ABD BAŞKANI Joe Biden, başkanlığı dönemindeki ilk ABD-AB zirvesinde, Avrupa’yı Obama yönetiminde bıraktığından çok farklı bir şekilde buluyor. Avrupa o günden bu güne değişiyor. Henüz daha yeni başlasa da AB küresel jeopolitik bir oyuncuya dönüşmeye başladı. Fakat diğer ülkeler tarafından (özellikle de muhalifleri tarafından) bu dönüşümün boyutu genellikle yanlış anlaşılıyor ve küçümseniyor.
Belarus hükümetinin gazeteci Roman Protasevich ve kız arkadaşı Sofia Sapega’yı yakalamak üzere, hava sahasında uçan Ryanair uçağını zorla indirmesini düşünün. Bu cüretkâr hareketten sonra Avrupa Konseyi, Belarus Başkanına Lukaşenko'ya karşı ekonomik yaptırımlar ve uçuş kısıtlamaları içeren sert bir yaptırım paketini kabul etti.
Avrupa Birliği'nin olayla ilgili ilk tepkisi, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve Ulaştırma Komiseri Adina Valean'ın çelişkili mesajları nedeniyle pek mükemmel sayılamazdı. Ancak Belarus hava sahasına ve havayollarına yönelik uçuş yasakları, Belarus hükümetine, göründüğünden daha fazla zarar verebilir. Çünkü Belarus'un Belavia havayolu şirketi ve uçuş gelirleri Belarus rejimi için önemli bir gelir kaynağı. Diğer yandan bu yaptırımların, Protasevich’in serbest kalmasını sağlama veya en azından Belarus ve hamisi Rusya’nın başka saldırgan hamlelerini engelleme olasılığı merak konusu.
Protasevich’in uçakta tutuklanmasıyla Başkan Lukaşenko yalnızca ekonomik yaptırımları üzerine çekmedi. Hileli görülen 2020 Başkanlık seçimlerinden sonra AB tarafından uygulamaya konan yaptırımlar kalkma sürecindeyken AB nezdindeki “Belarus’ta baskıcı yönetim” imajını da tekrar güçlendirdi. AB'yi Belarus stratejisini yeniden düşünmeye zorladı. Protasevich, Lukaşenko'ya göre AB'nin Belarus'a bakışını değiştirmesine değecek kadar acil bir tehdit mi oluşturdu? Yoksa Lukaşenko AB konusunda yanlış hesap mı yaptı?
Veya benzer bir vaka olarak Çin'i düşünün. AB; ABD, Birleşik Krallık ve Kanada'yla birlikte Doğu Türkistan'daki insan hakları ihlalleriyle bağlantısı olan Çinli yetkililere yaptırım ilan etti. Çin buna, Avrupa Parlamentosu üyelerine yaptırım uygulayarak yanıt verdi. Ancak Çin’in bu uygulaması, Avrupa Parlamentosu'nun AB-Çin Kapsamlı Yatırım Anlaşması'nı (CAI) onaylamayı düşündüğü sırada geldi. Bu anlaşma 2013’ten beri müzakere ediliyor ve bazıları bu anlaşmanın Avrupa ve Amerika ilişkilerinde bir engel olduğunu öne sürüyor. Sonuçta Avrupa Parlamentosu anlaşmanın onaylanmasını askıya aldı. Çin, “ağır bir kayayı sadece ayağına düşürmek için mi kaldırdı”? Pekin, Avrupa Parlamentosu'nun yaptırımlara tepki vermeyeceğini mi yoksa onay sürecini durduracak gücü olmadığını mı düşündü?
AB neden yanlış hesaplanıyor ve yanlış anlaşılıyor?
İlk olarak, bu yanlış hesaplamanın nedeni, AB’nin işleme biçimine ve geleceğine bağlanan düşük beklentilerdir. Bu noktada gözlemciler sürekli olarak bir sonraki krizin (borç, Euro bölgesi, göç, popülizm, demokratik gerileme, Brexit veya daha da geriye gidersek Avrupa Anayasası'nın reddi) AB'nin sonunu getireceği tahmininde bulunuyor. Ama AB, bu yazı yazılırken henüz dağılış değildi. İşin aslı, AB’nin özel dehası, kötü ihtimaller karşısında yalpalama yeteneğinden geliyor. Geçen yaz Covid-19 yardım paketi ve Çok Yıllı Mali Çerçeve üzerindeki tarihi anlaşmanın gösterdiği gibi, kötü ihtimallerden geri dönme konusunda dikkate değer bir yetenek sergiledi.
