ANALİZ
İsrail’in Varoluşsal Tehdit Anlayışında Yeni Dinamik: Aksa Tufanı
Hamas’ın terör örgütü olarak görülmesi, İsrail’in eylemlerinde kendini savunma ve faaliyetlerine meşruluk katma aracı. Ayrıca toplumun ulusal kimliğe bağlanma ve karar vericilerin toplumu yönlendirme/kontrol kapasitesi açısından işlevsel bir etmen.
İSRAİL ile Hamas arasında başlayan yeni çatışma süreci, birçok açıdan dengeleri alt üst eden bir etki oluşturdu. 7 Ekim 2023 öncesine kısaca bakacak olursak, İsrail ile Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri arasında diplomatik bağlantılar gelişmekte, Türkiye-İsrail hattında geleceğe yönelik olumlu bir sürece giriş yapılmaktaydı. Ortadoğu denklemleri açısından eskiye nazaran olumlu bakış açıları oluşmuş ve yeni Ortadoğu gibi ifadeler sık sık kullanılmaya başlamışken meydana gelen beklenmedik Hamas saldırısı, yalnızca İsrail’de değil, tüm dünyada şok etkisi yarattı.
Çatışmaların geleceği, İsrail’in kara operasyonu yapıp yapmayacağı, operasyon olursa nasıl bir tablonun ortaya çıkacağı, Filistin’de Hamas ve FKÖ arasındaki farklılıklar üzerine çokça konuşuluyor. Öne çıkan konulardan biri de şüphesiz İsrail istihbaratının bu ani saldırıyı öngörememiş olması ve uluslararası alanda kaybettiği prestij. Bu noktada olaya bir de İsrail halkı ve iç politika açısından bakmakta fayda var.
İlk olarak devlet düzeyinde ele almak gerekirse bilindiği üzere İsrail güvenlik algısı ve askeri güç politikası varoluşsal tehdide dayanıyor. Varoluşsal tehdit algısının oluşmasında İsrail’in kuruluş itibariyle savaşın içine doğması belirleyici. Arap-İsrail Savaşları ve bu olayların travmatik bilinçteki yeri de ülkenin temel stratejik güvenlik stratejisinin dayanağını oluşturuyor. Dolayısıyla toplum algısı da bu temelde.
Diğer yandan olaya teorik açıdan bakmak, İsrail’in attığı adımları ve bu gelişme sonrasındaki süreci anlamlandırmak konusunda farklı bir perspektif sunabilir. Uluslararası ilişkilerde eleştirel güvenlik kapsamında yer alan ontolojik güvenlik teorisi, aktörlerin, belirli ve öngörülebilir bir çevrede benlik açısından kendilerini güvende hissedebileceklerini savunur. Benliğin/kimliğin güvenliği, fiziksel güven(siz)lik halinden farklı olarak varoluşsal açıdan güvende hissetmeyle ilgilidir. İsrail, kuruluşundan itibaren, benliğinin güvenliğini sağlamaya ve bölgedeki varlığını ortaya koymaya çalışan bir aktör. Bu nedenle fiziksel güvenliğini de en üst seviyede tutma amacıyla hareket ediyor. Ontolojik güvensizliğin yanı sıra fiziksel olarak da güvenlik tehdidi içeren bir bölgede olduğu için savunma ve askeri güvenlik alanlarında gelişime dönük adımlar atıyor. Varoluşsal güvenlik kaygısı da buradan geliyor. Hakeza İsrail halkının da ontolojik güvenlik kaygıları olduğu söylenebilir, çünkü öngörülebilir bir çevreden yoksunlar.
Bu açıdan değerlendirildiğinde, Hamas’ın Aksa Tufanı adımı da İsrail ulusal bilincinde derin etki oluşturacaktır. Bu noktada küçük bir parantez açıp ters bir okuma yapıldığında ise Filistin halkı için esasen belirli çevre ve benliğin güvenliğini sağlayabilen bir coğrafyanın, ontolojik güvensizlik sahasına dönüştüğü de görülebilir. Başlangıçta İsrail toplumu açısından ontolojik olarak güvensiz olan topraklar ve çevre, günümüzde Filistin halkının varlığını ortaya koymaya çalıştığı bir alan haline geldi. Şimdi parantezi kapatarak İsrail boyutuna tekrar dönebiliriz.
