HAMAS saldırısı sonrasında, İsrail’in sivilleri hedef alarak Gazze’de başlattığı bombardımanın insani açıdan kabul edilebilir bir yanı yok. Batı’nın ve ABD’nin bu insani soruna gözlerini kapamaları doğrudan yapılmış bir tercih olarak duruyor. Bu tercihin Avrupa’yı ilgilendiren kısmı, tarihlerindeki Nazi zulmü için bir günah çıkarma çabası olabilir. ABD tarafında ise dini yönden birbirini kucaklayan düşünceler ve lobicilik gerçeği var.
Truman yönetimindeki ABD, İsrail’i kuruluşunun on bir dakika sonrasında tanımıştı. Araplarla iyi ilişki geliştirmiş olan ABD için bu hamlenin gücendirici bir yönü olabileceği yönündeki eleştiriye Truman “benim seçim bölgemde hiç Arap yok” diyerek yanıt vermişti. Bu tarafı hesaba katıldığında İsrail dış siyasetten ziyade bir iç siyaset meselesi. Ekim ayı itibariyle yeniden hareket kazanan çatışmayı yaklaşan ABD seçimleriyle birlikte)de değerlendirmek gerekli.
2000’lerin başına kadar, Ortadoğu’daki savaşlar Amerikan aleyhtarlığını artırmıştı ve buna karşılık olarak Barack Obama yönetimiyle birlikte ABD tersine bir süreç arayışına düşmüştü. Bölgedeki savaşlardan çekilmeyi ve daha fazla güç sarf etmemeyi önceleyen bu politikayla uyumlu olarak Obama bölge ülkelerine ziyaretlerde bulunurken Amerikan aleyhtarlığının kaynaklarından biri olan İsrail-Filistin çatışmasına da değinmiş ve görece daha ortada bir görünüm vermişti. Öte yandan yine bu dönemde İran’la nükleer uzlaşının kurulması İsrail için işleri zorlaştırdı. Obama döneminde İsrail ilişkileri “özel” olma niteliğini biraz yitirdi. Obama’nın attığı bu adımlar İsrail lobisi ve Evanjelistler arasında demokratların popülaritesini düşürdü ve aksi yönde bir İsrail taraftarı olan Donald Trump için ise ihtimal oluşturdu. Trump, zafere ulaştığı seçimin öncesinde
AIPAC’a (
American Israel Public Affairs) yaptığı konuşmada Obama ve dolayısıyla demokratları eleştirirken sürecin tersine döneceğini iddia ederek destek aramıştı. Trump seçildikten sonra söylediklerini kısmen yaptı. Bunlardan en önemlisi İran’la kurulan uzlaşının bozulmasıydı. Ancak “özel ilişki”yi canlandırma konusunda ABD stratejisine takıldı ve İbrahim Anlaşmaları ile İsrail’i desteklemiş oldu.
Günümüzde devam İsrail-Filistin çatışmaları da yine önemli bir zaman diliminde gerçekleşiyor. ABD bir yıl içerisinde ön seçimlere ve ardından yeni başkanını belirleyeceği seçime doğru ilerliyor. Kongre’de Temsilciler Meclisi ve Senato ayrılık halindeyken savaşa yönelik tutum ve İsrail’in alacağı destek masadaki bir konu. İlk etapta bakıldığında Cumhuriyetçiler için bir kararsızlık söz konusu değil. Ukrayna’yı desteklemenin lüzumsuz olduğu görüşü hakimken İsrail’in ne denli ihtiyacı olduğu belli olmasa da yardım alması için çabalıyorlar. Cumhuriyetçilerin net pozisyonu Demokratları şaşkına uğratır şekilde etkili. Demokratların, Senato’da Temsilciler Meclisi’nden geçen ve sadece İsrail’e desteği içeren tasarıyı reddedecekleri yönünde görüşler paylaşıldı. Ancak lobi baskısı karşısında ve seçimin gündem olduğu bir ortamda bunu gerçekten yapabilirler mi? Öte yandan Temsilciler Meclisi’nde Ukrayna için bir daha destek potansiyeli oluşur mu? Demokratlar bu arada sıkışmış gibi görünüyor.
Cumhuriyetçilerin İsrail’i destekleyen davranışları siyasi alandaki rakipleri dışındaki üniversitelere de yönelmiş durumda. ABD’deki bazı üniversitelerde İsrail’in sivillere yönelik tutumu protesto edildi. Cumhuriyetçilerden ise üst düzeyde bir karşılık geldi. Ön plana çıkan adaylardan DeSantis, üniversitelerdeki İsrail politikalarına yönelik eleştiriyi “antisemitizm” ve “korkunç” ifadeleriyle eleştirirken Trump da “sol” siyaseti hedef aldı. Okul yönetimleri için çalışan
Moms of Liberty ise çocukların antisemitist beyin yıkama sürecine maruz kaldığını iddia etti.
