×
ABD

ANALİZ

İsrail ABD İçin Stratejik Bir Yük!

ABD ve İsrail arasında uzun yıllar önce kurulan “özel ilişki” Washington'un işine yaramadığı gibi ABD'nin dünya genelindeki çıkarlarını da tehlikeye atıyor.
ABD BAŞKANI Joe Biden geçtiğimiz günlerde "6 Ekim'deki [Orta Doğu] statükosuna geri dönüş olmayacağını" ilan etti. Ancak gerçek şu ki Biden, özellikle Washington'un İsrail ile sözde özel ilişkisine dair statükoyu terk etmeyi reddediyor.

ABD'nin İsrail'e desteğini kararlılıkla sürdürmesi, İsrail'in 1948'de kurulmasından bu yana ABD'nin Orta Doğu politikasının değişmez bir unsuru oldu. Başkan John F. Kennedy 1962'de "özel ilişki" ifadesini kullandı. Kennedy, Washington'un İsrail’le olan bağlarının "sadece İngiltere ile olan bağlarıyla benzer olduğunu" açıkladı. 2013 yılına gelindiğinde, dönemin Başkan Yardımcısı Biden "bunun sadece uzun süredir devam eden duygusal/manevi bir bağlılık değil; aynı zamanda stratejik bir bağlılık olduğunu" savundu.

Biden'a göre, "eğer İsrail olmasaydı, yine bir tane İsrail oluşturulması gerekirdi." Ancak 2020'de dönemin Başkanı Donald Trump, "Ortadoğu'da olmamız gerekmiyor, sadece İsrail'i korumak istiyoruz" diyerek havadaki bu bulutları biraz olsun dağıttı.

ABD-İsrail ilişkisinin özünü, Washington'un müttefikine verdiği benzeri olmayan yardımlar oluşturuyor. İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ABD'den 300 milyar dolardan fazla (enflasyona göre düzenlenmiş) askeri yardım alan İsrail, ABD'nin en büyük askeri yardım alan ülkesi.

Washington, diğer silah anlaşmaları ve güvenlik yardımlarına ek olarak İsrail'e yılda yaklaşık 3,8 milyar dolar vermeye devam ediyor. (Mısır ve Ürdün gibi ABD'den en çok yardım alan diğer bazı ülkeler de İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeleri karşılığında yüksek meblağlar alıyorlar). İsrail ve destekçileri Washington'da son derece etkili, farklı biçimlerde yürüttükleri doğrudan ve dolaylı lobi faaliyetleri ve nüfuzlarıyla siyasi koridorun her iki tarafında da dikkat çekiyorlar.

ABD'nin bu tek yönlü ilişki karşılığında tam olarak ne elde ettiği ise belirsizliğini koruyor.

Verilen desteğin, ABD'nin Orta Doğu'daki çıkarları açısından kritik önem taşıdığı savunuluyor. Örneğin Senatör Lindsey Graham bir keresinde İsrail'i "Amerika'nın” bölgedeki “gözü ve kulağı" olarak tanımlamıştı. İstihbarat alışverişinin stratejik bir değeri olsa da Gazze'de son beş aydır süren savaş bu ilişkinin olumsuz etkilerini, yani Washington'un İsrail'i ısrarla sahiplenmesinin Orta Doğu'daki stratejik konumunu nasıl zayıflattığını ve küresel imajına nasıl zarar verdiğini açıkça ortaya koydu. Savaş, ABD'nin Orta Doğu politikasının temelinde yatan başarısızlıkları çarpıcı bir şekilde gösterdi.

ABD-İsrail ilişkilerinin köklü bir şekilde yeniden değerlendirilmesinin zamanı çoktan geldi de geçiyor.

İsrail'in Gazze'deki toplu ceza girişimi tarihi bir boyuta ulaştı. Gazzeli sağlık yetkililerine göre, resmi ölü sayısı şu anda büyük çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere yaklaşık 32.000 kişiye ulaştı. ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin geçtiğimiz günlerde Gazze'deki savaş nedeniyle sadece 25.000 kadın ve çocuğun öldüğünü iddia etti. Biden'ın kendisi de dahil olmak üzere bazı yetkililer Gazze'den gelen kayıp rakamlarının şişirilmiş olabileceğine dikkat çekerken, diğerleri ölü sayısının muhtemelen daha da yüksek olduğunu savunuyor; çünkü devam eden çatışmalar akıbeti ya da nerede olduğu bilinmeyen binlerce kişinin bu hesaplamalara girmesini engelliyor.

