×
ABD

ANALİZ

Amerika’nın Yeni Rejimi: Rekabetçi Otoriterlik mi?

Amerikan siyaseti, rekabetçi otoriterliğe doğru ilerliyor. Rekabetçi otoriterlik altında, demokrasinin biçimsel mimarisi bozulmadan kalır. Ancak iktidar tarafından devletin, hukukun ve ekonominin silaha dönüştürülmesiyle, iktidarın siyasi hakimiyeti genişler.
DONALD TRUMP'IN 2016'daki ilk başkanlık seçimi, Amerikan müesses nizamını hararetli ve canlı bir şekilde demokrasiyi savunmaya sevk etti. Ancak göreve ikinci kez dönüşü sarsıcı bir kayıtsızlıkla karşılandı. Sekiz yıl önce Trump'ı demokrasiye karşı tehdit olarak gören birçok politikacı, uzman, medya figürü ve iş insanı bugün artık bu endişeleri abartılı görüyor. 2025'te, Amerikan demokrasisinin kaderi hakkında endişelenmek neredeyse demode bir durum aldı.

Bu ruh halindeki değişimin zamanlaması daha kötü olamazdı. Çünkü demokrasi bugün modern ABD tarihindeki herhangi bir dönemden daha fazla tehlike altında. Amerika on yıldır geriliyor: 2014 ile 2021 arasında, tüm ülkeleri sıfırdan 100'e kadar bir ölçekte puanlayan Freedom House'un yıllık küresel özgürlük endeksi, Amerika Birleşik Devletleri'ni  92'den (Fransa ile eşit), 83'e (yani Arjantin'in altında, Panama ve Romanya ile eşit) düşürdü ve orada kaldı.

Ülkenin övülen anayasal denetimleri artık başarısız oluyor. Trump, 2020’deki seçim sonuçlarını bozmaya ve barışçıl bir iktidar transferini engellemeye çalışarak demokrasinin en temel kuralını ihlal etti. Ancak ne Kongre ne de yargı onu sorumlu tutmadı ve Cumhuriyetçi Parti (Trump’ın o zamanki darbe girişimine rağmen) onu başkanlığa tekrar aday gösterdi. Trump, 2024'te açıkça otoriter bir kampanya yürüttü, rakiplerini kovuşturma, eleştirel medyayı cezalandırma ve protestoları bastırmak için orduyu görevlendirme vaadinde bulundu. Kazandı ve Yüksek Mahkeme'nin olağanüstü kararı sayesinde ikinci döneminde geniş bir başkanlık dokunulmazlığının tadını çıkaracak.

Demokrasi Trump'ın ilk döneminde hayatta kalabildi çünkü onun hiçbir deneyimi, planı veya ekibi yoktu. 2017'de göreve geldiğinde Cumhuriyetçi Parti'yi kontrol etmiyordu ve çoğu Cumhuriyetçi lider hala oyunun demokratik kurallarına bağlıydı. Trump, o zamanlar ülkeyi yerleşik Cumhuriyetçiler ve teknokratlarla birlikte yönetti ve onlar Trump’ı büyük ölçüde sınırlandırdı. Şimdi bunların hiçbiri artık geçerli değil. Bu sefer Trump, ülkeyi sadık yandaşlarıyla yönetiyor. Cumhuriyetçi Parti'ye bütünüyle hakim durumda. Trump karşıtı güçlerinden arındırılmış olan Parti, şimdi onun otoriter davranışlarına boyun eğiyor.

ABD demokrasisi büyük ihtimalle ikinci Trump yönetimi sırasında çökecek. Liberal demokrasinin standart kriterlerini (Genel oy hakkı, özgür-adil seçimler ve medeni özgürlüklerin geniş çaplı korunması) karşılayamaz hale gelecek. 

Amerika Birleşik Devletleri'ndeki demokrasinin çöküşü, seçimlerin bir aldatmaca olduğu, muhalefetin hapsedildiği, sürgüne gönderildiği veya öldürüldüğü klasik bir diktatörlüğe yol açmayacak belki. En kötü senaryoda bile Trump, Anayasayı yeniden yazamayacak veya anayasal düzeni bozamayacak. Trump bağımsız yargıçlar, federalizm, ülkenin profesyonel ordusu ve anayasal reforma yönelik yüksek engeller tarafından kısıtlanacak. 2028'de seçimler olacak ve belki Cumhuriyetçiler seçimleri kaybedecek.

