ANALİZ
Avrupa Birliği ve Jeopolitik Sınamalar
Liberal dünya düzeninin çözülüş emareleri ve dünya siyasetindeki çalkantılar iki soruyu gündeme taşıyor: AB maruz kaldığı jeopolitik sınamaların üstesinden gelebilecek mi? Birliğin kendini ABD’nden bağımsız bir kutup olarak konumlandırması ne kadar gerçekçi?
BATI DÜNYASI'NIN iktisadi ve siyasi güç kaybına uğradığı, son yıllarda sıkça dillendirilir olmuştu. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD öncülüğünde inşa edilen ve 1989 sonrasının – Varşova Paktı ve Sovyetler Birliği’nin çözülüşü sonucu – tek kutuplu dünya ortamında değişime uğrayan liberal dünya düzeni çözülürken, yerine nasıl bir düzenin şekilleneceği tartışma konusu olmaya devam ediyor. Yaygın bir kanıya göre, şekillenmekte olan dünya düzeninde Batı tek söz sahibi ve kural koyucu olamayacak. Donald Trump’ın ABD Başkanı seçilmesi sonrası transatlantik ittifak içindeki ilişkilerin gerilimli bir havaya bürünmüş olması, Covid-19 pandemiyle mücadele sürecinde de AB içinde görülen milliyetçi, içe kapanıcı ve rekabetçi yaklaşımlar Batı’nın güç kaybına uğradığı tezini güçlendiriyordu. Batı siyasal bütünlüğünde çatlaklar oluşmuştu.
Ancak Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı sonrası Batı Dünyası toparlanır ve dirilir gibi oldu. Batı, siyasal ve güvenlik bakımından uyanmakla kalmıyor, askeri kapasitesini ve güvenlik amaçlı faaliyetlerini de artırıyordu. Diğer taraftan ise uluslararası siyaset, soğuk savaş dönemindeki kamplaşmayı yaşamasa da cepheleşme eğilimleri mevcut. Soğuk savaş döneminde olduğu gibi düşman tanımlamaları çoğalıyor, uluslararası siyaset büyük ölçüde dost–düşman ayrımı eksenine oturuyor, bu da hem silahlanma sarmalını hem de nükleer savaş tehdidini artırıyor. Ancak Çin ve Rusya gibi otokrat ülkelerle girişilen mücadelede adım adım küresel bir Batı’nın şekillendiği de dikkatlerden kaçmıyor.
Küresel Batı tezini doğrulayan birçok gelişmeden bahsedilebilir. Bunların başında Asya Pasifik bölgesinde Çin’in artan askeri gücünü dengelemeye yönelik çabalar geliyor. ABD, Japonya, Hindistan ve Avustralya arasında oluşturulan dörtlü güvenlik diyaloğu (Quad – Quadrilateral Security Dialogue) Rusya’nın Ukrayna saldırısı sonra-sı yeni bir ivme kazandı. Bir başka örnek ise ABD, Birleşik Krallık ve Avustralya’dan oluşan güvenlik paktı Aukus. Yine bu bağlamda Asya-Pasifik bölgesinde istihbarat paylaşımını artırma amaçlı oluşturulan ABD, Kanada, Birleşik Krallık, Avustralya ve Yeni Zelanda’dan oluşan çok uluslu Five Eyes (beş göz) işbirliği anılabilir. Bu tür oluşumların yanı sıra bölge devletleri Japonya, Avustralya, Hindistan ve Güney Kore’nin savunma kapasitelerini artırma yönünde yoğun bir çaba içinde oldukları görülüyor. Bu ülkelerin amacı Çin’in baskılarına maruz kalan Tayvan’ı desteklemek. Son olarak da Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya gibi ülkelerin Hint-Pasifik Okyanus’undaki askeri gözetim ve denetim faaliyetlerini artırmış olmalarını sıralayabiliriz. Burada üzerinde durulması gereken soru, “Küresel Batı”nın ABD önderliğinde tek bir kutuptan mı oluşacağı, yoksa AB’nin ABD’nin yanında bağımsız bir kutup olarak mı yer alacağıdır.