Şeridin tamamında sivil altyapı sistematik olarak tahrip edilmiş durumda, açlık ve hastalık hızla yayılıyor. Gazze'deki durum o kadar kötü ki, ABD hükümeti -Fransa, Ürdün ve Mısır gibi diğer ülkelerle birlikte- şu anda şeride havadan yardım gönderiyor ve ABD, sözde müttefikinin kaldırmayı reddettiği (ve ABD silahlarını kullanarak yürüttüğü) kuşatmayı kırmak amacıyla yerleşim bölgesinin kıyısında bir iskele inşa etmek üzere 1.000 asker konuşlandırıyor.

Buna rağmen Biden yönetimi, 7 Ekim 2023'ten bu yana İsrail'e hem akıllı hem de "aptal" bombaların yanı sıra tank ve topçu mühimmatı da dahil olmak üzere gelişmiş silahlar tedarik etmeye devam ederek 100'den fazla dış askeri satışı onayladı. Bunları yaparken de Kongre'yi atlatmak için iki kez olağanüstü hâl kuralını devreye soktu. Geçenlerde, çatışmaların başlamasından bu yana BM Güvenlik Konseyi'ndeki üçüncü vetosunu kullanan ABD, acil bir insani ateşkes çağrısında bulunulması yönündeki bir kararı engelleyen tek ülke oldu.

Bu rakam, kısa bir süre önce Senato'dan geçen İsrail'e yönelik 14 milyar dolarlık askeri yardıma ek olarak veriliyor.

Savaşın daha da kötüye gidemeyeceğini düşünüyoruz; ancak bütün emareler bunu gösteriyor. İsrail, ABD'nin itirazlarına rağmen 1.5 milyondan fazla Filistinlinin -Gazze nüfusunun yarısından fazlasının- kaçtığı Gazze'nin güneyindeki Refah kentine doğru ilerlemeye kararlı.

Biden yönetimi Refah'ın işgal edilmesi fikrine karşı olduğunu ve bunun ancak "sivillerin güvenliğini sağlayacak inandırıcı ve uygulanabilir bir plan yapılması halinde mümkün olabileceğini" söyledi. MSNBC'ye verdiği bir röportajda Biden, Gazze'ye yönelik olası bir askeri operasyonla ilgili bir soruya cevaben "bir kırmızı çizgi"nin varlığını dile getirdi ve "30.000 Filistinlinin daha ölmesine izin veremeyiz" dedi. Ancak hemen ardından "İsrail'in savunmasının hala kritik olduğunu, dolayısıyla kırmızı çizgi filan olmadığını" ifade etti. Bu tutarsızlık sadece Biden'ın elini zayıflatmakla kalmıyor, aynı zamanda Washington'u İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu'nun aşırı sağcı hükümetinin benimseyeceği politikalara bağlıyor.

Netanyahu'nun Refah'a kara harekatı planını iptal edip Biden'ın uhrevi kırmızı çizgisine boyun eğmemesi şaşırtıcı değil. Netanyahu kısa süre önce "Refah'taki bu grupların tasfiyesini tamamlamaya kararlı olduğunu ve bunun karadan müdahale dışında bir yolu olmadığını" Biden'a "son derece açık bir şekilde" ifade ettiğini belirtti.

İsrail şimdiye dek sistematik olarak Gazze'yi tahrip etmekten ve bölge sakinlerini öldürmekten öte uzun vadeli bir siyasi strateji ortaya koymadı. Netanyahu’ya verilen destek bugüne kadarki en düşük seviyeye indi. Erken seçim çağrısı yapan protestolarla da karşı karşıya kalan Netanyahu, bu günler sona erdiğinde iktidardaki zamanının da sona ereceğini biliyor gibi görünüyor.

Ancak Biden, daha önce ABD'yi manipüle etme kabiliyetiyle övünen Netanyahu'yu etkilemek ya da İsrail'le olan özel ilişkiyi kuvvetlendirmek konusunda ya isteksiz ya da yetersiz kaldı.