Ancak otoriterlik anayasal düzenin yıkılmasını gerektirmiyor. Amerika’nın önünde faşist veya tek partili diktatörlük değil, rekabetçi otoriterlik var. Partilerin seçimlerde yarıştığı ancak iktidardaki partinin oyun alanını muhalefete karşı kısıtladığı bir sistem.  Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana ortaya çıkan çoğu otokrasi bu kategoriye girer: Alberto Fujimori'nin Peru'su, Hugo Chávez'in Venezuela'sı ve çağdaş El Salvador, Macaristan, Hindistan, Tunus vd. dahil. Rekabetçi otoriterlik altında, çok partili seçimler de dahil olmak üzere demokrasinin biçimsel mimarisi bozulmadan kalır. Muhalefet güçleri yasal, meşru ve yer üstündedir; iktidar için ciddi bir şekilde yarışırlar. Seçimler genellikle iktidardakilerin ter dökmesini gerektiren, sert ve çekişmeli bir savaşa benzer. Ara sıra, görevdekiler kaybeder, tıpkı 2018'de Malezya'da ve 2023'te Polonya'da olduğu gibi. Ancak sistem demokratik değildir, çünkü iktidardakiler, muhalefet alanını daraltmak ve eleştirmenleri kendi saflarına çekmek için hükümet mekanizmasını kullanarak oyunu manipüle ederler. Rekabet gerçektir ancak adil değildir.

Rekabetçi otoriterlik, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki siyasi hayatı değiştirecek. Trump'ın ilk aylardaki radikal başkanlık kararnamelerinin de açıkça ortaya koyduğu gibi, kamuoyu muhalefetinin maliyeti önemli ölçüde artacak: Demokrat Parti bağışçıları IRS tarafından hedef alınabilir. Sivil haklar gruplarına fon sağlayan işletmeler yüksek vergi ve yasal soruşturmalarla karşı karşıya kalabilir veya bu işletmelerin faaliyetleri federal düzenleyici kurumlar tarafından engellenebilir. Eleştirel medya kuruluşları muhtemelen yüksek maliyetli iftira ve tazminat davalarıyla veya başkan yasal işlemlerle ve hatta ana şirketlerine karşı misilleme politikalarıyla karşı karşıya kalacak. Amerikalılar hala hükümete karşı çıkabilecek, ancak muhalefet daha zor, daha maliyetli ve daha riskli olacak. Bu da birçok elit ve vatandaşı, iktidarın baskılarına karşı mücadele etmenin bir faydasının olmadığını düşünmeye sevk edecek. Mücadeleye değmediğini düşünecekler. Ancak bu şekilde, muhalefet direncinin kırılması, küresel demokrasi için ciddi, kalıcı sonuçlar doğuracak bir otoriter tahkimin yolunu açacak.

Devleti silaha dönüştürmek

İkinci Trump yönetimi, demokrasiyi açıkça baltalayacak şekilde temel medeni hakları ihlal edebilir. Ancak giderek yaklaşan otoriterliğin büyük bir kısmı daha az görünür bir biçim alacak: Hükümet bürokrasisinin siyasallaştırılması ve silaha haline dönüştürülmesi. Modern devletler güçlü varlıklardır. ABD federal hükümeti iki milyondan fazla kişiyi istihdam ediyor ve yıllık yaklaşık 7 trilyon dolarlık bir bütçesi var. 

