UKRAYNA-RUSYA SAVAŞI üçüncü yılına girerken, Batı dünyasındaki iyimser beklentilerin yerini karamsarlığın aldığını gözlemliyoruz. Rusya Federasyonu ordularının başlangıçtaki ilerlemesi Kiev önlerinde durdurulsa ve Rus birliklerine büyük kayıplar verdirilse de beklenen sonuç alınamadı. Putin iktidardan düşmedi, Prigojin ayaklanması halkta karşılık bulmadı ve Rusya ekonomisi çökmedi. Ukrayna, geçen yıl gerçekleştirilen bahar taarruzlarından da sonuç alamadığı gibi, ordusu Mart 2024 başı itibariyle ciddi sınamalarla karşı karşıya. Basında Rus birliklerinin Ukrayna cephesini yarabileceği tartışılıyor. ABD Başkanlık koltuğuna yeniden oturmak isteyen Donald
Trump ise, seçimleri kazanması halinde savunmalarına yeterince yatırım yapmayan NATO ülkelerine askerî destek vermeyeceğini, bilakis Rusya'yı bu ülkelere karşı cesaretlendireceğini duyurdu. Trump’ın çıkışı,
Putin’in Batıyı Ukrayna’ya gelişmiş konvansiyonel silahlar vermekten caydırmak için gerilimi tırmandırma tehdidinde bulunduğu bir zamana denk gelmiş olması, AB içerisinde nükleer caydırıcılık ve güvenlik tartışmasını yeniden alevlendirdi.
AB şöyle bir tablo ile karşı karşıya: Rusya, Avrupa’nın güvenliği için daha tehlikeli bir konuma gelirken, ABD Avrupa’yı ilgilendiren güvenlik tehditleri karşısında hiç olmadığı kadar az güvenilir algılanıyor Avrupa’da. AB mevcut güvenlik sınamalarının karşısında son derece hazırlıksız yakalanmış durumda. AB’nin Rusya karşısında güvenliğini nasıl sağlayacağı, nasıl bir caydırıcılık ortaya koyabileceği konusunda ABD’nin nükleer şemsiyesine alternatif bir nükleer savunma sisteminin geliştirilmesi fikri öne çıkıyor.
Avrupa Nükleer Şemsiyesi
Ortak Avrupa Nükleer Şemsiyesinin çıkış noktası, nükleer silahlara sahip İngiltere ve Fransa’nın AB ülkelerini Rusya karşısında savunacağının garantisinin olmaması. Bu iki ülkenin AB ülkelerine Rusya karşısında savunma garantisi vermesi, Moskova için caydırıcı olur mu? Bu bağlamda tartışılan bir olasılık NATO içerisinde Büyük Britanya ile daha derin bir iş birliğine gitmek. Bu görece daha uygulanabilir bir pratik zira, Büyük Britanya, üyeliğin yanı sıra NATO’nun nükleer paylaşımına da dahil.
AB’nin ciddi bir nükleer şemsiye oluşturmasının bir başka yolu ise Fransa ile Almanya’nın nükleer ortaklığı. Jeostrateji uzmanı Peter Ammon’a göre iki ülkenin nükleer iş birliği içine girmesi önünde ciddi engel bulunmuyor. Ancak bu Fransa ile Almanya’nın güvenlik alanında daha derin bir entegrasyonu gerçekleştirmelerini zorunlu kılıyor. Nükleer iş birliği, Almanya’nın Fransa’nın nükleer silah projesinin maliyetine ortak olarak karşılığında Fransa’nın nükleer kalkanına dahil olmasını içeriyor. 2017 yılında konuyu araştıran Federal Meclis’in (Bundestag) bilimsel servisi, Almanya’nın Fransa’nın nükleer silahlarının finansmanına ortak olarak Fransız nükleer silah kalkanına dahil olmasının uluslararası hukuk açısından sakıncasının olmadığı yönünde
görüş bildirmişti.
Fransız Cumhurbaşkanı
Macron’un da Fransa ile Almanya nükleer savunma ortaklığına sıcak baktığı
biliniyor. Örneğin Fransa’nın nükleer caydırıcılığının Avrupa’nın güvenliğinde nasıl bir rol oynayabileceğine dair stratejik bir
diyalog başlatma önerisinde bulunmuştu Fransız cumhurbaşkanı. Kaldı ki, ‘
Aachen Antlaşması’ bu tür bir ortaklık fikri ile örtüşüyor. Söz konusu antlaşma, ortak dış ve güvenlik politikası oluşturmayı, ulusal savunma sanayilerinde iş birliği hedefini ve AB’nin bir ‘savunma birliğine’ dönüştürülmesi hedeflerini içeriyordu. Son olarak Stockholm İsveç Askeri Akademisi’nde yaptığı konuşmada Avrupalıların güvenlik konularında ABD ve NATO’ya güvenemeyeceğini iddia eden Macron, AB için daha fazla bağımsızlık önerisinde bulundu. Geride kalan günlerde bir araya gelen Fransız – Alman Parlamenterler Grubu toplantısında iki ülkenin nükleer caydırıcılık konusundaki ortak noktaları araştırıldı.