Biden'ın giderek daha fazla hayal kırıklığına uğradığına dair haberler Beyaz Saray'dan dışarıya stratejik nedenlerle sızdırılmaya başlandı ve yönetim çatışmalara geçici bir ara verilmesini desteklediğini daha yüksek sesle dile getirmeye başladı. Senato Çoğunluk Lideri Chuck Schumer 14 Mart'ta Netanyahu'yu kamuoyu önünde şimdiye dek hiç olmadığı kadar kınadı ve Netanyahu'nun "yoldan çıktığını" savundu. Aynı zamanda İsrail'de yeni seçimlerin yapılması çağrısında da bulundu.

Ancak politikalarda değişiklik yapılmadığı sürece bu boş söylemler hiçbir işe yaramayacak.

Sembolik eylemler (örneğin ABD'nin Batı Şeria'daki iki İsrailli yerleşimci karakoluna yaptırım kararı alması ya da Biden'ın İsrail yerleşimlerinin genişletilmesinin "uluslararası hukuka aykırı" olduğunu yeniden ifade etmesi) Gazze'deki katliamı durdurmaz, Washington'u suç ortağı olmaktan kurtarmaz ya da istikrarın sağlanmasına katkısı olmaz.

Muhtemelen bu eylemlere direkt olarak cevap verme amacıyla İsrail, Batı Şeria'daki yerleşim yerlerinde 3.400 yeni konutun inşasına izin verdi. Bunu, Filistinlilere yönelik şiddetin tarihi seviyelere ulaştığı bir ortamda yaptı. ABD ise bu hamleyi cezalandırmak ya da engellemek için neredeyse hiçbir girişimde bulunmadı.

Netanyahu'nun kısa süre önce açıkladığı savaş sonrası planı, Gazze ve Batı Şeria'nın uzun süre askeri işgal altında tutulmasını öngören ve böylece istikrarsız bir geleceği teminat altına alan bir plan olmaktan öteye gitmiyor. Netanyahu 7 Ekim'den bu yana defalarca bir Filistin devletinin kurulmasını engellemiş olmaktan "gurur duyduğunu" söyleyerek övündü ve tek başına bunu engellemeye devam edebileceği vaadinde bulundu.

Netanyahu'nun planının aksine, Biden yönetiminin ilerleyen günlerdeki planında Filistin devleti kurulmasına yönelik bir "yol" tasavvuru yer alıyor. Ancak bu tasavvur, ABD ya da İsrail'in uygulayabileceği somut bir plan ya da bu yönde bir niyet içermiyor.

Gazze'deki savaş, Filistin halkının geleceğini görmezden gelmeye çalışmanın aptalca bir strateji olduğunu göstermeli. Ancak Netanyahu açısından -ve dolayısıyla Biden açısından- bu savaş, statükoya olan bağlılığı sapkın bir şekilde derinleştirdi.

Washington'un Gazze'deki savaş sırasında İsrail'e verdiği kararlı desteğin bölgesel sonuçları da felaket oldu. Doğu Akdeniz'den Kızıldeniz'e kadar bir dizi farklı düğüm noktası bölgeyi -ve ABD'yi- tam ölçekli bir savaşa sürükleme riski taşıyor. Buna ek olarak, Washington'un Gazze'de yürütülen acımasız harekata verdiği kesintisiz destek, Washington'un liberal değerlerin dayanağı olduğu imajını zedeledi ve ABD liderliğinde bir "liberal uluslararası düzen" kurulduğu iddialarını gülünç hale getirdi.

Bölgede yaşanacak bir savaş Orta Doğu ve ABD'nin çıkarları için felaket olur. Böyle bir savaş sadece İsrail'in varlığını sürdürmesi ile ilgili de olmaz. İran da dahil olmak üzere hiçbir devlet İsrail'i denize dökmenin peşinde değil. İsrail'in askeri üstünlüğü, nükleer cephaneliği ve bölgedeki hükümetlerin çoğunluğuyla stratejik uyumu, İsrail'in varlığını tehdit eden unsurlara karşı güvende olmasını sağlıyor.

Washington'un tutumu İsrail'in cezasız kalmasına yol açtığı gibi, ABD'nin Orta Doğu'daki dış politikasını da Washington'un çıkarlarının çok ötesinde hedeflere yönlendiriyor. ABD'nin bölgedeki çıkarları arasında Amerikan halkının güvenliğini ve refahını korumak ve ülkenin savunduğunu iddia ettiği değerleri korurken bölgesel bir hegemonun ortaya çıkmasını engellemek yer alıyor. İsrail'e diz çökerek verilen destek bunların hiçbirini sağlamıyor.