Aksa Tufanı’nın İsrail üzerinde caydırıcılığın sarsılması yönünde bir etki oluşturduğu aşikâr. Saldırı ayrıca Tel Aviv’in halihazırda mevcut olan kaygılarının da yersiz olmadığı duygusunun yerleşmesine vesile olabilir. Bu da İsrail’in varoluşsal tehdit algısını daha da yükseltebilir. Nitekim İsrail’in hiçbir kural tanımaksızın, uluslararası hukuku ve savaş hukukunu çiğneyerek böylesine vahşi bir yol izlemesi de Hamas saldırısıyla ortaya çıkan yenilgi ve başarısızlığı bastırma refleksinin bir yansıması. Sürecin halen devam etmesi hasebiyle gelecek öngörüsü yapmak için erken olsa da uzun vadede Aksa Tufanı’yla başlayan dönemin, İsrail toplumunda ve devlet hafızasında var olan “derin travmalar” arasındaki yerini alacağı söylenebilir.
Öte yandan 7 Ekim saldırısının İsrail’in 11 Eylül’ü olarak nitelendirilmesi de bununla ilişkili. Toplum hafızasına yerleşen bu olay, birey, toplum ve devlet düzeylerinde olmak üzere tüm aktörler açısından İsrail’in ontolojik güvenlik kaygılarının temelini oluşturan belirleyici etkenlerden biri olacak gibi duruyor. Hatırlanacağı üzere Yom Kippur Savaşı da Mısır ve Suriye’nin beklenmedik saldırısıyla başlamış ve İsrail açısından bir travma olarak kalmıştır.
Bir başka açıdan ise yine devlet düzeyinde bakıldığında ontolojik güvenlik, söz konusu aktörün kendisi hakkında tutarlı ve emin bir algıya sahip olma ihtiyacıyla da ilgilidir [1]. İsrail’in tutumlarını bu pencereden de değerlendirmek mümkün. Hamas’ın adımı sonrasında İsrailli karar vericilerin yapmaya çalıştığı şey de tam olarak bu. Dünyaya ve İsrail halkına Tel Aviv’in tutarlı ve emin bir kimliğe sahip olduğunu ortaya koymak, sarsılan imajını onarmak ve bunu sert bir baskıyla gerçekleştirmek niyetinde. Aynı zamanda Hamas’ın bir terör örgütü olarak görülmesi de İsrail’in eylemlerinde kendini savunma ve faaliyetlerine meşruluk katma aracı. Bununla birlikte, varlığına yönelik bir tehdide karşı mücadele eden bir aktör konumunda gösterme amacıyla hareket ediyor. Terör saldırısı olarak nitelendirmenin İsrail açısından ortaya çıkardığı bir sonuç da İsrail-Yahudi kimliğinin pekiştirilmesi. Terör eylemi ifadesinin kullanılması İsrail için söz konusu kimliğe daha çok bağlanma ve demografik tehdit anlatısını daha etkin kullanma fırsatı sağlıyor. Bu da karar vericilerin toplumu yönlendirmesi ve kontrolü açısından önemli bir etmen.
Tam da bu noktada teoriden sıyrılıp ikinci olarak toplumsal boyuta yani 7 Ekim’de başlayan kanlı sürecin İsrail iç dinamiklerinde ve İsrail halkı üzerinde oluşturacağı etkiye bakılabilir. Bu noktada ontolojik güvenlik noktasında İsrail vatandaşlarının dünyanın birçok ülkesinde yeni kaygılar hissedeceği bir sürecin başladığı da söylenebilir. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları, çeşitli ülkelerdeki İsrail vatandaşlarının sahip oldukları kimlik hasebiyle tehdit hissetmelerinin yolunu da açtı. Spor müsabakalarından İsrailli sporcuların çıkarılması, farklı ülkelerdeki İsrail vatandaşlarının çeşitli söylemlerle karşılaşmaları gibi küçük ya da büyük olaylar bu insanların günlük rutinlerinin bozulması anlamına geliyor. Son olarak Paris’teki Yahudi okulları bomba ihbarları üzerine boşaltıldı [2]. Doğrudan bir eylem olmasa dahi bu tür gelişmeler etrafında bir güvenlik tehdidi algısı ve İsrailli ya da Yahudi kimliği nedeniyle güvende hissedememe durumu beliriyor. Bu da en başta belirtilen güvenli, öngörülebilir ve belirli çevrenin değişmesi demek. Üstelik bu tür olayların ilerleyen zamanlarda daha fazla gündeme gelmesi de söz konusu olabilir. Bu anlamda İsrailliler açısından bir ontolojik güven(siz)lik algısının ortaya çıktığından söz edilebilir.
