıyor: Ekonomik bağımlılığı teşvik etmek, askeri gözdağı vermek ve Çin'in kaçınılmaz yükselişine dair algılar yaratmak. Çin, fiili bir Çin hegemonyası için koşulları yaratmak amacıyla yakınlık, çekim ve ivmeyi ustalıkla kullanıyor. Çin'in bölgeye yönelik argümanı şu: “Çin coğrafi olarak yakın, ekonomisi ve ordusu büyük ve hızla büyüyor. Bu nedenle, bölgedeki diğer ülkelerin Çin'e boyun eğmekten ve nihayetinde onunla uyum sağlamaktan başka seçeneği yok.” Bu hegemonik baskının merkezinde ekonomik gücü var; Çin stratejisinin bir ayağı da, ülkelerin Çin'in tercihlerine boyun eğmekten ya da ekonomik sonuçlarına katlanmaktan başka çarelerinin olmadığı bir bağımlılık duygusunu teşvik etmektir. Çin'in bu nihai duruma ulaşması için kritik olan, Çin'in yükselişinin ve ABD'nin düşüşünün tarihsel olarak kaçınılmaz olduğu algısını güçlendirmek. Çinli politika yapıcılar bu noktayı vurgulamak ve bu arada Çin'in siyasi sisteminin üstünlüğünü göstermek için ABD'nin siyasi işlevsizliğini ve gürültülü seçimlerine işaret ediyor. 

Avrupa'nın tepkisi 

Asya'daki bu dinamiklerin evrimi Avrupa için üç çıkarım barındırıyor. Birincisi, Asyalı politika yapıcılar ve iş liderleri Avrupa'ya her zamankinden daha fazla ilgi duyuyor. Avrupa Birliği pazarındaki ekonomi, ticaret ve yatırım fırsatları, yukarıda ana hatları çizilen merkezi ikilemin yakıcı gerçekliğiyle karşı karşıya kalan çoğu Asya ülkesi için dayanıklılık, opsiyonellik ve çeşitlendirme stratejileriyle tam olarak örtüşüyor. 

Burada bir güvenlik mantığı da var. Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etmesinin ve Çin'in Moskova ile işbirliği yapmasının ardından, Asyalı liderler Avrupa'nın Çin'in yırtıcılığını, zorlamasını ve saldırganlığını caydırmada yardımcı olmasını istiyor. Belirsiz ve hatta değişken ABD taahhütlerinin olduğu bir dünyada (yani, ikinci bir Trump başkanlığı altında), Asya dışından yetenekli ve istekli ortaklara sahip olmak artık bir zorunluluk. Avrupa artık Asyalı politikacılar için jeopolitik bir lüks değil. Ülkelerin Washington ile Pekin arasında seçim yapmak istemediği ve Çin'in egemen olmasını da arzulamadığı bir dünyada, Avrupa ile daha yakın ilişkiler kurmak her iki gerçeğe de ulaşmak için bir alternatif.

İkinci olarak, Asya sadece büyük fırsatlar bölgesi değil, aynı zamanda derin stratejik zorlukların da olduğu bir bölge ve bu zorluklar küresel çapta büyük etkilere yol açabilir. En azından üç senaryoda silahlı çatışma riski vardır: Tayvan, Kuzey Kore ve Güney Çin Denizi. Bölge, Çin hakkındaki endişe ve Amerika hakkındaki belirsizlik tarafından yönlendirilen ve yavaş hareket eden bir konvansiyonel silahlanma yarışı yaşıyor. Çin, nükleer cephaneliğinin boyutunu büyük ölçüde genişletiyor ve bu durum Avrupa'nın iki nükleer gücü Birleşik Krallık ve Fransa için doğrudan sonuçlar doğuruyor. Çin ve Rusya ayrıca zaten kapsamlı olan savunma ilişkilerini derinleştirerek Çin'in hırslarını körüklüyor ve Rusya'nın Avrupa'yı tehdit etme yeteneğini artırıyor. Hem AB düzeyinde hem de Avrupa başkentlerinde, saldırganlığı caydırma, askeri zorlamayı zayıflatma ve kurallara dayalı bir düzeni yayma odaklı Asya'ya yönelik bir Avrupa güvenlik stratejisinin zamanı geldi. Günümüz jeopolitiğinde, Asya'nın gidişatı neyse dünyanınki de öyle olacak. 

Üçüncüsü, Çin hızla transatlantik ilişkiler için merkezi bir meydan okuma haline geliyor ve tüm tarafların bu engebeli arazide yol almaya hazırlanması gerekiyor. Washington'dan Avrupa'ya hem "riskten kurtulma" hem de Çin'den "kopma" yönünde daha fazla baskı olacak ki bunu Avrupa ekonomilerinin kabul etmesi çok zor. Bu, bazı sektörlerde ayrı tedarik zincirleri üretebilir ve önemli ekonomik ve politik sürtüşmelere yol açabilir. ABD-Çin ilişkilerinin gidişatına bağlı olarak Washington, Avrupa'nın kendi savunması için daha fazlasını yapmasını bekleyebilir, böylece Washington Çin'e odaklanabilir. Çin her türlü çatlaktan faydalanmaya çalışacak ve zaten deniyor. Artan transatlantik uyum zorluğunu aşmak için net beklentiler, güçlü iletişim ve anlamlı koordinasyon (mütevazı da olsa) zorunlu.


Bu yazı, Alman Dış İlişkiler Konseyi (DGAP) dergisi Internationale Politik Quarterly’de “Asia as the New Center of Geopolitics” başlığıyla yayınlandı. Kısaltılarak çevirilen metinde editoryal düzenleme yapılmıştır.


--------------
Görsel: Reuters