İkincisi, AB’nın nasıl çalıştığını anlamak kolay değildir. Bu sadece yasal veya kurumsal bir karmaşıklık meselesi değildir. Daha ziyade, AB'nin garip bir tasarım ve tuhaf bir model olmasından kaynaklanmaktadır: Ne bir devlet ne de uluslararası bir örgüt. AB siyasetinin yapıldığı alan ne bir iç siyaset olarak ne de uluslararası ilişkiler olarak tanımlanabilir. Avrupa Komisyonu bir NATO Uluslararası Personeli veya Birleşmiş Milletler Sekreterliği değildir. Bu tuhaf varoluş, söz gelimi Finlandiya adına cumhurbaşkanının mı yoksa başbakanının mı (veya her ikisinin mi) Avrupa Konseyi toplantılarına katılması gerektiğine ilişkin "iki plaka politikası" anlaşmazlıklarında en iyi şekilde gözlenmektedir. Bu nedenle devletlerin uluslararası alanda hareket etme biçimlerine bakarak AB'nin tepkilerini tahmin etmeye çalışmak hayli yanıltıcıdır. Zira böyle bir yaklaşım, defalarca gösterdiği gibi, kendine has yetkileri ve demokratik temelleri olan Avrupa Parlamentosu'nun rolünün ve ağırlığının küçümsenmesine yol açmakta.
Üçüncü olarak, yanlış anlamalar, Avrupa'nın jeopolitik dönüşümünün tamamlanmamış oluşuna işaret ediyor. Luuk van Middelaar'ın iddia ettiği gibi, birçok kriz karşısında doğaçlama yapan AB, bir "kurallar siyasetinden", "olaylar siyasetine" doğru evriliyor. 2014'te Rusya'nın Kırım'ı ilhakından 2015'te Fransa’daki Bataclan terörist saldırılarına, 2020'de Çin’in “kurt savaşçı” diplomasisine kadar, Avrupa hayli tehlikeli bir jeopolitik ortamın gerçeklerine uyanıyor. Son birkaç yılda bu ortama yanıt verecek araçları oluşturmaya başladı. Ayrıca Afrika gibi dış bölgelerdeki ortak güçler için silah satın almak üzere tasarlanan Avrupa Barış Tesisi'nin (European Peace Facility) yakın zamanda lansmanı, AB'deki değişimin doğasına ilişkin ilgiyi de artırmış durumda.
Yine de bu dönüşüm kısmi kalıyor. AB Yüksek Temsilcisi Josep Borrell'in Şubat ayında Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov tarafından saldırgan bir basın toplantısına maruz kaldığı Moskova ziyaretinin gösterdiği gibi, Avrupa “iktidarın dilinden konuşmayı” hala öğrenme aşamasında.
Protasevich’in tutuklanmasıyla ilgili tepkilerdeki uyumsuzluk, şu anda AB’nin henüz yolun yarısında olduğunu gösteren en iyi örneklerden biri. Bu konuda Von Der Leyen olaya yönelik sert tweetler atarken Valean, gazetecinin akıbetiyle ilgili dikkatsiz bir tweet attı. AB Komisyon başkanı Leyen olaylara yanıt vermek ve bir "jeopolitik komisyon" oluşturmak üzere çabalarken, AB ulaştırma komiseri Valean’ın davranışı, büyük güç politikasından önemli ölçüde uzak, yarı-yerli bir "kurallar siyaseti"yle birebir uyumluydu.
Avrupa'nın önündeki en acil görev, bu geçişi tamamlamak. Bu da, Avrupa'nın stratejik kültürünü derinleştirmekle, özelikle de “Stratejik Pusula”yı güçlendirmekle başlamalı. Stratejik Pusula, ortak tehdit analizi geliştirmeye ve AB'nin ne tür bir uluslararası aktör olmak istediğini düşünmeye yönelik; bu konularda pratik öneriler sunmaya dayalı iki yıllık siyasi bir süreç. Ancak Avrupa için sadece “iktidarın dilini konuşmak” yeterli değil. Büyük potansiyele sahip bazı araç ve gereçler – 5G araç kutusu, Avrupa Magnitsky Yasası ve Avrupa Savunma Fonu gibi– geçtiğimiz yıllarda geliştirildi. Bunları tam anlamıyla kullanmak AB’nin asıl sınavı olacak. Dolayısıyla şimdi gerekli olan, kurumsal çerçeveler değil, siyasi cesaret.
Washington, kısmen yük paylaşımı konusundaki niyetlerini ve beklentilerini netleştirerek, Avrupa tartışmasının bu konular üzerine odaklanmasına yardımcı olabilir. Biden, Avrupalı meslektaşlarıyla bir araya geldikçe ve Avrupa'nın daha jeopolitik bir siyasete dönüşümünü destekleyen güçlü mesajlar verdikçe, ABD'nin Atlantik boyunca daha güvenilir bir ortak bulmasına yardımcı olabilir.
Atlantic Council’de 14 Haziran 2021 tarihinde “Misunderstanding and underestimating Europe” başlığıyla yayımlanan yazıyı Tahir Kaya’nın çevirisiyle sunuyoruz. Çeviride editoryal düzenleme yapılmıştır.