Jeopolitik Avrupa
Bu meselede AB içinde üç farklı tutumun olduğunu belirtelim. Birincisi, özellikle Polonya’nın savunduğu, AB’nin ABD’nin safında yer aldığı iki kutuplu dünya. İkincisi, Fransa’nın savunduğu, ABD, Çin ve AB’den oluşan üç kutuplu bir dünya düzeni. Almanya ise, çok kutuplu bir küresel düzenden yana. Bu noktada iki karşıt tutumun oluştuğunu görüyoruz: Polonya, ABD’nin hegemonya stratejisine yatkın bir tavır içindeyken, Fransa ve Almanya açıkça dillendirmeseler de buna soğuk bakıyorlar.
Alman hükümeti çok kutupluluk kavramını kullanarak uluslararası politikada bir revizyon ihtiyacı gördüğünün sinyalini veriyor. Almanya çok kutupluluğu, revizyonizm ve dünyayı, özellikle de yakın bölgeleri nüfuz alanlarına ayırma olarak kavrayan Rusya ve Çin’den de ayrışıyor.
AB’nin çok kutuplu bir dünyada ABD’den bağımsız bir kutup oluşturabilmesi, birliğin “Jeopolitik Avrupa” (von der Leyen) hedefi doğrultusunda jeopolitik sınamalarla baş edebilme kapasitesinden geçiyor. Gerçekten de Avrupa’nın bağımsız bir odak olarak dünya siyasetinde yer alması bugün karşılaştığı büyük güç mücadelesinde ayakta kalabilmesine ve kendisini Çin ve özellikle de Rusya’ya karşı savunabilmesine bağlıdır. Çin mevcut ekonomik kırılganlığına rağmen dünya düzenini kendi çıkarlarına göre şekillendirmeye çalışan otoriter bir güçtür. Rusya ve Çin birlikte ya da ayrı ayrı Avrupa’nın jeopolitik gücünün değerlendirilebileceği gerçek vektörlerdir.
AB’nin askeri bakımdan toparlanma çabaları önemli bir indikatör mahiyetindedir. Örneğin Almanya, Ukrayna Savaşı sonrası güvenlik politikalarında değişim sinyali vermiş, silahlı kuvvetlerinin modernizasyonu için 100 milyar Euro büyüklüğünde bir fon ayırmanın yanı sıra askeri harcamalarını GSYH’nin yüzde iki düzeyine çıkaracağını ilan etmişti. Son olarak ise uzman çevrelerin bir Rus saldırısı riski gördükleri Litvanya bölgesine bir zırhlı tank tugayı yerleştirmek için alışılmadık bir hızla hareket ediyor. Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius, Litvanyalı mevkidaşı ile 4800 asker ve 200 sivilden oluşacak olan Alman zırhlı tugayının konuşlanacağı koşulları belirleyen bir anlaşma imzalamak üzere Vilnius’taydı. Pistorius “savaşa hazır bir tugayla ittifak içinde ve NATO’nun doğu kanadında liderlik sorumluluğu üstleniyor” dedi ve ekledi: “Projenin hızı Almanya’nın yeni güvenlik gerçekliğini anladığını açıkça gösteriyor.”