Kongre boyutuna dönülecek olursa, bir iç mesele olan İsrail’e verilen destekte herhangi bir taviz yok. İsrail’in Filistin karşısındaki tutumu bilhassa siyasiler tarafından alkış toplasa da sivillerin hedef alınması karşısında sessiz kalamayanlar da oldu. Örneğin Temsilciler Meclisi’ndeki Demokrat üye R. Tlaib, Başkan Joe Biden’ı Filistin’deki soykırımı desteklemekle suçladı ve sözlerine bu tutumun 2024 seçimlerinde sonuçları olacağını ekledi. Demokrat bir üyeden demokrat Başkan’a bu netlikte ve biçimde bir eleştirinin gelmesi demokratik bir tutum olarak değerlendirilebileceği gibi uzlaşının da olmadığını da kısmen ortaya koyuyor.
Yine Temsilciler Meclisi’nde demokrat bir üye olan C. Bush da İsrail’i destekleme rüzgarına kapılmadı ve Filistinlilere yönelik etnik temizlik harekâtına dikkat çekti. J. Bowman, S. Lee, C. Ramirez ve A. Carson, İsrail’in Filistinlilere yönelik saldırganlığının son bulması için ateşkes çağrısında bulunan diğer demokrat üyeler. Savaşın sona ermesi yönündeki gösterilerde yer alan bu isimlerin dışında Temsilciler Meclisi’nde sunulan ateşkes çağrısına imza veren önemli sayıda demokrat üye bulunuyor. Bu yönüyle İsrail’i eleştiren politika yapıcıları istisna olarak değerlendirmek güç.
Demokrat kanattan bu şekilde bir İsrail karşıtı olarak varsayılan tutum yükselirken İsrail lobisi için anlamı ve Cumhuriyetçiler için oluşturduğu koşullar farklı boyutta. Bahsi geçen demokrat üyelerin önündeki seçimlerle ilgili olarak Yahudi cemaatinin karşıt pozisyon içerisinde olduğu ve farklı adayları destekleyecekleri haberin içerisinde yer alan bir bilgi notu. Bunun yanında Başkan’ın da takip edildiğini eklemek gerek. Cumhuriyetçiler ise demokratlar arasından yükselen sesi, antisemitizm yönünde yorumlayarak çarpıtmaktalar. Böylelikle propaganda imkanı bulan Cumhuriyetçiler demokrat siyasalını İsrail lobisi nezdinde itibarsızlaştırmak istiyorlar. Yine de Kongre’nin bir ahenk içinde olduğunu kabul etmek gerekir. Çatışmaların başladığı günden bu yana iki partiden onlarca Kongre mensubu İsrail’i ziyaret etti ve Benjamin Netanyahu’ya desteklerini iletti. Yasama üyelerinin bir ülkeyi girdiği çatışma için arkalarında olduğu mesajını vermek üzere ziyaret etmesi eşine rastlanır bir durum değil. Bu örnek dahi İsrail ile ABD arasında normal bir ilişki olmadığını anlatmakta.
Öte yandan Kongre üzerinden düşünüldüğünde protest çıkışlar olsa da İsrail-Filistin konusunda adilane bir duruş beklenmemeli. Dini/ruhani açıdan ABD yönetimlerinin İsraillileri kayırması düşüncesinin üzerinde lobicilik faaliyetleri hesaba katılmalı. Örnek olarak, geçtiğimiz seçim sürecinde İsrail yanlısı lobiler 30 milyon doların üzerinde bir harcamada bulunarak ciddi bir maddi performans gösterdi. Bu performansın politik karşılığını almak ve devamlılığını sağlamak seçime yaklaşılan bu süreçte yeniden önem kazanacak. Kongre’de
American Jewish Committee tarafından hazırlanan “
I stand with Israel” flamaları kullanılıyor. Bu yönüyle ABD siyaseti ciddi bir etki altında.
İsrail yanlısı lobicilik faaliyetlerinin önde gelen kuruluşu AIPAC, görseldeki ifadelerden anlaşılacağı üzere siyasette etkili bir kuruluş. AIPAC açıkça, adaylarının %98’inin seçimlerde başarıya ulaştığını ve ABD-İsrail ilişkilerini zedeleyecek 13 adayın mağlup edildiğini belirtiyor. İsrail lobisinin etkinliği veya gücü bir astroturf hikayesi olabilir ancak başarılı olduğunu kabul etmek gerekir. Başarının ve gücün bu denli açıkça paylaşılması ABD siyasetçilerini elbette etkileyecek.
Nihayetinde ABD’yi uluslararası düzenin adalet timsali olarak görmek en son Filistinlilerin acıları için olasıdır. Bugünün talebi, ateşkes ile birlikte temiz suya ve gıdaya ulaşabilmekken ABD’deki iç siyaset çevresi antisemitizmden bahsediyor. ABD’nin İsrail politikalarını bu denli benimsemesinde bir perspektif denkliği olduğunu kabul etmek gerek. Bu denklikte fark edilmesi gerekir ki Filistinliler karşı taraf için insani bir anlam taşımıyor. Bu anlam bunalımı Filistinlilerin maruz kaldığı etnik temizliği ve asgari taleplerinin reddini kolaylaştırıyor. ABD’de de seçimlere yaklaşık bir yıl kaldığı düşünülürse Filistinliler için gidişat kısa vadede iyileşmeyecek.
Doktora derecesini Anadolu Üniversitesi'nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler üzerine alan Abuşoğlu'nun başlıca çalışma alanları Grand Strateji, ABD Dış Politikası, Ortadoğu ve Orta Asya'dır.