Federal hükümet yetkilileri politik, ekonomik ve sosyal yaşamın önemli hakemleri olarak hizmet veriyorlar: Suçlardan kimin kovuşturulacağını, kimin vergilerinin denetleneceğini, kuralların ve düzenlemelerin ne zaman ve nasıl uygulanacağını, hangi kuruluşların vergi muafiyeti statüsü alacağını, hangi özel kuruluşların üniversiteleri akredite etmek için sözleşmeler alacağını ve hangi şirketlerin kritik lisanslar, imtiyazlar, sözleşmeler, sübvansiyonlar, vergi muafiyetleri ve kurtarma paketleri alacağını belirlemeye yardımcı oluyorlar. Nispeten küçük, laissez-faire hükümetleri olan Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerde bile, bu yetki başkanlara, “müttefikleri ödüllendirmek ve muhalifleri cezalandırmak” için çok sayıda fırsat yaratıyor. Hiçbir demokrasi bu tür bir siyasallaştırmadan bütünüyle muaf değildir. Ancak hükümetler muhalefeti sistematik olarak dezavantajlı duruma düşürmek ve zayıflatmak için devleti silah haline getirdiğinde, liberal demokrasiyi zayıflatırlar. Siyaset, hakemlerin, saha görevlilerinin ve skor tutucuların, bir takımın rakibini sabote etmek için çalıştığı bir futbol maçına dönüşür.

Bu nedenle tüm yerleşik demokrasiler, devlet gücünün topluma / muhalefete karşı silaha dönüştürülmesini önlemek için ayrıntılı yasa, kural ve norm setlerine sahiptir. Bunlara bağımsız yargı organları, merkez bankaları, seçim kurulu yetkilileri ve istihdam güvencesine sahip kamu bürokrasisi dahildir. Amerika Birleşik Devletleri'nde 1883 Pendleton Yasası, işe alımın liyakate dayalı olduğu profesyonel bir kamu hizmeti yarattı. Federal çalışanlar siyasi kampanyalara katılmaktan men edilir; siyasi nedenlerle işten çıkarılamaz veya hizmet dereceleri / rütbeleri düşürülemez. İki milyondan fazla federal çalışanın büyük çoğunluğu uzun zamandır kamu hizmeti korumasından yararlanıyor. Trump'ın ikinci döneminin başında, bunlardan yalnızca yaklaşık 4.000'i siyasi olarak atanmıştı.

Birleşik Devletler ayrıca, kilit devlet kurumlarının siyasallaşmasını önlemek için kapsamlı bir dizi kural ve norm geliştirmiştir. Bunlar arasında Senatonun başkanlık atamalarını onaylaması, Yüksek Mahkeme yargıçları için ömür boyu görev süresi, Federal Merkez Bankası başkanı için görev süresi güvenliği, FBI direktörleri için on yıllık görev süreleri ve IRS direktörleri için beş yıllık görev süreleri yer almaktadır. Silahlı kuvvetler, askeri memurların atama, terfi ve görevden alma süreçlerini düzenleyen "alışılmadık derecede kalın bir tüzük katmanı" ile siyasallaşmadan korunur. Adalet Bakanlığı, FBI ve IRS 1970'ler boyunca bir ölçüde siyasallaşmış olsa da Watergate sonrası bir dizi reform bu kurumların partizanca silaha dönüştürülmesini etkili bir şekilde sona erdirdi.

Profesyonel memurlar, hükümetin devlet kurumlarını silaha dönüştürme çabalarına direnmede sıklıkla kritik bir rol oynarlar. Son yıllarda Brezilya, Hindistan, İsrail, Meksika ve Polonya'da ve ayrıca ilk Trump yönetimi sırasında Amerika Birleşik Devletleri'nde demokrasinin savunma cephesi olarak hizmet ettiler. Bu nedenle, El Salvador'da Nayib Bukele, Venezuela'da Chavez, Macaristan'da Viktor Orban, Hindistan'da Narendra Modi gibi seçilmiş otokratların göreve geldiklerinde attığı ilk adımlardan biri, usulsüzlükleri soruşturmak/kovuşturmak, medyayı / ekonomiyi düzenlemek ve seçimleri denetlemek gibi işlerden sorumlu kamu kurumlarındaki profesyonel memurları tasfiye etmek ve onları sadık kişilerle değiştirmek oldu. Orban, 2010 yılında başbakan olduktan sonra, kamu çalışanlarını, görevle ilgili yasal güvencelerden ve kamu hizmeti korumalarından mahrum etti; binlercesini işten çıkardı ve yerlerine iktidardaki Fidesz partisinin sadık üyelerini getirdi. Benzer şekilde Polonya'daki Hukuk ve Adalet Partisi, rekabetçi işe alım sürecini ortadan kaldırarak ve bürokrasiyi, yargıyı, orduyu siyasal / sadık yandaşlarıyla doldurarak kamu hizmeti yasalarını zayıflattı.

