×
ALMANYA

ANALİZ

Almanya: Doğu Eyaletlerindeki Seçimler ve Dış Politika Sonuçları

Aşırı sağcı, popülist milliyetçi AfD’nin ve radikal, popülist sol parti BSW’nin seçim zaferi Almanya’nın dış politikası açısından ne anlama geliyor? Seçim sonuçları neden AB için kötü, Rusya için iyi haber? Türk dış politikası için ne anlama geliyor?
SADECE ALMANYA'NIN değil, nerdeyse tüm Avrupa ülkelerinin dikkatle izlediği Saksonya ve Türingen eyalet seçimlerinin tartışmasız kesin mağlubu federal koalisyon ortakları Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD), Yeşiller ve Hür Demokratlar (FDP). Seçimin kazananı ise radikal sağcı ve milliyetçi popülist Almanya İçin Alternatif partisi (AfD) ve henüz partileşme aşamasında olan radikal sol-popülist Sahra Wagenknecht İttifakı (BSW). AfD Saksonya eyaleti genelinde oyların yüzde 30,6’nı alarak Hristiyan Birlik (CDU) partisinin (yüzde 31,9) ardından ikinci parti olmayı başarırken, Türingen eyaleti genelinde ise oyların yüzde 32,8’ini alarak seçimleri ikinci parti CDU’nun (23,6) 9 puan farkla önünde tamamladı. BSW ise girdiği ilk seçimde Saksonya’da oyların yüzde 11,8’ini, Türingen’de ise oyların yüzde 15,8’ini alarak iki eyalette de koalisyon ortaklarını geride bırakarak üçüncü sıraya yerleşti.

Almanya’da Radikalizmin Zaferi

AfD, iç istihbarat dairesi Federal Anayasa Koruma Teşkilatı (BfV) tarafından şüpheli aşırı sağcı vaka olarak sınıflandırılıyor. BSW ise birçoklarına göre aşırı solcu bir parti. Seçim sonuçlarının vahametinin daha net anlaşılması açısından hatırlatalım: 1930’lardan sonra, yani 90 yılı aşkın bir sürenin ardından ilk kez bir eyalet seçimlerinde radikal sağcı bir parti birinci olarak çıktı. Ve yine aynı süre içinde ilk kez radikal sağın ve radikal solun bu denli çok oy aldığı bir tablo ile karşı karşıyayız. Tarihi bir benzetme yapacak olursak, iki eyalette de Almanya’nın Weimar dönemini andıran bir tablo şekillenmiş durumda. Siyasi yelpaze ciddi bir bölünmüşlük ve parçalanmışlık içinde, iktidardaki ana akım partilerin oyları baraj seviyesine gerilemiş durumda. Siyasi yelpazenin iki ucundaki radikal-sağ ve radikal-sol oylar Saksonya’da 46,7’ye, Türingen’de ise yüzde 61,7’ye ulaşmış bulunuyor. Muhtemelen 22 Eylül (2024) Brandenburg eyalet seçimlerinde de benzeri bir manzara ile karşılaşacağız.

Seçim sonrasının başlıca gündem maddesi ise AfD başkanlığında bir koalisyon hükümetinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği. Bilindiği gibi ana akım partiler AfD ile ortak bir hükümet kurmayı reddediyorlar. Bu tavırlarını ise AfD etrafında bir «yangın güvenlik duvarı» oluşturmanın demokrasiyi koruma adına zorunlu olduğu şeklinde gerekçelendiriyorlar. Bu «yangın güvenlik duvarı» korunabilecek mi, yoksa yıkılacak mı? Bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz.

«Güvenlik duvarının» yıkılmasının hem iç siyasete ve hem de uluslararası siyasete etkileri olacaktır. Hükümetin seçmenleri yeniden kazanmak ve sağa kaymayı durdurmak için göçün düzenlenmesi ve iç asayişin temini ve tahkimi gibi daha güvenlikçi bir çizgiye yönelmesi – ki bu kuvvetle muhtemel – sağ milliyetçi popülizme toplumsal artı meşruiyet sağlayabilir.

Son yıllardaki sosyoekonomik kutuplaşma, toplumun azımsanmayacak bir kesimini sağ popülist siyasi önermelere daha açık hale getirmiştir – ki bunların büyük kısmı yaşanmakta olan modernleşme ve küreselleşmenin kaybedenleri olarak tanımlanabilir. Gerçekten de bazı ampirik çalışmalar AfD’nin düşük gelirli sosyal sınıflardan daha fazla oy aldığını ortaya koyuyor. AfD, düşük gelirli destekçilerin oranının en yüksek olduğu parti.