Geride kalan hafta Avrupalı liderler Ukrayna ile AB’ye katılım müzakerelerine resmen başlama kararı aldı. Bu dönüm noktası niteliğindeki karar, Ukrayna'nın gelecekte Avrupa Birliği’ne üye olması yolunda büyük bir adım ve ülkelerini Rusya’nın işgaline karşı savunan Ukraynalılar için moral verici bir zaferdir. Son aylarda ABD'nin Ukrayna'ya yönelik yeni yardım paketi iç siyasetin rehinesi haline gelirken, AB içinde de Ukrayna'ya uzun vadeli bir destek programı sağlama konusunda görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştı. Brüksel’in Ukrayna’nın artık jeopolitik gri bölgede kalamayacağı ve bunun yerine AB’ye entegre edilmesi gerektiği sonucuna varmış olması, birliğin uluslararası siyasette elini güçlendirici bir etkisinin olacağı açık. Ancak bu AB’nin güçlü bir bütünlüğe sahip küresel bir aktör olabilme yönünde daha kat etmesi gereken birçok adımın olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Jeopolitik Meydan Okumalar
AB’nin karşı karşıya olduğu başlıca jeopolitik sınama bir Çin-Rus ittifakının gelişmekte olmasıdır. Bu işbirliğinin ekonomik temelini ise Rusya’dan Çin’e enerji, Çin’den Rusya’ya otomobil ihracatı oluşturuyor. Çin ve Rusya işbirliğinin askeri boyutunu iki ülke donanmalarının deniz tatbikatları oluşturuyor. Batı dünyasının karşı karşıya olduğu bir başka güvenlik sınaması ise Kızıldeniz ile Hint Okyanusu’nun kesiştiği Afrika Boynuzu’nda yaşanan korsanlık olayı, dolayısıyla deniz yollarının güvenliği konusudur.
Batı dünyasında çıkarların farklılaşmasını açığa vuran iki örnekten daha söz edebiliriz: Bunlardan biri, Husilerin saldırılarına karşılık Kızıldeniz’de deniz yollarının güvenliğini sağlamak amacıyla ABD önderliğinde hayata geçirilen Refah Muhafızı Operasyonu’na birçok ülkenin katılımını teyit etmemesi, İspanya, İtalya ve Fransa gibi ülkelerin ise operasyona katılmaması. Diğeri ise NATO’nun Hint-Pasifik havzasında Çin’e karşı faaliyet göstermesine Emmanuel Macron’un karşı çıkması. Fransa Cumhurbaşkanı’na göre NATO bir Kuzey Atlantik örgütü, Çin ise Atlantik havzasında değil. Hint-Pasifik bölgesinde Hindistan, Çin ile çatışma halinde ve bundan dolayı da ABD ile ilişkilerini geliştirme yanlısı, ancak Batı’nın askeri müttefiki olmak istemiyor. Bunda geleneksel tarafsızlık politikasının olduğu kadar, silah ve cephanesinin yüzde 70’inin Rusya menşeli olmasının da payı var.
Sonuç olarak, klasik Amerikan jeopolitiğinin tehdit olarak kurguladığı, Asya’nın tek bir blokun hakimiyetinde olduğu bir yapılanmanın henüz uzağındayız. Ancak Çin ile Rusya arasında gelişmekte olan işbirliğinin bunun önemli bir aşamasını oluşturduğunu söyleyebiliriz. Öte taraftan Batı’nın da bütüncül bir blok oluşturduğunu söylemek zor. Günümüz Batı dünyasının ABD liderliğinde tek bir kutuptan mı, yoksa yakın işbirliği içinde olan iki kutuptan mı oluşacağı sorusu henüz ortada duruyor. Dünya siyasetinde ağırlığın Batı dünyasında mı, yoksa Asya bloğunda mı olacağını şimdiden kestirmek güç, ancak terazinin kefesini değiştirecek gücün Hindistan olacağı kuvvetle muhtemel.
Sosyoloji ve ekonomi dalındaki lisans ve yüksek lisans eğitimini Hamburg ve Lancaster Üniversitelerinde tamamladı. Doktorasını Hamburg Üniversitesi’nden aldı. Uluslararası ilişkiler, jeopolitik, Türk ekonomisi ve dış politikası, milliyetçilik, göç ve diaspora konuları üzerinde çalışan Aydın’ın, bilimsel makaleleri dışında üç telif kitabı bulunuyor. Halen, German Institute for International and Security Affairs (SWP)/ Centre for Applied Turkey Studies (CATS) bölümünde görev yapmakta, Alman ve Türk gazetelerine yorumlar yazmaktadır.