Trump ve müttefiklerinin de benzer planları var. İlki, Trump, başkanın on binlerce devlet çalışanını "gizli, politika belirleyici, politika yapıcı veya politika savunucusu" olduğu düşünülen işlerde devlet memurluğu korumalarından muaf tutmasına izin veren bir yürütme emri olan F Cetveli'ni yeniden yürürlüğe koyarak kamu hizmetini zayıflatma yönündeki ilk dönem çabasını canlandırdı. Kararname uygulanırsa, on binlerce devlet memurunu siyasi müttefiklerle kolayca değiştirilebilecek "isteğe bağlı" çalışanlara dönüştürecek. ABD hükümetinde zaten çoğu yerleşik demokrasiden daha yüksek olan partizan atamalarının sayısı on kattan fazla artabilir. Heritage Foundation ve diğer sağcı gruplar, hükümet pozisyonlarını doldurmak için 54.000'e kadar sadık çalışandan oluşan bir orduyu işe almak ve incelemek için milyonlarca dolar harcadılar. Bu değişiklikler hükümet genelinde daha geniş bir caydırıcı etkiye sahip olabilir ve kamu görevlilerini başkanı sorgulamaktan caydırabilir. Son olarak Trump'ın FBI Direktörü Christopher Wray ve IRS Direktörü Danny Werfel'i görev süreleri dolmadan görevden alacağını açıklaması, her ikisinin de istifa etmesine yol açtı ve yerlerine kendi kurumlarında çok az deneyimi olan sadık kişilerin getirilmesinin yolu açıldı.

Adalet Bakanlığı, FBI ve IRS gibi kilit kurumlar sadıklarla doldurulduğunda, hükümetler onları üç antidemokratik amaç için kullanabilir: Rakipleri soruşturmak ve yargılamak; sivil toplumu kendi saflarına katmak ve yandaşlarını / müttefiklerini kovuşturmadan muaf tutmak.

Hukuku silaha dönüştürmek

Devleti silaha dönüştürmenin en görünür şekli hedefli / seçici kovuşturmadır. Neredeyse tüm seçilmiş otokratik hükümetler, rakip politikacıları, medya şirketlerini, editörleri, gazetecileri, iş liderlerini, üniversiteleri ve diğer eleştirmenleri soruşturmak ve kovuşturmak için adalet bakanlıklarını, savcılık ofislerini, vergi kurumlarını ve istihbarat teşkilatlarını görevlendirir. Geleneksel otokrasilerde, muhalefet genellikle kışkırtma, vatana ihanet veya ayaklanma planlamak gibi suçlarla suçlanırdı. Çağdaş otokratlar ise eleştirmenleri yolsuzluk, vergi kaçırma, iftira ve hatta gizemli kuralların küçük ihlalleri gibi daha sıradan suçlardan kovuşturma eğilimindedir. Araştırmacılar yeterince dikkatli bakarlarsa, genellikle vergi beyannamelerinde bildirilmeyen gelir veya nadiren uygulanan düzenlemelere uymama gibi küçük ihlaller bulabilirler.

Trump, eski Cumhuriyetçi Temsilci Liz Cheney ve 6 Ocak 2021'de ABD Kongre Binası'na yapılan saldırıyı soruşturan Meclis komitesinde görevli diğer milletvekilleri de dahil olmak üzere rakiplerini kovuşturma niyetini defalarca dile getirdi. Aralık 2024'te Meclis’teki Cumhuriyetçiler, Cheney hakkında bir FBI soruşturması çağrısında bulundu. İlk Trump yönetiminde Adalet Bakanlığı'nı politik bir silaha dönüştürme çabaları büyük ölçüde içeriden engellendi. Bu nedenle Trump bu kez hedef tahtasına koyduğu düşmanlarını takip etme hedefini kendisiyle paylaşan isimlerin atamalarına öncelik verdi. Başsavcılık adayı Pam Bondi, Trump'ın davalarına bakan "savcıların kovuşturulacağını" açıkladı. FBI direktörü olarak seçtiği Kash Patel, Trump'ın rakiplerinin kovuşturulması çağrısında bulundu. Patel, 2023'te hedef alınacak kamu görevlilerinin yer aldığı bir "düşman listesi" içeren bir kitap bile yayınladı.