Sağ Yükselişin Olası Uluslararası Sonuçları

Eyalet seçimlerinin Almanya’nın dış politikası üzerinde doğrudan bir etkisi olmayacak, zira dış politika Federal düzlemde yürütmenin – hariciye ve başbakanlığın – yetki alanında. Ancak dolaylı olarak Almanya’nın dış politikasını etkileyecektir: Ülkenin uluslararası camiadaki imajını / itibarını zedeleyerek ve uluslararası camianın Almanya’ya bakışını olumsuz manada değiştirerek. Örneğin AfD’nin bu iki eyalette ya da birinde iktidar ortağı olmasının Avrupa Birliği (AB) içindeki diğer radikal sağ, milliyetçi popülist partilere motivasyon sağlayacağını öngörmek için derin mülahazalara gerek yok. Ayrıca hem AB içinde hem de uluslararası camiada «Alman Sorunu» geri mi dönüyor, sorusunu gündeme taşıyacaktır. «Alman Sorununun», yani Alman otoriterliğinin ve yayılmacılığının yeniden nüksedebileceği yönündeki kaygıları hayali bulanlara Amerikan siyaset bilimci Robert Kagan’ın karşılığı çok net: 1925’te silahsızlanmış, çok istikrarlı olmasa da demokratik, komşularıyla iş birliği içinde ve Fransa ile tarihi bir pakt (Locarno Antlaşması) kurmuş olan bir Almanya’nın yerini çok değil 10 yıl sonra militarist bir Almanya’nın alacağını kim söyleyebilirdi?

Örneğin Almanya’nın 1990’daki ulusal birliğine de «Alman Sorununa» atıfla, yani birleşme durumunda ülkenin çok güçlenerek Avrupa içindeki dengeleri altüst edeceği ve Batı ittifakından koparak Avrupa ve dünya için yeniden bir tehdit oluşturabileceği gibi düşüncelerle sıcak bakılmıyordu. Ukrayna Savaşı sonrası Alman hükümetinin askeri harcamaları artıracağını, silahlı kuvvetlerin modernizasyonu için 100 milyar Euro’luk bir fon ayırması benzer kaygılara yol açtı.

AfD ve Dış Politika: AB ve ABD’ye Mesafeli, Rusya’ya Yakın! 

AfD’nın dış politikadaki temel hedefi, Almanya’nın dünya düzenindeki yerini ve oynadığı rolü değiştirmek. Parti programında Birleşmiş Milletler teşkilatının dünyadaki değişen güç dengelerine uygun bir şekilde reforme edilmesi ve Almanya’nın Güvenlik Konseyi’nde daimî olması dillendiriliyor. Programda, egemenlik ilkesi doğrultusunda devletlerin iç işlerine – gerek diğer devletler gerekse devlet dışı aktörler tarafından – karışılmaması görüşü savunuluyor. Afd, ABD ile ittifakı açıktan sorgulamıyor, ancak ulusal savunmanın Avrupa devletleri tarafından bağımsız olarak sağlanmasını istiyor. AB ordusu fikrine ise karşı çıkıyor. Alman silahlı kuvvetlerinin yabancı çıkarlar için kullanılmasını da reddediyor. 

AfD’ye göre Rusya ile ilişkilerin yumuşatılması Avrupa’da kalıcı bir barışın ön koşuludur. Ayrıca Almanya kendi çıkarlarını ve müttefiklerinin çıkarlarını göz ardı etmeden Rusya’yı genel bir güvenlik politikası yapısına entegre etmelidir. Rusya’ya karşı yaptırım politikasının sona erdirilmesini savunan parti, Rusya ile ekonomik işbirliğinin yoğunlaştırılmasından yana.

AB bağlamında ise – dış sınırların etkin bir şekilde kontrol edilememesi gerekçesiyle – AB içinde serbest dolaşımı düzenleyen Schengen Anlaşmasına karşı çıkıyor, ulusal sınırları koruyabilen bir Alman sınır muhafızlığının yeniden kurulmasını savunuyor.

