7 EKİM 2023 tarihi, Ortadoğu dengeleri açısından yeni bir sürecin kapısını araladı. Genel anlamda ılımlı ve olumlu bir havanın estiği bölgede, ülkeler arasındaki diplomatik gelişmelerden ve iş birliklerinden söz edilirken meydana gelen Aksa Tufanı, Filistin-İsrail çatışmalarının dördüncüsü olarak tarihe geçecek olan bir dönemin başlangıcı oldu. Hamas’ın Aksa Tufanı adımı sonrasında İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği saldırılar ve bombalamalar ise bölgede kanlı bir mücadeleye yol açtı. Hâlihazırda devam etmekte olan kıyım, bölgeye yönelik politikalar ve adımlar konusunda birçok soru işaretini de beraberinde getirmiş durumda.
Dengeleri değiştiren ve Ortadoğu tarihinde yeni bir aşamayı işaret edecek nitelikte olan çatışmalar, elbette bölgesel ve küresel güvenlik parametrelerini de etkiliyor. Özellikle İsrail’in Gazze’ye yönelik bombalamaları sonrasında Irak ve Suriye’nin çeşitli bölgelerinde meydana gelen hedefli saldırılar, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) bölgedeki varlığı ve etkisinden yeni yerel oluşumlara ve farklı bölgelerdeki grupların hareketliliğine kadar birçok düzlemde yeni ihtimaller oluşturdu. Bunların başında da genel anlamda şiddet ve terör eğiliminin artması geliyor. Çatışmaların taşıdığı riskle ilgili olarak Irak İslami Direnişi’nin gerçekleştirdiği eylemler ilk akla gelenlerden biri. Irak, silahlı gruplar açısından çeşitliliğe sahip bir ülke. Son zamanlarda Irak İslami Direnişi de çeşitli grupları bir araya getiren bir yapı olarak öne çıkıyor.
Irak İslami Direnişi Hareketi
İsrail-Hamas çatışmaları devam ederken bir yandan da Suriye ve Irak’ta gerçekleştirilen saldırılar, Ortadoğu’daki terör ve güvenlik risklerinin de arttığını ortaya koyuyor. Bu noktada Irak’ta meydana gelen saldırıları mercek altına almak gerekiyor. 17 Ekim’den itibaren Irak ve Suriye’de bulunan ABD birliklerine yönelik saldırılar gerçekleştiriliyor. Özellikle Irak’ın Anbar vilayetindeki Ayn el Esad üssüne gerçekleştirilen saldırılar dikkat çekici. Bunun yanı sıra Irak Kürt Bölgesel Yönetimi bölgesinde bulunan Harir Hava Üssü de hedef alındı. Pentagon Hava Kuvvetleri sözcüsü General Pat Ryder, 17-24 Ekim 2023 tarihleri arasında Irak’taki Amerikan kuvvetlerine 10 kez, Suriye’deki güçlere ise aynı dönemde 3 kez saldırı düzenlendiğini
açıkladı.
İnsansız hava aracı ve roket saldırılarını gerçekleştiren grup olarak ise Irak İslami Direnişi öne çıkıyor. Irak İslami Direnişi ya da orijinal adıyla Al-Muqawama al-Islamiyah fi al-Iraq, örgütsel yapıya sahip bir grup niteliğinde görülmüyor. Ancak Şii silahlı grupları barındırması hasebiyle bu yapıların Irak’taki operasyonlarını tanımlamak için kullanılan bir çatı özelliğine sahip. Irak İslami Direniş Hareketi çerçevesinde, çeşitli açıklamaların ve gerçekleştirilen saldırıların yayınlanması için el-Elam el-Harbi (Savaş Medyası) adı altında bir Telegram kanalı kurulduğu da biliniyor.
Grup, son olarak 29 Aralık 2023 tarihinde Suriye’de bulunan ABD’nin “Harap el-Ceyr” üssünü füze saldırısı ile hedef aldı ve yaptığı açıklamada, “bölgede konuşlu ABD güçlerine karşı direnişi sürdürmek ve Siyonist rejimin Gazze’de işlediği suçlara karşı yanıt vermek üzere” saldırıda bulunduğunu
belirtti. Grubun öne çıkan 3 belirgin özelliği, faaliyetlerinin bölgesel ya da küresel etkiler doğurabileceğinin de habercisi. Bunlardan ilki, Şii silahlı yapıları içermesi. Bu özellik bölgedeki gelişmelerde gözleri İran’a çeviriyor. İkinci olarak ABD’ye karşı açıkça eylemler gerçekleştirmesi. Böylece Washington’un tepkisi ve şiddet düzeyi konusu öne çıkıyor. Üçüncü özellik ise hareketin Hamas-İsrail çatışmalarının etkisiyle ortaya çıkmış olması. Bu da Hamas’a verilen destek kapsamında başka yapılara örnek oluşturma ihtimalini gündeme getiriyor.