İsrail ile olan özel ilişkinin yarattığı patolojiler, Washington'un Orta Doğu'daki stratejik manevra kabiliyetini engellediği gibi ABD liderlerinin bölge hakkında net bir şekilde düşünebilmelerini de önlüyor. Örneğin, 2023'ün sonlarında Biden, "İsrail olmasaydı, dünyada güvende olan tek bir Yahudi olmazdı" diyerek kendi ülkesini de karalamış oldu.

Bu tür bir düşünce tarzı, güçlü bir devlet yönetimini imkansız kılıyor. ABD'nin İsrail'le olan dengesiz ilişkisi, örneğin, Washington'un İran'la diplomatik ilişki kurmasını engellerken, ABD'yi İran'da askeri güç kullanmaya itiyor.

Geçtiğimiz beş ay boyunca İsrail, ABD'nin çıkarlarına ve bölgesel istikrara aykırı olmasına rağmen, ABD'yi defalarca İran'la doğrudan çatışmaya zorlamaya çalıştı. İsrail ve ABD arasındaki üst düzey askeri tatbikatlar, İsrail'in İran'daki büyük doğalgaz boru hatlarına yönelik son saldırısı ve İran destekli gruplar ile ABD arasında Orta Doğu'da devam eden gerginlik bölge çapında bir felakete yol açma riski taşıyor.

Washington'un İsrail'le ilişkisi -diğer tüm devletlerle olduğu gibi- ABD'nin somut çıkarlarını gözeterek yürütülmeli. ABD'nin Fransa ya da Güney Kore gibi anlaşmalı müttefikleriyle ilişkilerinde bile tartışmalar, anlaşmazlıklar ve diplomasinin normal itme ve çekme süreçleri yaşanabiliyor. Buna karşın İsrail ile olan özel ilişki İsrail siyasetindeki en kötü aktörlerden bazılarını besledi, yıkıcı politikaları teşvik etti ve genel olarak her iki ülkenin de uzun vadeli çıkarlarına zarar verdi.

Washington'un İsrail politikalarına verdiği destek İsrail'i bu politikaların bedellerinden korudu. Dünyanın en güçlü devleti, İsrail'e verdiği derin siyasi, ekonomik ve askeri desteği koşulsuz bir şekilde verirse, İsrail gidişatını değiştirmek konusunda herhangi bir dürtü duyabilir mi? Örneğin,  İsrail Batı Şeria'daki politikalarının tüm maliyetini üstlenmek zorunda bırakılırsa, yerleşimci yanlısı gündemini sürdürmesi zorlaşabilir.

İsrail ile özel bir ilişki kurmanın ABD'ye neredeyse hiçbir faydası olmadığı gibi, ABD'nin stratejik çıkarlarına da gölge düşürüyor ve Washington'un savunduğunu iddia ettiği değerlere zarar veriyor.

Amerika Birleşik Devletleri'nin İsrail ile ilişkilerini "normalleştirme" zamanı çoktan geldi. Bu, İsrail'i ABD'ye düşman etmek anlamına gelmiyor, aksine Washington'un İsrail'e diğer yabancı ülkelere yaklaştığı gibi, yani mesafeli bir şekilde yaklaşması anlamına geliyor.

Artık askeri yardım, silah satışı ya da diplomatik koruma kararları alınırken, bağlılık ya da duygusal hafıza değil, resmi makamların ABD'nin çıkarlarına ilişkin algıları devreye girmeli. ABD, İsrail politikalarını desteklemek, korumak ve finanse etmek yerine İsrail ile ilişkilerini ABD'nin somut çıkarları temelinde yeniden gözden geçirmeli.

Bunun için Washington'un, İsrail'in ABD çıkarlarına aykırı davranışlarını görmezden gelerek büyük miktarlarda yardım vermeyi bırakması gerekiyor. Ayrıca, bu feci savaşın bir an önce sona ermesi ve İsrail-Filistin çatışmasına kalıcı bir siyasi çözüm bulunması için uğraşması gerekiyor.

Biden yönetimi Netanyahu hükümetinin peşinden uçuruma doğru gitmek veya yolunu değiştirmesi için baskı uygulamak arasında bir seçim yapmak zorunda.


Bu yazı Foreign Policy’de 22 Mart 2024 tarihinde “Israel Is a Strategic Liability for the United States” başlığıyla yayınlandı. Çeviride editoryal düzenleme yapılmıştır.