AfD’nin Türkiye’ye bakışı ise son derece olumsuz. Türkiye’nin NATO üyeliğinin sona erdirilmesini; uluslararası, çok taraflı ve ikili anlaşmalar çerçevesinde Türkiye’ye sağlanan doğrudan ve dolaylı mali yardımların derhal durdurulmasını savunuyor. Parti, ayrıca Türkiye’nin AB’ye katılımını reddetmekte ve tüm katılım müzakerelerinin derhal sonlandırılması çağrısında bulunmaktadır.
BSW’nin Dış Politika Tasavvurları

BSW ise Almanya’nın dış politikasında yeni bir anlayıştan yana. Alman dış politikasının, Soğuk Savaş anlayışına yumuşama, çıkarların uzlaştırılması ve uluslararası işbirliği politikalarıyla karşı koyan Almanya Eski Şansölyesi Willy Brandt ve Sovyet Birliği Eski Devlet Başkanı Mikhail Gorbaçev’in geleneğine yaslandırılmasını savunuyor. Çatışmaların askeri yollarla çözülmesini temelden reddediyor. Parti, mevcut uluslararası siyasetin yeniden bir yumuşama, silahsızlanma ve ortak güvenlik anlayışı çerçevesinde şekillendirilmesinden yana. BSW’ye göre, Alman silahlı kuvvetleri sadece ülke savunması için görev almalı, Alman askerleri uluslararası savaşlarda görevlendirilmemeli, Rusya sınırında ya da Güney Çin Denizi’nde konuşlandırılmamalı.

Parti programında isim vermeden ABD yönetimi de eleştiriliyor: Son yıllarda uluslararası hukuku «ihlal ederek beş ülkeyi işgal etmiş» bir ülkenin, bu savaşlarda «1 milyondan fazla insanın ölümüne neden olmuş» bir askeri ittifakın, «tehdit duygularını körükleyerek» küresel istikrarsızlığa «katkıda bulunduğunu» iddia ediyor. Bu tür politikalar bir kenara bırakılmalı, BM Şartı ilkelerine saygı duyan, silahsızlanma için çaba gösteren ve üyelerinin birbirlerine eşit davrandığı savunmacı bir ittifak hayata geçirilmeli. BSW’ye göre, Avrupa’nın uzun vadede Rusya’yı da içeren istikrarlı bir güvenlik mimarisine ihtiyacı vardır.

Alman dış politikasının merkezinde Alman vatandaşlarının refahı olmalı; Berlin, Almanya ile ABD’nin çıkarlarının farklı olduğu gerçeğinin kabulüne dayalı, özgüvenli bir politika izlemelidir. Parti, çok kutuplu bir dünya, egemen demokrasilerden oluşan bağımsız, ABD ile Çin ve Rusya’nın etrafındaki güç blokları arasında ezilmeyen bir Avrupa’dan yana. 

Yazımızı seçim sonrası için dört değerlendirmeyle noktalayalım:

Birincisi hem AfD hem de BSW, Rusya’nın Avrupa güvenlik mimarisine dahil edilmesini savunuyor, Ukrayna’nın desteklenmesine ise karşı çıkıyor. Her iki parti de ABD ve NATO’nun rolünü eleştirirken, Rusya ile daha dengeli bir ilişkiden yana.

İkincisi, bu iki partinin seçim başarısı, halkın büyük bir kesiminin bu partilerin Rusya ve Ukrayna konusundaki görüşlerini desteklediği, hükümetin Ukrayna politikasına ise sıcak bakmadığı anlamına geliyor.

Üçüncüsü, AfD’nin seçimlerden güçlenerek çıkmış olması – hükümet kurmasa dahi – uluslararası camiada ve Avrupa Birliği kamuoyunda Almanya’ya karşı duyulan kuşkuları artıracak, bu da ikili ilişkilere olumsuz yönde yansıyacaktır.

Dördüncüsü ise AfD’nin Türkiye politikasının temelinde, Türkiye’nin NATO’dan çıkarılması ve AB ile ilişkilerinin sınırlandırılması yatıyor. Aynı şekilde BSW’nin Türkiye’ye bakışının da olumlu olduğu söylenemez.

YAŞAR AYDIN

Sosyoloji ve ekonomi dalındaki lisans ve yüksek lisans eğitimini Hamburg ve Lancaster Üniversitelerinde tamamladı. Doktorasını Hamburg Üniversitesi’nden aldı. Uluslararası ilişkiler, jeopolitik, Türk ekonomisi ve dış politikası, milliyetçilik, göç ve diaspora konuları üzerinde çalışan Aydın’ın, bilimsel makaleleri dışında üç telif kitabı bulunuyor. Halen, German Institute for International and Security Affairs (SWP)/ Centre for Applied Turkey Studies (CATS) bölümünde görev yapmakta, Alman ve Türk gazetelerine yorumlar yazmaktadır.