Trump yönetimi mahkemeleri kontrol etmeyeceği için, seçici kovuşturmalara hedef olan isimlerin çoğu hapse girmeyecek. Ancak hükümetin, kendisini eleştirenleri hapse atmasına gerek yok. Soruşturma hedefleri kendilerini savunmak için önemli miktarda zaman, enerji ve kaynak harcamak zorunda kalacak; birikimlerini avukatlara harcayacaklar, hayatları altüst olacak, mesleki kariyerleri rayından çıkacak ve itibarları zedelenecek. En azından, kendileri ve aileleri aylarca veya yıllarca kaygı ve uykusuz geceler yaşayacak.

Trump'ın hasımlarını taciz etmek için hükümet kurumlarını kullanma çabaları Adalet Bakanlığı ve FBI ile sınırlı kalmayacak. Eleştirmenlere karşı diğer farklı departmanlar ve kurumlar konuşlandırılabilir. Örneğin, otokratik hükümetler, siyasi amaçlı soruşturmalarla muhalifleri hedef almak için rutin olarak vergi makamlarını kullanır. Gazete ve televizyon kanalları hükümet aleyhinde yolsuzluk haberleri yapan medya grubunu vergi kaçırmakla suçlar. Böylelikle muhalif medya imparatorluğunu hükümet yandaşlarına satmaya zorlayan bir vergi denetimiyle felç edici bir para cezası keser. 

Trump yönetimi de vergi otoritelerini, eleştirmenlere ve muhalefete karşı aynı şekilde kullanabilir. Kennedy, Johnson ve Nixon yönetimleri, 1970'lerdeki Watergate skandalı reformlara yol açmadan önce IRS'yi siyasallaştırdı. 

Siyasi atamalar dalgası, sistem içerisindeki muhalefete karşı güvenlik önlemlerini zayıflatabilir ve Demokrat bağışçıları potansiyel olarak hedef haline getirebilir. Tüm bireysel kampanya bağışları kamuya açıklandığı için Trump yönetiminin bu bağışçıları tespit edip hedef haline getirmesi kolay olurdu. Böyle bir hedef haline getirilme korkusu, bireyleri ilk etapta muhalif politikacılara destek vermekten alı koyabilir.

Ayrıca ülkedeki “vergi muafiyeti statüsü” siyasallaştırılabilir. Başkan olarak Richard Nixon, siyasi olarak, düşmanca gördüğü kuruluşlar ve düşünce kuruluşları için vergi muafiyeti statüsünü reddetmek veya geciktirmek için çalışmıştı. Trump yönetiminde bu tür çabalar, Kasım 2024'te Temsilciler Meclisi tarafından çıkarılan ve Hazine Bakanlığı'na terörizmi desteklediğinden şüphelendiği herhangi bir kuruluşu (böyle bir eylemi haklı çıkaracak kanıt ifşa etmeden) vergi muafiyetinden çıkarma yetkisi veren terörle mücadele yasasıyla kolaylaştırılabilir. "Terörizme destek" çok geniş bir şekilde tanımlanabileceği için Trump, "bunu siyasi düşman olarak gördüğü kişilere karşı bir kılıç olarak kullanabilir."