İç politika kapsamında bakıldığında ise Netanyahu hükümetinin geleceği konusu öne çıkıyor. İlerleyen dönemler için Başbakan Binyamin Netanyahu’nun yeniden ülke yönetiminde rol almasının oldukça zor olduğunu ifade etmek mümkün. Zira Aksa Tufanı, İsrail’in mevcut lider kadrosu açısından oldukça mühim bir başarısızlık. Ayrıca İsrailli rehineler konusu da kamuoyunun önem verdiği bir husus. Bu da İsrailli karar vericilerin ve askeri yeteneğinin bir başarısızlığı olarak algılanıyor. Bununla birlikte bir de muhalefet etkisi var. Bir muhalefet hareketi olan İsrail Demokrasi Hareketi, geçtiğimiz günlerde Başbakan Netanyahu’yu, Hamas’ın Aksa Tufanı operasyonunun sorumluluğundan kaçınmak için kanıtları ve belgeleri yok etmekle suçladı [3]. Ayrıca ordu içerisinde de Netanyahu’ya karşı tepkiler çıkmaya başladı. Henüz büyük bir etki oluşturmasa da ilerisi için ordu içerisinde de karışıklıkların ortaya çıkma ihtimalinden söz edilebilir. Bu da işin bir başka boyutu.
Öte yandan da İsrail’in Gazze bombardımanını destekleyen bir güruh var. Son zamanlarda ortaya çıkan videolarda Gazze’deki susuzluk ve açlıkla dalga geçilen görüntülere şahit olduk. Bu durum İsrail toplumunun, Netanyahu’yu destekleyenler ve karşı çıkanlar olarak ikiye ayrıldığını gösteriyor. Karşı çıkanların ise muhalefet etmek ve hükümetin başarısızlığından rahatsız olmak gibi motivasyonlara sahip olduğu görülüyor. Dolayısıyla iç dengeler açısından Netanyahu, siyasi açıdan da kayıp yaşıyor. Elbette bu kaybın ne boyutta olduğunu da zaman gösterecek.
Kuruluşundan itibaren varoluşsal kaygı temelinde politika izleyen Tel Aviv’in bugünkü adımları da bu kaygıyla yakından ilişkili. Ancak başarısızlığını örtbas etmek adına daha sert ve agresif bir yöntem izlemesi, farklı ülkelerde yaşayan İsrail vatandaşlarının da ontolojik güvensizlik algısını yükseltecek etkiler oluşturuyor. Bu da Filistinlilerin yıllardır kendi topraklarında hissettikleri ve mücadele ettikleri, varlığını ve benliğini koruma mücadelesinin artık İsrailliler açısından da içsel anlamda söz konusu olduğunu gösteriyor. Bu noktada değinilmesi gereken mühim bir ayrıntı var ki o da Filistinlilerin fiziksel olarak emniyette olmamalarına rağmen ontolojik açıdan güvenliklerini, benliklerini ve kimliklerini yüksek bir şekilde korudukları. Son 40 gündür de tüm dünya buna yakından şahit oluyor. İsrail vatandaşları bununla nasıl başa çıkacak ya da çıkabilecek mi bunu hangi eylemlere ne düzeyde maruz kaldıkları belirleyecek.
--------------------------------------------------------------------------------------
[1] Amir Lupovici, Ontological Dissonance, Clashing Identities, and Israel’s Unilateral Steps Towards the Palestinians, Review of International Studies, 38, 2012, s. 810.
[2] Twenty Jewish schools in Paris reportedly evacuated after bomb threat, The JC, https://www.thejc.com/news/world/twenty-jewish-schools-in-paris-reportedly-evacuated-after-bomb-threat-38ySX4g0t9dnnurSafPTa2#.
[3] Israeli premier accused of destroying evidence to avoid responsibility for Hamas attack, AA, https://www.aa.com.tr/en/middle-east/israeli-premier-accused-of-destroying-evidence-to-avoid-responsibility-for-hamas-attack/3029199.
2016 yılında Erciyes Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Yüksek lisans derecesini 2019 yılında Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda sunduğu “Uluslararası İlişkilerde Ulus İnşası Bağlamında Irak Örneği” başlıklı teziyle aldı. Doktora eğitimine Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda devam eden Kızılay, tez aşamasındadır. Çeşitli akademik çalışmaları bulunan Kızılay, farklı platformlarda çok sayıda analiz de kaleme almıştır. İngilizce ve orta düzeyde Arapça bilen Kızılay Ortadoğu çalışmalarına yoğunlaşmakla birlikte başlıca çalışma alanları arasında Afganistan, Pakistan, ontolojik güvenlik ve terörizm/güvenlik bulunmaktadır.