Alman Atom Bombası
Üzerinde durulan bir başka olasılık ise Almanya’nın nükleer silah geliştirmesi ve tek başına atom bombasına sahip olması. Bu olasılık Almanya’nın NATO üyeliği ve yeniden silahlanması sonrası gündeme gelmişti. 1957’de dönemin Almanya Şansölyesi Konrad Adenauer ve Savunma Bakanı Franz Josef Strauß, taktik nükleer silahların topçu silahlarının bir ileri aşaması olduğu ve Almanya'nın bunlar olmadan yapamayacağı görüşündeydi. Almanya sonunda nükleer paylaşım programının bir parçası oldu ve kendi nükleer silahlarını geliştirmekten kaçındı.
Yeniden böyle bir yönelim içine girmenin birçok sakıncası var. Birincisi, Almanya toplumunun güçlü pasifist eğilimlere sahip olması dolayısıyla böylesi bir silahlanmaya geçit vermemesi kuvvetle muhtemel. Gerçi Almanya’nın güvenlik politikasında ABD’den bağımsızlaşmasını savunanların oranı da yüzde 76 ile bir hayli yüksek. Yüzde 48’lik bir kesim de Almanya ve Avrupa’nın güvenliğinin ABD’nin Avrupa’dan çekilmesi durumunda da sağlanmasının zorunluluğundan hareketle bağımsız bir güvenlik politikasını
destekliyor. Ancak nükleer silahlara sahip olmanın da benzeri kamuoyu desteğine ulaşıp ulaşamayacağı büyük soru işareti.
Böylesi bir süreç, Almanya’nın tarihi sorumluluğunun ağır yükünden sıyrılmasını da gerektirebilir. Almanya’nın nükleer silahlara yönelmesinin önündeki bir başka engel ise Almanya’nın nükleer silahların sınırlandırılması antlaşmasına imza koymuş olması. Almanya’nın bunu ihlal etmesi durumunda uluslararası camiada ‘Alman Sorunu’nun yeniden nüksettiği kuşkularına sebebiyet verecek olması.
Güvenlik Yerine Nükleer Kaos
Tartışılan seçeneklerden ilki gerçekleştirilmesi en kolay olanı, zira böylece hem NATO’nun bütünlüğü zedelenmemiş hem de nükleer savunma konusunda verimli bir tartışma başlatılmış olacak. Bu senaryoda Türkiye’de bir şekilde sürece dahil olacak ve tartışmalara katkı sunabilecektir. Küresel gelişmeler ışığında ve uluslararası siyasetin çok kutuplu bir yöne evrildiği koşullarda AB’nin hem kendi güvenliği hem de küresel güvenlikle ilgili konularda kendini yeniden konumlandırması gerekiyor. Bu da güçlü bir bölgesel aktör olan Türkiye’ye dünya politikasında daha aktif rol alma konusunda fırsatlar sunabilir.
Fransa ve Almanya ortaklığında oluşturulacak nükleer savunma sisteminin önündeki en büyük engel ise iki ayrı devletin iki farklı dış ve güvenlik politikasının olması. Aynısı AB için de geçerli; ulus-devlet temelinde düzenlendiği sürece, ortak bir Avrupa nükleer sistemi çok zor. İki olasılıkta da cevaplanması gereken soru, nükleer silahları aktive eden düğmenin nerede olacağıdır. Bu senaryoda – Fransa ile ilişkilerin gergin yapısı düşünüldüğünde – Türkiye’nin sürecin dışında kalması kuvvetle muhtemel.
Almanya’nın kendi nükleer silahlarını oluşturma yoluna gitmesi ise seçeneklerin içinde en dezavantajlı olanı. Yukarıda değindiğimiz olumsuzlukların yanı sıra birçok ülkenin de nükleer silah geliştirme konusunda Almanya’yı takip etmesi riskini içeriyor. Zira, nükleer enerji santraline sahip her ülke potansiyel olarak nükleer silah geliştirme kapasitesine de sahip. Örneğin Güney Kore ve Japonya da nükleer silah geliştirmeyi tartışıyor. Bu iki ülke ayrıca geliştirdikleri uzay roketleriyle kıtalararası balistik füzelerin de teknik temellerini attılar. Bu trend aynı zamanda Türkiye’yi de nükleer silah geliştirmeye itebilir.
Hali hazırda insanlığı birkaç kez yok edebilecek miktardaki nükleer başlıklı füzelere bir düzine daha eklenmesi Avrupa’nın güvenliğine ciddi bir katkı sunmayacağı gibi öngörülemeyen kaotik sonuçlara da yol açabilecektir. Yapılan tartışmaların nereye varacağını tam olarak kestirememekle birlikte, AB’yi nükleer silahlanmaya götüreceğini de iddia edemiyoruz. Dolayısıyla bu tartışmaların bizzat caydırıcı bir boyutu olduğunu söyleyebiliriz. Macron’un pozisyonunu ve son çıkışını ise AB’nin siyasi liderliğine oynama ve AB için savunduğu stratejik özerklik konseptine bir yatırım aracı olarak değerlendirebiliriz.
Sosyoloji ve ekonomi dalındaki lisans ve yüksek lisans eğitimini Hamburg ve Lancaster Üniversitelerinde tamamladı. Doktorasını Hamburg Üniversitesi’nden aldı. Uluslararası ilişkiler, jeopolitik, Türk ekonomisi ve dış politikası, milliyetçilik, göç ve diaspora konuları üzerinde çalışan Aydın’ın, bilimsel makaleleri dışında üç telif kitabı bulunuyor. Halen, German Institute for International and Security Affairs (SWP)/ Centre for Applied Turkey Studies (CATS) bölümünde görev yapmakta, Alman ve Türk gazetelerine yorumlar yazmaktadır.