Trump yönetimi, rekabetçi otoriter hükümetlerin muhalif faaliyetlerin merkezleri olarak gördüğü ve sık sık hedef aldığı üniversitelere karşı Eğitim Bakanlığı'nı konuşlandıracaktır. Eğitim Bakanlığı, üniversitelere milyarlarca dolarlık federal fon dağıtır, kolej akreditasyonundan sorumlu kurumları denetler ve eğitim kurumlarının ırk, renk, ulusal köken veya cinsiyete dayalı ayrımcılık yapmasını yasaklayan yasalar olan Title VI ve Title IX'a uyumu sağlar. Bu yetki ve kapasiteler geçmişte nadiren siyasallaştırılmıştır, ancak şimdi Cumhuriyetçi liderler bunların seçkin okullara karşı konuşlandırılması çağrısında bulunmuştur.

Seçilmiş otokratlar da medyadaki eleştirmenleri susturmak için rutin olarak iftira davaları ve diğer yasal işlem biçimlerini kullanırlar. Örneğin 2011'de Ekvador'da Başkan Rafael Correa, kendisine "diktatör" diyen bir başyazı yayınladıkları için önde gelen bir gazetenin köşe yazarı ve üç yöneticisine karşı 40 milyon dolarlık bir dava kazandı. Kamuoyu figürleri Amerika Birleşik Devletleri'nde bu tür davaları nadiren kazansalar da Trump, ABC News, CBS News,  The Des Moines Register ve Simon & Schuster'ı hedef alarak medya kuruluşlarını yıpratmak için çeşitli yasal işlemlerden bolca yararlandı. Stratejisi çoktan meyvesini verdi. Aralık 2024'te ABC, Trump tarafından açılan bir iftira davasını çözme yönünde şok edici bir karar aldı ve muhtemelen kazanacağı bir davadan kaçınmak için ona 15 milyon dolar ödedi. CBS'nin sahiplerinin de Trump'ın açtığı bir davayı çözmeyi düşündükleri bildirildi ve bu da sahte yasal işlemlerin siyasi olarak ne kadar etkili olabileceğini gösteriyor.

Yönetimin çoğu muhalifi susturmak için doğrudan tüm eleştirmenleri hedef alması gerekmez. Birkaç yüksek profilli saldırı başlatmak etkili bir caydırıcı olabilir. Cheney'e karşı açılan bir yasal işlem diğer politikacılar tarafından yakından izlenecektir. The New York Times veya Harvard'a karşı açılan bir dava düzinelerce başka medya kuruluşu veya üniversite üzerinde caydırıcı bir etki yaratacaktır.

Ekonomiyi silaha dönüştürmek

 Muhalefete karşı silaha dönüştürülmüş bir devlet, yalnızca muhalifleri cezalandırmak için bir araç değildir. Aynı zamanda destek oluşturmak için de kullanılabilir. Rekabetçi otoriter rejimlerdeki hükümetler, politik olarak dost bireyleri, firmaları ve kuruluşları ödüllendirmek için rutin olarak ekonomik politikaları ve düzenleyici kararları kullanırlar. İş insanları, medya şirketleri, üniversiteler ve diğer kuruluşlar, hükümetin antitröst kararlarından, izin ve lisansların dağıtılmasından, hükümet sözleşmelerinin ve imtiyazlarının verilmesinden, düzenlemelerin veya tarifelerin kaldırılmasından ve vergi muafiyetlerinden kaybedecekleri kadar kazanacakları da vardır. Bu kararların teknik gerekçelerden ziyade politik gerekçelerle alındığına inanırlarsa, kendilerini iktidar kadrolarıyla aynı hizaya getirmek için güçlü bir motivasyona sahip olurlar.

İş birliğine gitme potansiyeli iş sektöründe çok belirgindir. Büyük Amerikan şirketleri, ABD hükümetinin antitröst, vergi ve düzenleyici kararlarından, ayrıca hükümet sözleşmelerinden çok büyük kazançlar elde ederler. (2023'te federal hükümet sözleşmelerin verilmesine 750 milyar dolardan fazla yani ABD GSYİH'sinin yaklaşık yüzde üçünü harcadı.) Otokrat olmak isteyenler için politika ve düzenleyici kararlar iş desteğini çekmek için güçlü bir havuç - sopa görevi üstlenir. Bu tür bir mantık, Macaristan ve Rusya'daki otokratların özel sektörle iş birliğini güvence altına almasına yardımcı oldu. Trump da benzer şekilde davranacağına dair güvenilir sinyaller gönderdiğinde, bunun siyasi sonuçları çok kapsamlı olacaktır. İş dünyası liderleri muhalefet adaylarını finanse etmekten veya bağımsız medyaya yatırım yapmaktan kaçınmanın daha karlı olduğuna ikna olurlarsa davranışlarını değiştireceklerdir.