Peki saldırılar neye işaret ediyor?
Irak İslami Direnişi çatısı altında başlayan saldırılar, Hamas’ın yürüttüğü mücadeleye yönelik destek faaliyetlerini ortaya koyması bakımından oldukça mühim. Zira hararetin artması, bölgede ve Irak özelinde aşırı hareketlerin, silahlı faaliyetlerin artmasına yol açabilir. Dahası şiddetin artması çeşitli radikal grupların ve terör örgütlerinin de hareket serbestisini arttıracak bir atmosfer oluşturabilir. Bu da genel anlamda güvenlik risklerinin artmasını beraberinde getirecektir. Dolayısıyla Irak İslami Direnişi çerçevesinde başlayan ABD üslerine yönelik saldırılar, bölgesel güvenlik açısından bir başlangıç teşkil edebilecek nitelikte.
Saldırıların yol açabileceği muhtemel etkileri değerlendiren Washington’un da bu kapsamda harekete geçtiği görülüyor. Nitekim Suudi Arabistan, Kuveyt, Ürdün, Irak, BAE ve Katar gibi ülkelere 900 ABD askerinin gönderilmesi kararı, artan saldırılara karşı savunmayı arttırma amacını gösteriyor. Pentagon tarafından yapılan açıklamada, saldırılar sonucunda 21 askerin yaralandığı bildirilmişti. Ayrıca 27 Ekim itibariyle karşı saldırılarla misillemede de bulunuldu. Misilleme amaçlı hava saldırıları ise Bağdat yönetimi tarafından egemenliğin ihlali olarak yorumlanıyor. Dolayısıyla işin bir de bu boyutu var.
Tüm bunlar Hamas-İsrail çatışmasıyla başlayan gerilimin tırmanma eğiliminde olduğuna işaret ediyor. Bölgelerdeki tesisler yerel güçlerle korunuyor. 2021 yılı Aralık ayından itibaren ABD’nin Irak’taki birlikleri eğitim ve danışmanlık rolü oynuyor. Şimdi yeni birliklerin sevk edilmesiyle ise savunma faaliyetlerinin artması beklenebilir.
Bununla birlikte Şii grupların saldırılarında artış yaşanması, çatışmaların İsrail ve Hamas arasında sınırlı kalmayacağı bir denklemin oluşmasına yol açacak gibi görünüyor. Bu da çatışmaların bölgeselleşmesi anlamına geliyor. Zira İsrail’in saldırılarının artması ve Hizbullah’ın dahil olması halinde Irak’taki grupların da müdahil olma ihtimali bulunuyor. İsrail’i desteklemesi hasebiyle ABD çıkarlarına zarar verecek hamlelerde bulunulacağına dair çeşitli açıklamalar da gündeme geldi.
Irak’taki Şii gruplardan olan Kata’ib Hizbullah’ın Genel Sekreteri Ebu Hüseyin el Hamidavi’nin şu açıklaması bu noktada dikkat çekici: “Bu savaşa müdahale etmeleri halinde üslerindeki Amerikan düşmanına hassas vuruşlar yapmaya ve çıkarlarını bozmaya hazırlar. Gerekirse Siyonist oluşumun ve suç ortaklarının bilinen yerleri ateş gücümüz tarafından hedef alınacaktır.”
Saldırıların devam etmesi halinde İsrail-Hamas mücadelesinin Lübnan, Suriye ve Irak coğrafyasına da sirayet edebilecek nitelikte olduğu hesaba katılmalı. Böylesi bir durumun ortaya çıkma ihtimali biraz da İsrail’e olan desteğini açıkça dile getiren Washington’un, gerilimin düşürülmesine yönelik adım atıp atmamasına bağlı. Zaten saldırılar da bir noktada ABD’nin bu tutumunu dönüştürebilmeyi amaçlıyor.
Bu noktada ABD, Ortadoğu çıkarlarından mı yoksa İsrail’le olan ilişkisinden mi taviz verecek sorusu öne çıkıyor. Mevcut durumda Washington’un bölgedeki çatışmaları yatıştırmaktan yana olmadığı anlaşılıyor. Böylece bölgedeki etkinliğini ortaya koyabileceğini düşünüyor. Nitekim bunu eyleme de döktüğünü görebiliyoruz. ABD Başkanı Joe Biden, 18 Ekim 2023 tarihinde İsrail’e gerçekleştirdiği destek ziyaretiyle Netanyahu’nun yanında olduğunu net bir şekilde gösterdi. Ancak Tel Aviv’e bir mesaj vermeyi de ihmal etmedi. İki devletli çözümü desteklediklerini
açıklaması, büyük güç ve dengeleri değiştirebilecek aktör olduğunu gösterme amacıyla hareket ettiğini gözler önüne serdi.