Gelinen noktada, gerçekten de, iş dünyası liderlerinin davranışları çoktan değişmeye başladı. Bir zamanlar Trump'ın otoriter davranışlarını eleştiren güçlü CEO'lar şimdi onunla görüşmek, onu övmek ve ona para vermek için adeta yarışıyor. Bu, New York Times köşe yazarı Michelle Goldberg'in "Büyük Teslimiyet" olarak adlandırdığı şeydi.  Amazon, Google, Meta, Microsoft ve Toyota'nın her biri Trump'ın göreve başlama törenini finanse etmek için 1 milyon dolar verdi; bu, önceki göreve başlama törenlerindeki bağışlarının iki katından fazla. Ocak ayının başlarında Meta, gerçek kontrol operasyonlarını terk ettiğini duyurdu. Trump, bu hareketin "muhtemelen" Meta'nın sahibi Mark Zuckerberg'e karşı yasal işlem başlatma tehditlerinden kaynaklandığını belirtti. Trump'ın kendisi de ilk döneminde "herkesin kendisine karşı çıktığını", ancak şimdi "herkesin kendisiyle arkadaş olmak istediğini" kabul etti.

Benzer bir örüntü medya sektöründe de ortaya çıkıyor. Neredeyse tüm büyük ABD medya kuruluşları -ABC, CBS, CNN, NBC,  The Washington Post- daha büyük ana şirketler tarafından sahipleniliyor ve işletiliyor. Trump, ulusal televizyon ağlarının lisanslarını geri çekme tehdidini gerçekleştiremese de kurumsal sahiplerine baskı yaparak medya kuruluşlarına baskı yapabilir.  Örneğin,  The Washington Post, en büyük şirketi Amazon ile büyük federal sözleşmeler için rekabet eden Jeff Bezos tarafından kontrol ediliyor. Aynı şekilde, The Los Angeles Times'ın sahibi Patrick Soon-Shiong, Gıda ve İlaç Dairesi tarafından incelemeye tabi tıbbi ürünler satıyor. 2024 başkanlık seçimleri öncesinde, her iki adam da gazetelerinin Kamala Harris'e yönelik planlanan desteklerini geri çekti.

İktidar için hukuk kalkanı

Son olarak, muhalefete karşı silaha dönüştürülmüş bir devlet, antidemokratik davranışlarda bulunan hükümet yetkililerini veya müttefiklerini korumak için yasal bir kalkan görevi görebilir. Örneğin, sadık bir Adalet Bakanlığı, gazetecilere, seçim görevlilerine, protestoculara veya muhalif politikacılara, aktivistlere yönelik Trump yanlısı siyasi şiddet eylemlerine (saldırılar, tehditler vs) göz yumabilir. Ayrıca, seçmenleri sindirme veya seçim sonuçlarını manipüle etme çabaları nedeniyle Trump destekçilerini soruşturmayı reddedebilir.

Amerika Birleşik Devletleri, ilk Trump yönetimi sırasında aşırı sağ şiddetinde belirgin bir artış yaşadı. Kongre üyelerine yönelik tehditler on kattan fazla arttı. Bu tehditlerin sonuçları oldu: Cumhuriyetçi Senatör Mitt Romney'e göre, Trump destekçilerinin şiddetinden duyulan korku, bazı Cumhuriyetçi senatörleri 6 Ocak 2021 saldırısından sonra Trump'ın azli için oy kullanmaktan caydırdı.