Aynı zamanda İsrail’in kara harekatı yapması da ABD’nin tavrıyla ilişkili. Dolayısıyla kontrol edebileceği düzeyde bir çatışma süreci, şu anda ABD’nin işine geliyor. Bu sebeple Şii grupların saldırıları konusunda kısa ve orta vadede, bölgeye birlik gönderme adımı gibi küçük hamlelerle ilerleyeceği söylenebilir. Ancak bölgesel düzeydeki şiddet artışı, terör ve radikalizmin yükselmesi gibi birtakım riskleri de barındırıyor. Üstelik riskler yalnızca bölgeyle sınırlı da değil. Çeşitli gruplar üzerindeki etkisi bakımından küresel açıdan da birtakım sonuçlar doğurabilecek nitelikte bir hareketlilik söz konusu.
Çatışmaların taşıdığı küresel risk
Çeşitli örgütlerin harekete geçmesinden bahsederken bu durumu Ortadoğu ile sınırlandırmamak da gerekir. Zira Afrika ve Güney Asya coğrafyaları da oluşan kırılgan atmosferden etkilenebilir. Bu noktada bahse konu bölgelerdeki ülke yönetimlerinin İsrail ve Hamas’a yönelik tutumları, halk protestoları, güç boşluğu ve karışıklık çıkma olasılıkları da belirleyici faktörler arasında yer alıyor. Aynı zamanda bu iki coğrafya, çeşitli şiddet olaylarının meydana geldiği bölgeler olarak da son zamanlarda oldukça öne çıkmış durumda. Örneğin Afrika’nın Sahel bölgesinde terör örgütü IŞİD’le bağlantılı çeşitli yerel radikal grupların varlığı biliniyor. Bir diğer öne çıkan grup ise Eş-Şebap. Güneydoğu Asya’da ise Afganistan’da ve Pakistan’da IŞİD’in bölgesel kolu olan sözde Horasan Emirliği (ISKP) etkin. Aynı zamanda Pakistan, çeşitli radikal gruplarla da mücadele ediyor. Bahsi geçen yapıların Hamas’a destek adı altında faaliyete geçmesi bölgesel güvenlik tehdidinin yalnızca Ortadoğu’da olmadığının göstergesi. Bu anlamda çatışmaların küresel etki kapasitesi bulunduğu ve ayrıca terör tehdidini yükseltebilecek boyutlara sahip olduğu hesaba katılmalı.
Sonuç olarak, İsrail-Hamas çatışmalarının şiddet eğilimini arttırma tehdidinin tırmanmalara yol açabileceğinden bahsedilebilir. Buradan hareketle Irak ve Suriye’deki ABD birliklerine yönelik saldırıların devam edeceği öngörülebilir. Washington’un ise bu saldırılara şimdilik küçük adımlarla tepki vereceği, İsrail ile Hamas arasındaki çatışmaları kontrol altında tutarak çıkar maksimizasyonu sağlayabilecek bir atmosfer oluşturmayı amaçladığı görülüyor. Ancak İsrail’in bombalamalarının küresel çaptaki etkileri, terör ve güvenlik anlamında farklı dinamiklerin önünü açabilecek etkiler barındırıyor. Bu noktada Ortadoğu’daki yerel gruplar başta olmak üzere Afrika ve Güney Asya gibi bölgelerde şiddetin tırmanma ihtimali, İsrail’in sürdürdüğü şiddetin başka coğrafyalarda da istenmeyen sonuçlara yol açabileceğinin belirtisi.
2016 yılında Erciyes Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Yüksek lisans derecesini 2019 yılında Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda sunduğu “Uluslararası İlişkilerde Ulus İnşası Bağlamında Irak Örneği” başlıklı teziyle aldı. Doktora eğitimine Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda devam eden Kızılay, tez aşamasındadır. Çeşitli akademik çalışmaları bulunan Kızılay, farklı platformlarda çok sayıda analiz de kaleme almıştır. İngilizce ve orta düzeyde Arapça bilen Kızılay Ortadoğu çalışmalarına yoğunlaşmakla birlikte başlıca çalışma alanları arasında Afganistan, Pakistan, ontolojik güvenlik ve terörizm/güvenlik bulunmaktadır.