Çoğu ölçüte göre, siyasi şiddet Ocak 2021'den sonra azaldı, kısmen de 6 Ocak saldırısına katılan yüzlerce kişinin mahkum edilmesi ve hapse atılması nedeniyle. Ancak Trump göreve döndüğünde, 6 Ocak isyancılarının neredeyse hepsini affetmesi, şiddet yanlısı veya antidemokratik aktörlerin kendi yönetimi altında korunacağı mesajını verdi. Bu tür sinyaller şiddet yanlısı aşırılığı teşvik ediyor, bu da Trump'ın ikinci döneminde hükümet eleştirmenlerinin ve bağımsız gazetecilerin neredeyse kesinlikle daha sık tehditlerle ve hatta açık saldırılarla karşılaşacağı anlamına geliyor.

Bunların hiçbiri Amerika Birleşik Devletleri için tamamen yeni olmayacak. Başkanlar daha önce de hükümet kurumlarını silaha dönüştürmüşlerdi. FBI müdürü J. Edgar Hoover, kurumu hizmet verdiği altı başkan için siyasi bir silah olarak kullanmıştı.  Nixon yönetimi Adalet Bakanlığı'nı ve diğer kurumları “iç düşmanlara” karşı kullanmıştı. Ancak çağdaş dönem önemli şekillerde farklılık göstermektedir. Birincisi, küresel demokratik standartlar önemli ölçüde yükselmiştir. Herhangi bir çağdaş ölçüye göre, Amerika Birleşik Devletleri 1950'lerde bugün olduğundan daha az demokratikti. Yirminci yüzyılın ortalarındaki uygulamalara geri dönüş, kendi başına önemli bir demokratik gerileme oluşturacak.

Daha da önemlisi, hükümetin iç hedeflere karşı silaha dönüştürülmesi, muhtemelen yirminci yüzyılın ortalarındaki uygulamaların çok ötesine gidecektir. Elli yıl önce, her iki büyük ABD partisi de içsel olarak heterojen, nispeten ılımlı ve oyunun demokratik kurallarına genel olarak bağlıydı. Bugün, bu partiler çok daha kutuplaşmış durumda ve radikalleşmiş Cumhuriyetçi Parti, seçim yenilgisini kabul etmek ve şiddeti açıkça reddetmek de dahil olmak üzere temel demokratik kurallara olan uzun süreli bağlılığından vazgeçti.

Dahası, Cumhuriyetçi Parti'nin büyük bir kısmı artık Amerika'nın kurumlarının (federal bürokrasiden ve devlet okullarından medyaya ve özel üniversitelere kadar) sol görüşlü ideolojiler tarafından yozlaştırıldığı fikrini benimsiyor. Otoriter hareketler genellikle ülkelerinin kurumlarının düşmanlar tarafından baltalandığı fikrini benimsiyor; Böyle bir dünya görüşü, Trump'ın vaat ettiği türden tasfiye ve paketlemeyi haklı çıkarma, hatta motive etme eğiliminde. Nixon devleti muhalefete karşı gizlice silaha dönüştürmek için çalışırken ve bu uygulamaları ortaya çıktığında Cumhuriyetçi Partinin muhalefetiyle karşı karşıya kalırken, günümüzün GOP'u artık bu tür suistimalleri açıkça teşvik ediyor. Devletin silaha dönüştürülmesi, Cumhuriyetçi bir strateji haline geldi. Bir zamanlar Başkan Ronald Reagan'ın kampanyasında dile getirdiği “sorun devlettir” sözünü benimseyen parti, şimdi devleti coşkuyla siyasi bir silah olarak kucaklıyor.

Yürütme gücünü bu şekilde kullanmak Cumhuriyetçilerin Orban'dan öğrendiği bir şey. Orban, muhafazakâr bir nesile devletin parçalanmaması gerektiğini, bunun yerine sağcı amaçların peşinde ve muhaliflere karşı kullanılması gerektiğini öğretti. Bu yüzden küçük Macaristan, birçok Trump destekçisi için bir model haline geldi. Devlet gücünü silaha dönüştürmek muhafazakâr felsefenin yeni bir özelliği değil, otoriterliğin asırlardır süregelen bir özelliğidir.


Bu yazı Foreign Affairs’de yayınlanan “The Path to American Authoritarianism” başlıklı yazıdan kısaltılarak hazırlanmıştır.